29 Ocak 2014 Çarşamba


“Yaşamla ilişki içerisinde, duygularınızı, düşüncelerinizi, hareketlerinizi, tepkilerinizi; kaçmadan, biriktirmeden, belleğe kaydetmeden, sözcükleri araya sokmadan, isimlendirmeden, sınıflandırmadan, etiketlendirmeden; imgesiz, hedefsiz, çabasız, amaçsız bir şekilde; direnmeden, bastırmadan, kontrol etmeye çalışmadan, yadsımadan, onaylamadan, yansıtmadan, yargılamadan (güzel-çirkin, doğru-yanlış ayrımı yapmadan); herhangi bir kalıba, inanca, dine, dogmaya, öndere, öğretmene, peygambere, ideale, modele bağlı olmaksızın; yorumlamadan, tam bir özgürlük içerisinde, yaygın bir dikkatle ve keskin bir farkındalıkla, ”olan”ı seyredin. Değiştirmeye çalışmayın, olduğunuz yerde, olduğunuz gibi kalın. ”
Jiddu Krishnamurti

27 Ocak 2014 Pazartesi

Gerçekte Kim Olduğunuzu
Bulmak
Eckhart Tolle
Gnothi Seauton - Kendini Bil. 
Bu sözler, Delphi'deki Apollo Tapınağı'nın, yani kutsal Kahin'in yerinin girişinde yazar.
Antik Yunan uygarlığında, insanlar kendilerini nasıl bir yazgının beklediğini öğrenmek ya da belli bir konuda nasıl bir adım atmaları gerektiğini danışmak için kutsal Kahin'e giderlerdi. Muhtemelen ziyaretçiler içeri girerken bu yazıyı okuduklarında, aslında Kahin'in bile onlara söyleyemeyeceği kadar derin bir gerçeği yansıttığını bilemezlerdi. Ne kadar büyük bir vahiy ya da tutarlı bir bilgi alırlarsa alsınlar, muhtemelen bunun kendilerini daha fazla mutsuzluk ve acıdan kurtaramayacağını da anlamazlardı. Gerçekte bu sözlerin barındırdığı anlam şudur: Başka hiçbir Soru sormadan önce, hayatının en temel sorusunu sor: Ben kimim?
Bilinçsiz insanlar - ve birçoğu hayatları boyunca kendi egolarının tutsağı olarak bilinçsiz kalmaya devam ederler - size hemen kim olduklarını söylerler: İsimlerini, mesleklerini, kişisel tarihlerini, vücutlarının biçimini ya da durumunu ve kendilerini tanımladıkları diğer her şeyi. Bazıları kendilerini ölümsüz ya da ilahi ruhlar olarak gördükleri için, bir anlamda onlardan daha ileri seviyede olabilirler. Peki kendilerini gerçekten tanıyorlar mı, yoksa sadece zihinlerindeki kavrama kulağa biraz ruhsal görünen birtakım özellikler mi ekliyorlar? Kendini bilmek, bir dizi fikir ya da inancı benimsemekten çok daha derinlere uzanır. Ruhsal fikirler ve inançlar, yararlı göstergeler olabilir ama kendi başlarına gerçekte kim olduğunuzu açıklamak konusunda kesinlikle yeterli olamazlar. Kendini bilmenin zihninizde dolaşan fikirlerle hiçbir ilgisi yoktur. Kendini bilmek, zihinde kaybolmaktan ziyade Varlığa dayanmalıdır.
Kim Olduğunuzu Düşünüyorsunuz?
Kimlik duygunuz, ihtiyaçlarınızı ve sizin için hayatta önemli olan şeyleri belirlemenizi sağlar; sizin için önemi olan şeyler ise, aynı zamanda sizi üzme ve rahatsız etme potansiyeline de sahiptir. Bunu, kendinizi ne kadar derinden tanıdığınızı anlamak için bir kriter olarak kullanabilirsiniz. Sizin için önemli olan şey, söyledikleriniz ya da inançlarımızla ilgili olmak zorunda değildir; sizin için asıl önemli olan şeyleri ele verecek olan, yaptıklarınız ve verdiğiniz tepkilerdir. Dolayısıyla kendinize şu soruyu sorabilirsiniz: Beni rahatsız eden, öfkelendiren ve üzen şeyler neler? Eğer küçük şeyler sizi üzüyor ve sinirlendiriyorsa, o zaman kendinizin de öyle olduğunuzu düşünüyorsunuzdur; yani küçük. Bilinçaltınızdaki inanç budur. Peki küçük şeyler neler olabilir? Aslında her şey küçük ve önemsizdir, çünkü her şey gelip geçicidir. 
"Ölümsüz bir ruh olduğumu biliyorum," ya da "Bu çılgın dünyadan bıkıp usandım, tek istediğim biraz huzur," diyebilirsiniz; ama ancak telefon çalana kadar. Kötü haber: Borsa çöktü; anlaşma bozuldu; arabanız çalındı; kayınvalideniz geldi; yolculuğunuz iptal edildi, sözleşme bozuldu; eşiniz sizi terk etti; daha fazla para istiyorlar; bunun sizin hatanız olduğunu söylüyorlar. Aniden endişelenir ve öfkelenirsiniz. Sesiniz sertleşir: "Buna daha fazla dayanamıyorum." Başkalarını suçlar, onlara saldırır, kendinizi savunur ve haklı çıkarmaya çalışırsınız; üstelik hepsi otomatik pilota bağlanmış şekilde olur. Açıkça görüldüğü gibi, şimdi kendiniz için az önce başka bir şey istemediğinizi söylediğiniz halde, huzurdan çok daha önemli olan başka bir şey vardır ve artık ölümsüz bir ruh olduğunuzu düşünmezsiniz bile. Anlaşma, para, sözleşme, kayıp ya da kayıp tehlikesi daha önemlidir. Kim için? Az önce sözünü ettiğiniz ölümsüz ruh için mi? Hayır, egonuz için. Küçük benliğiniz, geçici olan şeylerde güvenlik veya tatmin aramakta, bulamadığı için de öfkelenmektedir. Eh, en azından şimdilik gerçekte kim olduğunuzu düşündüğünüzü biliyorsunuz.
Eğer istediğiniz şey gerçekten huzursa, huzuru seçersiniz. Eğer sizin için en önemli şey gerçekten huzursa ve kendinizin gerçekten ölümsüz bir ruh olduğunuza inanıyorsanız, zorlayıcı insanlarla ya da durumlarla karşılaştığınızda tepki vermezsiniz ve tamamen uyanık kalırsınız. Durumu hemen kabullenirsiniz ve kendinizi ondan ayırmak yerine, onunla birleşirsiniz. Sonra, uyanıklığınız sayesinde bir cevap gelir. Cevap veren gerçek sizsinizdir (bilinç), olduğunuzu sandığınız kişi değil (küçük ben ya da ego). Son derece güçlü ve etkili olduğundan, hiçbir durumu ya da insanı düşman olarak görmesine gerek yoktur. 
Dünya sürekli olarak sizin için gerçekten neyin önemli olduğunu gözünüze sokarak, kimliğinizle ilgili kendinizi uzun Süre kandırmanızı engeller. Özellikle bir sorunla karşılaştığınız zaman insanlara ve durumlara tepki verme şekliniz, kendinizi ne kadar iyi tanıdığınızın en gerçekçi göstergesidir. 
Kendinizle ilgili ne kadar sınırlı, ne kadar dar bir egosal bakış açınız varsa, başkalarının egosal sınırlarına o denli tepki verirsiniz. Onların "hatalarını" ya da hataları olarak algıladığınız şeyleri, onların kimliği olarak yorumlarsınız. Yani sadece onların egolarını görür ve dolayısıyla kendi egonuzu güçlendirirsiniz. Başkalarının egolarının içinden bakmak yerine, egonun kendisine bakarsınız. Peki egoya bakan kimdir? Sizin egonuz elbette. 
Fazlasıyla bilinçsiz insanlar, kendi egolarını başka insanlardaki yansımalarından deneyimlerler. Başkalarında tepki verdiğiniz şeyin aslında sizde de olduğunu anladığınızda, kendi egonuzun farkına varmaya başlarsınız. Bu noktada, başkalarının size yaptığını sandığınız şeyleri başkalarına yaptığınızı da fark edebilirsiniz. O zaman da kendinizi kurban olarak görmekten vazgeçersiniz. 
Siz ego değilsiniz, dolayısıyla kendi egonuzun farkına varmanız, kim olduğunuzu bildiğiniz anlamına gelmez; sadece kim olmadığınızı bildiğiniz anlamına gelir. Ama kim olmadığınızı bilmek, gerçekte kim olduğunuzu bilmek yolundaki en büyük engeli aşmak demektir. 
Kimse size kim olduğunuzu söyleyemez. Eğer söylerse, bu başka bir kavram olur ve yine değişemezsiniz. Kimlik, inançsızlığı gerektirir. Aslında, her inanç bir engeldir. Zaten her kimseniz o olduğunuzdan, kim olduğunuzun farkında olmanıza bile gerek yoktur. Ama farkındalık olmadan, gerçek kimliğinizi bu dünyaya gösteremezsiniz. Gerçek kimliğiniz, ifade edilmemiş bir şekilde olduğu yerde kalır. O zaman da bankada 100 milyon dolan varken sokakta dilenen yoksul bir adam gibi olursunuz, çünkü onun da sahip olduğu zenginlik ifadesini bulmamıştır.
Kimliğinizle ilgili düşünceniz, aynı zamanda başkalarından karşılaştığınızı düşündüğünüz davranışlarla da yakından ilgilidir. Birçok kişi, başkalarının kendilerine yeterince iyi davranmadığından şikayet eder. "Yeterince saygı, ilgi, takdir görmüyorum," derler. "Benden yararlanıyorlar." Böyle kişiler, etraflarındaki insanlar nazik davrandığında şüphelenirler. "Beni kullanmak istiyorlar, benden yararlanmak istiyorlar. Kimse beni sevmiyor." 
Olduklarını düşündükleri kişilik şöyle biridir: "Ben, ihtiyaçları karşılanmayan aciz bir 'küçük ben'im." Kimlikleriyle ilgili bu temel yanlış kanı, bütün ilişkilerinde bir bozukluk yaratır. Verecek bir şeyleri olmadığına ve dünyanın veya diğer insanların onları ihtiyaçları olan şeyden mahrum bıraktığına inanırlar. Bütün gerçeklikleri, kimlikleriyle ilgili sahte duygulara dayalıdır. Bu özellikleri durumlarını sabote eder ve bütün ilişkilerini bozar. Eğer eksiklik düşüncesi kendi kimliğinizin bir parçası haline gelirse, daima eksiklik yaşarsınız. Zaten hayatınızda olan güzellikleri fark edip değerlendirmek yerine, gördüğünüz tek şey eksiklik olur. Hayatınızda zaten var olan güzelliği fark edip değerlendirmek, bütün bollukların temelidir. Gerçek şu: Dünyanın sizi neden mahrum ettiğini düşünüyorsanız, siz de dünyayı aynı şeyden mahrum edersiniz, çünkü kendinizin küçük olduğunuzu ve verecek hiçbir şeyiniz olmadığını düşünürsünüz. 
Şunu birkaç hafta boyunca deneyin ve gerçekliğinizi nasıl değiştireceğini kendi gözlerinizle görün: İnsanların sizden esirgediğini düşündüğünüz her şeyi - övgü, takdir, yardım, sevgi, ilgi vb. - onlara verin. Bunlara sahip olmadığınızı mı düşünüyorsunuz? Sahipmişsiniz gibi yapın, kendiliklerinden gelirler. Vermeye başladıktan kısa süre sonra, almaya da başlarsınız. Vermediğiniz bir şeyi alamazsınız. Dışarı akış, içeri akışı belirler.
( Var Olmanın Gücü - Eckhart Tolle )

26 Ocak 2014 Pazar


Yeni Başlayanlar için 10 Temel Spiritüel Kitap



Spiritüel konulara ilginiz yeni yeni oluşmaya başladı ve neleri okumalıyım öncelikle diye araştırıyorsunuz muhtemelen. İşte bu hafta size spiritüel literatürün temel taşı olan ve spiritüel konulara yeni başlayanlar için mutlaka okunması gereken temel 10 kitabı hazırladım.



1) Küçük Prens – Antoine de Saint-Exupery (Mavibulut Yayınevi)
Esasında en temel eser, gözümüzün önünden hiç eksik olmayanı; ama bizim sürekli gözardı ettiğimiz “Küçük Prens”. Çoğumuz çocukluğunda okudu ve bir daha da bu kitaba elini sürmedi. Ama “spiritüel kitap” denilince tüm hepsinden önce “Küçük Prens” okunmalı. Yüzyıldan fazla bir süre önce yazılsa da değerini yitirmeyen ve aradan 500 yıl geçse de değerini asla yitirmeyip, klasikler arasında her zaman yer alacak, muhteşem bir kişisel yolculuk kitabı…



2) Martı - Richard Bach (Epsilon Yayınevi)
Richard Bach’ın birçok kitabı bu listede rahatlıkla yer alabilir, ama hepsinden önce de “Martı” gelir. Günlerini teknelerden kendilerine atılacak yiyecek artıklarını bekleyerek harcayan binlerce martının arasından birisinin, Jonathan Livingstone’nun kendini buluş hikayesi bu. “Ben aslında kimim?” sorusuyla başlayıp, en yakınlarının engelleme çabalarına rağmen vazgeçmeyen ve sonunda kendisinin, kendisine öğretilenden çok daha fazlası olduğunu öğrenen ve öğreten bir martının enfes hikayesi.



3) Işığın Savaşçısının El Kitabı - Paulo Coelho (Can Yayınları)
Paulo Coelho’dan “Kamil İnsan”ın el kitabı. Hayatta mutluluklar olduğu kadar, kan ve gözyaşının da olduğunu kabul eden; ayakları dünya üzerine sağlam basan ve yüreğini, aklı ve ruhuyla bir etmiş insanların rehberi bu. Mesajlarını tüm varlığınızla hissedebilirseniz, hayatınızı birebir etkileyecek bir kitap.



4) Simyacı - Paulo Coelho (Can Yayınları)
Paulo Coelho’nun adını dünyaya ezberleten muazzam bir roman. Kişisel menkıbesini ararken, kendini tanıma yolculuğuna çıkan gencin hikayesi, sadece beni değil; tüm dünyayı etkiledi. Hayatımda korkularımı ve beni korkutanları dinlemeyip, ürküntü ve çekincelerime rağmen kendi kişisel menkıbeme uygun yaşamam için gereken adımları atma hususunda bana en büyük cesareti, bu kitap vermiştir. Okumayan kalmamıştır pek, ama okuduysanız da tekrar okuma vakti gelmiştir belki ha?


5) Yuvaya Yolculuk – Kryon (Akaşa Yayınları)
Kryon, tıpkı Ramtha örneğinde olduğu gibi, bir medyum aracılığı ile (Lee Carroll adı) bilgi aktaran bir ruhsal varlıktır Hiçbir Kryon kitabı okumasanız bile, öğretinin tüm özünü bu kitaptan alabilirsiniz. “Yuvaya Yolculuk”, Michael Thomas adlı bir adamın hikayesini anlatıyor. Amcam birçoğumuz gibi hayatından mutsuz ve artık ölmeyi isteme noktasına gelmiş. Derken hayat ona bir “hediye” sunuyor ve evine giren bir hırsız, Michael’ı bir güzel dövüp hastanelik ediyor ve işte o noktada Michael’ın içsel yolculuğu başlıyor. Sonrasında ise hayatınızda size yardımcı olacak birçok harika benzetmeler ve örneklerle dolu enfes bir öykü.



6) Tanrı ile Sohbet Serisi, Neale Donald Walsch (Ötesi Yayınları)
Hayatının en sıkıntılı döneminde yazar N.D.Walsch, bir gece içindeki tanrısallığa sorular sormaya başlar ve şaşırtıcı yanıtlar almaya başlar. Tüm bu soru cevap sürecini de kağıda döker ve karşımıza spiritüel literatürün en önemli eserlerinden birisi çıkar. Dört ciltlik bir seri, yolun en başından çok ilerine kadar her zaman yanınızda olacak ve aklınıza takılan birçok soruya yanıt bulabileceğiniz bir eser. Özellikle de dördüncü cildi, piyasada bulunabilecek en “yüksek” bilgilere sahip kitap.



7) Dokuz Kehanet (Altın Kitaplar)
“Dokuz Kehanet”, ben de dahil olmak üzere birçokları için spiritüel bilgilerle tanışma kitabı olmuştur. Mayalardan kalan gizemli bilgilerin peşinde koşan kahramanımızın yolculuğu, kitaba sanki ilk başlarda bir “İndiana Jones”muş muamelesi yaptırsa da, okumaya başlayıp bilgilerle karşılaştığınızda kendinize ve hayata yeni bakış açıları kazandıran bir başyapıtla karşı karşıya olduğunu hissedersiniz. Zaten bunu hisseden çok kişi olduğu için de kitap, hemen herkesin “en iyi 10”unun içinde ve filmi de çevrildi.



8) M.S. 2150 – Thea Alexander (Akaşa Yayınları)
1976 yılında yazılmış ama güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyecek bir başyapıt. Bir gece yatağa girdikten sonra gözlerini 2150 yılında açan bir adamın öyküsü, makro ve mikro-felsefelerin anlatımı ve özellikle de tamamen spiritüel yaşayan bir toplumun nasıl olabileceğini resmetmesi açısından harika bir eser. Hani böyle kitaplarda altını çizerek okursunuz ya, ben bu kitabı okurken altını çize çize kitabı yırtmıştım neredeyse.



9) Siddhartha – Herman Hesse (Afa Yayıncılık)
Ünlü Alman Yazar Herman Hesse’nin birçok romanını rahatlıkla spiritüel kitaplar kategorisinde değerlendirebiliriz, ama içlerinden “Siddhartha”, diğerlerinden bir adım önce çıkıyor. Buddha’nın aydınlanmadan önceki kimliği Prens Siddhartha Gotoma’nın, aydınlanma yolunda yaşadıkları, Hesse’nin kendi anlatımı ve eklemeleriyle harika bir hikayeye dönüşmüş. Öyle Sanskritçe kelimelerle dolu kutsal bir metin sanmayın bu kitabı; son derece yalın, içten ve anlaşılır dille yazılmış, senin benim gibi bir adamın hikayesi bu.



10) Dingin Savaşçı - Dan Millman (Kuraldışı Yayıncılık)
Son derece sıcakkanlı, ilgili ve alçakgönüllü bir insan, Dan Millman. Roman da esasında kendi içsel yolculuğunun öyküsü. Yazar, Socrates adını verdiği bilge bir savaşçının rehberliği ve Joy (Haz) adındaki gizem ve coşku dolu doğasını ismine yansıtmış bir kadının dayanılmaz çekiciliğinin etkisiyle, yaşamı yeniden öğrenişini anlatıyor romanında. O öğrenirken de siz de onun öğrenme sürecine eşlik ediyor ve kendinize çok şeyler katıyorsunuz.


Hasan Sonsuz Çeliktaş - Derki dergisi

25 Ocak 2014 Cumartesi

Duygularımı öğreniyorum

Mantığından bağımsız bir başına dolanan duygularımı yönetebilmeyi, onların ışığında anda kalabilmeyi öğreniyorum daha ben.

 
duygular2
Mavi Melek, Chagall
Çalan bir notanın peşinden, bazen ufak bir dokunuştan, kimi zamansa aklıma düşen ufak bir anıdan hareketlenen kanatlarım, gene nerelere götürdünüz beni.

Kalabalıklar içinde yalnız, seslerin içinde sessizliğe gömdünüz beni. Ahh kanatlarım. Gene nerelere götürdünüz beni. Yolumu buldum dediğim yerlerde kayboldum. Bir notanın peşinden nerelere sürüklediniz beni. 


Benim kendimi keşfetme yolculuğumda en parlak ışığım hep duygularım olmuştur.

Bu aralar duygularımın ayaklanışını izliyorum. Uzun zamandır, uyuyan , kendini ifade etmek için bir ağız, dinletmek için bir kulak arayan duygularım, bu aralar farkındalığımla iyi dost oldular. Sık sık konuşup sohbet ediyor, kimi zaman da kulaklarımı çınlatırcasına gürültü çıkarıyorlar. Bana bir şey anlatmak, daha önce dikkatimi çekmeyen bir şeye dikkat çekmek ister gibiler.

Benim içimse kanatlarımın her hareketinde pır pır ediyor. Bir heyecan kaplamasından anlıyorum onların gelişini.. Bir uykudan uyanır gibi bir anda hareketlenip, ayaklanıyorum. Dikkatimle anın içinde dans ediyorum. Bir keyif, neşe ve coşku kaplıyor her yanımı.

Bu kimi zaman yollara dikilmiş lalelere baktığımda, kimi zaman günün içine sıkıştırdığım o buruk şarapta ama en çok dokunuşlarda ben kanatlarımı hissediyorum.

Anın içinde duyguları her fark edişimde; Şükrediyorum.

Sonra birden kanatlarımın üzerinde tatlı tatlı süzülürken, aniden içimdeki an'ın türlü türlü karanlık dehlizlerinde kayboluyorum ben...

Sanki daha önce farkındalıksızlığımda içimde ifade bulamamış, eski anılarım başlıyor canlanmaya. Aynı ağızdan bu sefer bana zihnimin yöneticiliğinde geçmişi ve geleceğe anlatıyorlar. Zihnim komutayı devraldıkça keyif, neşe ve çoşku kayboluyor. Yerini kızgınlık, öfke ve hayal kırıklıklarına bırakıyor.

Mantığından bağımsız bir başına dolanan duygularımı yönetebilmeyi, onların ışığında anda kalabilmeyi öğreniyorum daha ben.

Peki, bende durum böyle, ya sana ne demeli. Sen, seni bir zeminden bir diğerine koşturan duygularının farkında mısın?

Nerede olduğunun farkında olman ve duygularının rehberliğinde hayatındaki değişimleri kolaylıkla ve keyifle yaratabilmen dileğiyle,


Sevgiyle yazdım,
Saba Deniz
Yaşam ve Nefes Koçu 

22 Ocak 2014 Çarşamba

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?


◊ Vücudumuzda oluşan toksinlerin %70′inin “NEFES” yoluyla atıldığını biliyor muydunuz?
İşte çarpıcı oranlar:
  • Nefes 70%
  • Ter 20%
  • İdrar 7%
  • Dışkı 3%
Daha sağlıklı bir beden için, daha bol NEFES alın!


◊ Aldığımız her NEFES, beyin hücrelerinin performansını direkt etkiler.
Çünkü NEFESle aldığımız oksijenin %25’i beyin tarafından kullanılır. Daha bol NEFES alarak, odaklanma, hızlı düşünme, hafıza, gibi fonksiyonlarımızı çok daha etkin kullanabiliriz!


◊ Diyafram o kadar yaşamsal bir fonksiyonu yerine getirir ki, ona “2.ci KALP” de denir.
Diyafram her hareketi sayesinde organlarımıza masaj yapar. Masaj yaptığı organlardan biri de Kalbimizdir. Kalbin etrafında, onu diyaframa bağlayan kaslarvardır. Böylece kalp, her nefes alış ve verişe bağlıdır. Kalbin sağ tarafı her zaman kirli kan, sol tarafı ise temiz kan taşır. Diyaframın her hareketi, kalbin sağ tarafının dolmasını sağlayan hayati bir fonksiyonu yerine getirir. Öyle ki, yerçekimi kuvvetine karşı, vücudun alt kısmından kalbe kan dönüşüne yardımcı olmak için tasarlanmış bir kas pompası olarak hareket eder.
Haydi! Diyaframınızı harekete geçirin ve alabildiğiniz en derin NEFESLERİ bol bol içinize çekin!


◊ Akciğerler neredeyse bir tenis kortu büyüklüğündedir!
Bu da nasıl oluyor demekte haklısınız elbette. Şöyle ki… Akciğerlerde üzüm salkımı şeklinde, çatallı keseler vardır. Bu keselere “alveol” adı verilir. Akciğerlerin her birinde 300 milyondan fazla alveol vardır. Kana oksijen ulaştıran ve akciğer yüzeyinin daha geniş olmasını sağlayan bu alveollerin toplam yüzey alanı bir tenis kortu büyüklüğündedir.


◊ Yunusların, her NEFESlerini “bilinçli” aldıklarını biliyor muydunuz?
Biz insanlar için ise, NEFES almak, bilinçaltımızda farkında olmaksızın gerçekleştirilen, otonom sinir sisteminin bir fonksiyonudur. Başka bir deyişle, vücudumuz, biz dikkat etmesek bile kendiliğinden bizim için nefes alır. İşin ilginç yanı ise, aynı zamanda NEFES, otonom sinir sisteminin, kontrol edilebilen “tek” fonksiyonudur. Yani, elimizi kolumuzu nasıl bilinçli hareket ettiriyorsak, NEFES’imizi de bilinçli alabiliyoruz. Bilinçli nefes almak, bizi tekrar merkezimize getiren çok güçlü bir araçtır. Pozitif hissetmemizi ve mutluluğun doğal haline ulaşmamızı sağlar. Sağlıklı ve mutlu bir yaşamın sırrı “Bilinçli NEFES”te saklıdır.

20 Ocak 2014 Pazartesi

Ruhumu Yedi Kez Aşağıladım...
Halil Cibran
İlki, onu yükseklere ulaşmaktan kaçındığını gördüğüm zamandı;
İkincisi onu topalın önünde topallarken gördüğüm zamandı;
Üçüncüsü kolayla zor arasında seçim yapması gerekip de, kolayı seçtiği zamandı;
Dördüncüsü bir yanlış yaptığı ve kendini başkalarının yanlışlarıyla avuttuğu zamandı;
Beşincisi güçsüzlüğe sabrettiği ve sabrını güce yorduğu zamandı;
Altıncısı bir yüzün çirkinliğini hor gördüğü ve onun aslında kendi maskelerinden biri olduğunu anlamadığı zamandı;
ve Yedincisi bir övgü şarkısı söyleyip de, bunun bir erdem olduğunu sandığı zamandı."
Hail Cibran
(Kum ve Köpük)

18 Ocak 2014 Cumartesi

”Yazgınızı kimin belirlediğini sanıyorsunuz? Çoğunluk, herkesi yönlendiren ve olayların meydana gelmesine sebep olan yüce bir varlığa inanır. Böylece yaşamlarının sorumluluğunu sırtlarından atmış olurlar. Oysa yazgınızı siz yaratıyorsunuz.
Şu anda düşünüp hissettiğinize göre yaşamınızın her anını yaratan sizsiniz. Şimdi yarattığınız düş, yarının realitesini hazırlar.
Bir an ya da bin yıl önce ne yapmış olursan ol, karşılığını ödemek zorunda değilsin, hiçbir zaman da olmadın. Çünkü onu yaparak anlayış kazandın ve amaçlı bir yarar sağladın. Geçmiş bitti sevgili varlık, o artık yok, geçmiş senin içinde sadece olgunluk olarak yaşıyor.
Bu yüzden, şu anda tüm geçmiş yaşamlarından daha büyüksün. Sen “şimdi”nin ürünüsün, hayatını şimdi’de yaşıyorsun, geleceğin şimdi’de yaratılıyor.
Olmak halinde yaşadığın zaman önemli olan tek şey şimdi’dir, geçmiş ve gelecek değil, çünkü Tanrı’nın yaşadığı yer orasıdır.”
Ramtha – Beyaz Kitap

14 Ocak 2014 Salı

Sabır nasıl kazanılır?

Sabır neye yarar? Sabırlı olmayı nasıl başaracağız? İşte hayatınızı huzurlu bir şekilde yaşamak için sabretmeyi öğrenmenin yolları…

 
sabir mkle
Sabır öğrenilebilir bir şey mi? Evet… Gerekli mi? Çok… Peki nasıl başaracağız sabırlı olmayı? Okuyun…

Yaşamımız boyunca belki de her gün ihtiyaç duyacağımız bir şey sabır… Hatta bırakın ihtiyaç duymayı, huzurlu bir şekilde yaşamanın da en büyük anahtarlarındandır! Dolayısıyla sabrı öğrenmemiz ve hayatımızda uygulamamız şarttır. Pudra.com olarak araştırdık; sabır neye yarar? Sabırlı olmayı nasıl öğrenebiliriz?

Sabır neye yarar?

Dayanıklı olma, bir durum karşısında sakinliğini kaybetmeden bekleyebilme ve sabırlı olma kapasitesi hayatımızın her anı için değerlidir. Sabır sadece huzur ve sükunet içinde bir hayat sürmenin değil; başarının da anahtarıdır aslında… Size iki özlü sözü hatırlatıyoruz: “Öfkeyle kalkan zararla oturur” ve “Sabreden derviş muradına ermiş”… Sabrı yeterince özetliyor, değil mi?

Sabretmeyi nasıl öğreneceğiz?

Sabrı öğrenmenin temelinde durumları gözünüzde çok büyütmemek ve aceleye getirmemek yatıyor. Sakinlik beraberinde sabrı getireceğinden; telaş da haliyle sabrı bir o kadar uzaklaştırır. O yüzden bir şeyleri hızlandırmaktan bir an önce vazgeçin. Yine bir özlü söz hatırlatalım: “Acele işe şeytan karışır”

Sizin için üç farklı durum karşısında sabrı araştırdık: size bağlı olmayan, çevrenize bağlı olan ve yapabileceğiniz hiçbir şeyin olmadığı durumlar karşısında 'sabretmeyi de sabremeyi' bilerek...

Size bağlı olmadan gelişen durumlarda…

Genelde gün içinde sizin elinizde olmayan sebeplerden kaynaklanan aksi durumlar karşısında yapmanız gereken temel şey; olayı büyütmemek ve dramatikleştirmemek. Sonuçta yapacak bir şey yok; durum sizin elinizde değil… Hemen sakin olup olaya pozitif açıdan bakmaya çalışın.

Pozitif bakabildiğinizde göreceksiniz ki bazı şeyleri beklemenin aslında size katacağı şeyler vardır. Kendinizi oyalamayı bildiğinizde, vaktin boşa aktığını düşünmediğinizde ve her anın tadını çıkarmayı tercih ettiğinizde farkında bile olmadan sabretmenin ilk adımını atmış bile olacaksınız. Unutmayın; bir sokaktan yüz defa geçtiğinizde bile yeni bir şey fark etme ihtimaliniz yüksektir. Dolayısıyla hiçbir vakti küçümsemeyin; her boş vakit size minicik de olsa, yeni bir şey öğretecektir.

Çevrenize bağlı gelişen durumlarda…

Çocuğunuzla ilgili gelişen durumlar veya projede birlikte çalıştığınız tembel iş arkadaşınız veya ağırkanlı eşiniz… Bu tip sizi yavaşlatan durumlarda en büyük isteğiniz her şeyi hızlandırmak oluyor, değil mi?

Bu gibi olaylar karşısında öncelikle yine sakinliğinizi korumanız; ardından bu gecikme durumlarına ve sizin sinirlenmenize neden olan kişiyle konuşarak bu problemin üstesinden gelmeniz gerekiyor. Eğer öfkenizi kontrol edemiyorsanız Öfke nasıl kontrol edilir? ve Öfkenizi kontrol altına alın yazılarımızı okumanızı öneririz. Çevrenize bağlı sabır gerektiren durumlarda pozitif bakmak daha zordur; ama yine kendinizi oyalamanız mümkündür. Kendinize bir meşgale yaratarak zamanı kaybetme hissinden kurtulmuş olursunuz.

Sabretmek için de sabredin…

Bu kez de bir İtalyan atasözünü örnek vererek başlayacağız: “Roma bir günde kurulmadı.”Kendinize zaman tanımayı, sabretmeyi en güzel özetleyen sözlerden biri… Sabretmeyi de sabretmek lazım!

Çevreye bağlı sabır gerektiren durumlarda iş arkadaşınızı karşınıza alıp ondan biraz daha hızlı çalışmasını rica ettiğinizde veya gereken her şeyi yaptığınızda tüm gece ağlayan bebeğinizin hemen ağlamayı keseceğini sanmayın! Biraz gerçekçi olun… Umutsuzluğa kapılmanızdan bahsetmiyoruz asla; ama ‘hemen’ beklentiler yaratmayın kendinizde. Durumların değişmesi için biraz zaman tanımanız şart! Nedenleri fazla sorgulamayın, detaylar arasında boğulmayın; sadece kendinize şunu söyleyin: “Biraz zaman ver.”

Yapabileceğiniz hiçbir şeyin olmadığı durumlarda…

Olabilir; bazı durumlar karşısında elden hiçbir şey gelmez. Bu gibi yapabileceğimiz hiçbir şeyin olmadığı durumlarda tuttuğunuzu bırakabilirsiniz! Biliyoruz, söylemesi çok zor, ama“dünyanın sonu değil” ya?

Madem elinizden bir şey gelmiyor; zihninizi, bedeninizi, sabrınızı, duygularınızı başka bir şeye yönlendirin. Tutmayı bıraktığınız durumu da vakit kaybı olarak görmeyin; ondan ders aldığınızı ve bu dersin sonraki durumlarda yolunuzu belirleyeceğini kendinize hatırlatın. Unutmayın; "Sabrın sonu selamettir!

13 Ocak 2014 Pazartesi

Hayatınızın Amacı Nedir?

Amaç, bir ayrımcılık bilincine sahip olmak demektir, hayatınızda neyin gerekli olduğunu, neyin gereksiz olduğunu bilmek demektir. Amaç, insana dürüstlük bilincini verir. Hedefinizden sapmadan, daha ucuz amaçların etki alanına girmeden ve onlar tarafından aldatılmadan ona odaklanın. Özellikle en zor şartlarda amacınızı hatırlayın. Amacınız yükseldikçe, yaşamınız da zenginleşir.
Bu makaleyi yazmadan ve size göndermeden önce beni içtenlikle ve sabırsızlıkla takip eden Tempo okuyucuları, sevgili dostlarım; bu soruyu hayatımda karşılaştığım, derin ve bilge bir yanıt alabileceğimi düşündüğüm dikkate değer kişilerin hepsine sordum. Nobel Ödülü sahipleri, meşhur bilginler, büyük iş adamları ve üst düzey politikacılar, ve hatta arkadaşım John Kenneth Galbraith ile bulunduğumuz özel bir Papa görüşmesinde Papa’ya bile sordum.
Size temin edebilirim ki, bu soru karşısında, en önemli adamların, çok güçlü düşüncelerin ve dev faaliyetlerin çocuklar gibi küçüldüğünü gördüm. Bu soruma bir cevap ararken masallarda ve mesellerde geçmişten daha fazla gerçek olduğunu gördük. Özellikle, en aydınlatıcı ve ilham verici fikirleri bir çocuk masalında keşfettik.
Saint-Exupery’nin en meşhur romanında, Küçük Prens bir evden dahi büyük olmayan kendi küçük gezegenini, evrenin geri kalanının nasıl olduğunu görmek için terk eder. Her biri ‘tuhafça’ kendi yolunda ilerleyen ve sadece bir yetişkin tarafından mesken tutulmuş olan diğer 6 gezegeni ziyaret eder. Yıldızlara hükmeden, onlara sadece yapmakta oldukları işi yapmalarını emreden bir Kral. İltifat olmayan hiçbir şeyi duymayan ve herkes tarafından beğenilmek isteyen fakat kendi gezegeninde yalnız yaşayan Kibirli Adam. Unutmak için içen bir Alkolik. Kendisinin sahip olduğunu sandığı yıldızları saymakla sürekli meşgul olan ve yıldızları, daha çok yıldız satın almak için kullanmayı dileyen bir İşadamı. Gezegeninin rotasyon hızında, hiç durmaksızın, dinlenmeksizin, gereksizce dakikada bir kere lambayı aydınlatan ve söndüren Fener yakıcısı. Bütün zamanını astronomik haritalarla geçiren ama gezegenini incelemek için bir kez bile masasından kalkmayan bir Coğrafyacı.
Sıradan insanlar bizlerin de bildiği gibi, tıpkı Prens’in ziyaret ettiği bu gezegenlerin yalnız sakinlerine benzerler. Her biri, rollerinin hapsinde, kibir ve benmerkezcilik balonunda mühürlenmiş, sürekli hipnotik konseptli işlerle meşgul, seçmedikleri yerlerde ve kişilerle sevmedikleri işleri yapan, kendi dünyalarına kilitlenmiş insanlardır. Bunlara ilave olarak bizler, Küçük Prens’in ziyaret ettiği ve yedinci gezegen olan Dünya’da karşılaştığı Demiryolu Makasçısı tarafından mükemmel bir şekilde temsil ediliyoruz. Demiryolu Makasçısı, insan halinin saçmalığını ve anlamsızlığını anlatan ve en iyi sembolize eden karakterdir. Onun aynasında kendi parodimizi, deforme olmuş imajımızı ve yaşamımızın kinayeli halini görebiliriz.
Demiryolu Makasçısı prense yolcuların bir yerden başka bir yere giderken trenlerin arasında durmaksızın nasıl acele ettiklerini, nereye varacaklarını bilmeden, bulundukları yerden asla tatmin olmadıklarını ve aralarından sadece çocukların pencerelerin dışına bakmaya zahmet ettiklerini anlatır.
Nereye gidiyoruz? Yolculuğumuzun kaderi nedir? Hayatımızın amacı nedir? Hiçbir zaman bu can alıcı soruları derin düşünmek için sessizlik ve inziva halinde kalmıyoruz.
Her insan eşsiz, sadece ona ait olan bir şeyleri yapmak için dünyaya gelmiştir. Hayattaki amacımız; kendimizi tanımak ve hangi eşsiz yaratım için dünyaya geldiğimizi bulmak olmalıdır. Amacımızı bilmek, hedefimizi formüle etmeyi bilmek kendimizi tanımanın bir parçasıdır. Antik Yunanlılar için sıradan insanların yaşamı veya ölümü Tanrılarla ilintili değildi. Onlar, ortak bir kaderin kaynaşmış kitlesine aittiler. Sadece kahramanlar ve yarı tanrılar yaşamlarını kişisel bir maceraya çevirecek bir kadere hak kazandırılmışlardı.
Özellikle en zor şartlar altında amacınızı hatırlamanız geleceğe başarı mesajları gönderir ve insanlığın çoğunluğu ile karşılaştırıldığında sizi üstün bir pozisyona yerleştirir. Bir amaca sahip olmak, kişinin kaderinin tohumuna hakim olmasıdır. Bu, bir ayrımcılık bilincine sahip olmak, hayatınızda neyin zaruri olduğunu ve neyin zaruri olmadığını bilmek demektir. Amaç, insana dürüstlük bilincini verir. Amacınıza ondan sapmadan, daha ucuz hedeflerin etki alanına girmeden ve bu tip küçük ve ucuz hedefler tarafından aldatılmadan odaklanın. Bir lider, hayatta kendini ve özel vazifesinin ne olduğunu bilen insandır. Bir lider bilir ki; kendisinin dışında, bilinen veya bilinmeyen, doğal veya doğaüstü, kaderini etkileyebilecek hiçbir güç yoktur. O, kendisi ile yüzleşirken yalnızdır.
Amacımız, yaşamımızı, geleceğimizi, kişisel ve finansal kaderimizi yaratır. Yaşadığımız ve çalıştığımız fiziksel alan bile amacımız tarafından belirlenmiştir.Amacınız yükseldikçe, yaşamınız da zenginleşir.
İngilizcede “Aim” (Amaç) sözcüğünün “I am” (Ben) sözcüğünün anagramı olması semboliktir. Bu nedenden dolayı, ”Who am I?” (Ben kimim?) varoluşsal sorusuna şu cevabı verebiliriz: “I am my aim” (Ben, amacımım)
Bir kere Amaç’ınızı formüle ettiğinizde, tekrar tekrar yazın, üzerine derin derin düşünün ve onunla bir olana kadar gözünüzde canlandırmayı durdurmayın. Bir insan, Amaç’ı ile bir olduğunda öyle bir mükemmellik bilinci geliştirir ki; dahili ve harici limitleri yıkar. Ünlü ressam Paul Klee (1879-1940) hayatının ve sanatının birbirini nasıl sardığını ifade etmek için şöyle derdi: “Renk ve ben biriz ve aynı şeyiz”
Bir Amaç’ın olduğunda asla senin gücünden ve zekandan daha üstün olmayan bir zıt kuvvet tarafından karşı tutulacaksın. Görünüşte, Amacı’nın yerine gelmesine karşı gibi hizmet eder fakat aslında senin en iyi müttefiğindir. Ancak görünüşünde ötesinde ve şiddetli maskesinin arkasında, bu antagonistik güç, başarın için zaruridir ve gelişimin için sana gerekebilecek bütün fırsatları sağlamak üzere gece gündüz hizmetinde çalışmaktadır.
Amaç konusunda, insanlık kendisini psikolojik olarak iki ayrı gruba ayırmaktadır: düşleyenler ve düşlemeyenler. Düşleyenler de kendi içinde fulltime ve part-time olarak ayrılırlar. Düşlemeyenler ve part-time düşleyenler para, şöhret, güç ve herhangi bir maddesel pozisyon peşinde koşarlar. Sadece fulltime düşleyenler, tıpkı oynanmaya değer bir oyun gibi hayatta gerçekten değerli olan şeylerin zenginlik, konfor ve başkalarının takdirini kazanmak olmadığını bilirler. Düşlerine çelik bir kablodan da güçlü olan altın bir iple bağlıdırlar, yaşamdaki en mükemmel başarıya, Oluş’larının tekliğine, eksiksizliğine ve bütünlüğüne kusursuzca meyletmişlerdir. Hiçbir şey daha önemli değildir. İşte hayat bunun içindir.

Prof. Stefano D'Anna

10 Ocak 2014 Cuma

Duyguların Hamalı OlmayalımErgün Arıkdal
Evet duygular, şu meşhur duygularımız; en çok önem verdiğimiz nesneler. Duyguların geliştirilip deneysel doygunluğa ulaştırılabilmesi için biz insanlar bütün hareketleri türlü kalıplara sokarak yapıyoruz. Kimisi için vicdani olurken, kimisi için de nefsani oluyor bu tür hareketler. Duygularıyla birleşmeyen insan var mıdır acaba? Duygularının hamalı olmayan, ilerleyeceği yolu unutmayan, neden sonra sağ duyusunun önden ilerleyerek bıraktığı izleri takip etmek zorunda kalmayan insan acaba nerede? Bu soruları sormak gerekiyor. 
Hepimiz duygularımızla özdeşleşiyoruz, Baştan aşağı öfke oluyorz; baştan aşağı sevgi oluyoruz. Baştan aşağı kin garez içerisinde olmakla, baştan aşağı merhamet ve acıma duygusu içerisinde olmak arasında bir fark yoktur. Bunlarduygularla özdeşleşmek demektir . Bizim için en büyük zorluk bu özdeşleşmenirı sınırlarını takip edememekten ileri geliyor. Her şeyimizde en uç noktalara kadar gitmek, her şeyi marjinal hale getirmek bizim en büyük zaafımızdır. Bu yüzden de duygularıyla birleşmeyen hiçbir İnsan yoktur. Çünki insan duygularıyla ancak varlığını sürdürmektedir.
Onun bütün tecrübesi beden içerisinde enkamasyon kanunlarına uygun bir şekilde yerleşmiş olduğu için, beden içerisindeki bütün bağlantıları duyguları vasıtası ile olduğu için, çevresiyle ve kendisiyle, yani madde ile olan bağlantıları duyguları ile kurulduğu için, duyguları ile birleşmeyen insan hemen hemen yoktur. Buradaki birleşmeden maksat işbirliği manasında değil, özdeşleşme, duygularının esiri olmak manasındadır. 
Duyguların hamalı olmamak lazım. Hamal olmak başka, bir şeyi taşımak başkadır. Yani hiç durmadan ne olursa olsun, hiç dinlenmeden, hiçbir amacı olmadan başkalarının gayesine hizmet ederek mütemadiyen bir şeyi taşımak hamallıktır. Yani iradi ve vıcdani olmayan, gerçek bir hedefe bağlı olmadan yapılan işlerin çoğu da böyledir. "Bütün bu işin hamallığını da ben yapıyorum" diye de şikayet ederiz.
Yükler ağırdır, hafiftir, olabilir, olmayabilir, yani hedeflerimize ulaşmak jçin yapacağımız hareketlere uygun düşer veya düşmez; her şeyi bizim yapmamız manasına geliyor gibidir ama buradaki hamallık bütün yüküyle, bütün baskısıyla taşımak manasına. 
Örneğin, küfelerle veya sırtlarına koydukları taşıma cihazlarıyla, büyük yüksek çuvalları veya balyaları taşıyan harnallar vardır. Onlar bütün güçleriyle, bütün ağırlıklarıyla, yani bellerineve ayaklarına verilen büyük basınçla yükü taşırlar.
Dikkat edersek burada bir basınç, fizik bir güç var. Manevi bir yük taşımak hamalhk değildir; bu işin fiziki yükünü taşıyoruz, yani duyguların en taşınmaması gereken hususlarını da taşıyarak, duyguları bütün adiliğiyle veya bütün yüceliğiyle veya bütün eksikliği veya bütün fazlalığıyla sırtımızda taşıma hamallığından bahsediyoruz. Zararlı olan duygusallık budur. Duyguya haddinden fazla yer vermektir. 
Demek ki duyularımızın hamalı olduğumuz vakit ilerleyeceğimiz esas yolu unutmamız yüzde yüz, kesin bir şey. Yani yaşayışımızdaki maksat nedir? Yeryüzünde yapacağımız vazifeler, hizmetler nelerdir? Duygularımızın aşırı derecede esiri, onlarla aşırı derecede yüklü olarak yaşamak suretiyle asıl dünyaki hedefimizi de şaşırırız. Nereye gideceğimizi bilemeyiz çünki duygularımızı taşımaktan başka şeyimiz kalmamıştır. Vazifemiz ve hedefimiz kalmamıştır, hakiki hedefimizi kaybetmişizdir.
Bu husus bir yerde inanç kabuklarıyla kapalı olan bütün insanlarda da vardır. Onlar dünyaya neden geldiklerini bilmeden, sadeceinançlarının verdiği duygularının hamalı olmak suretiyle, onların ağırlığı altında ezilmiş kalmış, hedeflerini şaşırmış, yoldan çıkmış, yani kendi yollarında ilerlerken o yolun oyuncağı haline gelmiş kimselerdir. O yolun duygularının hamalı olduğumuz vakit, o yolun da oyuncağı oluruz. O zaman kendi hedefimize asla ulaşamayız. O yol bize hiçbir zaman faydalı olmamış olur. 
Tabii burada bizim duygularımızın hamalı olmadan, hedefimizi kaybetmeden ilerleyebilmemiz için her şeyden evvel sağduyumuzu önden ilerletmek zorundayız. Her şeyde sağduyumuz bizden önce hareket etmelidir, bizden, önce ilerlemeli ve bize bıraktığı ışıklı izleri takip etme imkanı sağlamalıdır. Sağduyumuz varsa belki bu duygu hamallığmı kısmen boşaltmamız ve kendi gerçek hedefimize doğru ilerlememiz mümkündür. Böylece yozlaşmanın üzerimizdeki etkilerini azaltmamız, hatta kaldırmamız mümkün olabilir.
( Değişime Doğru - Ergün Arıkdal )

7 Ocak 2014 Salı

Dinler Bir Tek Yerden mi
Kaynaklanmaktadır? 

Ergün Arıkdal
Spiritüel bilgilerin bize vermiş olduğu kanaate göre dinler bir tek yerden kaynaklanmaktadır. Dinler, spiritüel bir plan tarafından tesis edilmiştir. Bu plan kısaca RiM dediğimiz RUHSAL iDARE MEKANiZMASIDIR. 
Ruhsal idare Mekanizması, dünyamıza bağlı tekamül sistemlerine hükmeden bizlerin başlangıçtan sona kadar her türlü tekamül yükünü üzerine alarak, bizleri qeliştiren ve mütekamil kılmak için her türlü kozmik imkanı seferber eden, bizim tasavvur edemiyeceğimiz kadar geniş kapsamlı büyük imkanlara sahip ve bu imkanları sırf insanların çıkarları ve yararları için kullanan yüksek bir ruhi plandır.
Ruhsal idare Mekanizmasının vermiş olduğu bilgilerin tümü dinleri teşkil eder. Bu bilgiler çeşitli açılardan, çeşitli zamanlarda, çeşitli ihtiyaçlara göre değişik şekillerde verilmiştir.
Bize göre Dinler bir tek kaynağa sahiptir bu kaynak ta Ruhsal idare Mekanizmasıdır, Doğal olarak her din, kutsal kitabında kaynağının Tanrı olduğu fikrini belirtir. Dinlerin vermiş olduğu Tanrı kavramı ile bizim bu anlattıklarımız  arasında aslında hiç bir çelişki yoktur.
Çünkü yaratılmış, var edilmiş olan her şey bir müteaI gücün etkisiyle, bilgisiyle ve kudreti ile tesekküI eder. Bu güce ne isim verdiğimiz aslında çok önemli değildir. Çünkü bu güç, biz kabul etsek de' etmesek de vardır.
Bütün kainatları yaradan KADiR-İ MUTLAK OLAN ALLAH’TIR.
Kainat çok muntazam ve mükemmel bir şekilde birbirine bağlı olan sistemlerden mütesekkildir. Bu sistemler içerisinde tekamül seviyesi bakımından ortanın çok daha altında bulunan bizim gibi seviyeler için Ruhsal İdare Mekanizması RAB'tir. Rab demek, Tanrı yani Yaradan demek değildir.' Rab bizi gözeten, bize rehberlik eden, bize bilgi veren, bizi terbiye eden, ve bize çok yakın bir sistem demektir. Kainatımızda, bizim tasavvur edemeyeceğimiz kadar fazla sayıda bu tip RUHSAL sistemler vardır. Bu RUHSAL sistemlerin hepsi Yaradanın amelesi, memurudur. Tanrı’dan türemiş, onun yakını, onun parçası, sağ kolu, değil sadece ve sadece işçisidir. Bizler de işçisiyiz. Yaratıcılık yalnız ve yalnız Kadr-i Mutlak ALLAH'a özgüdür. 
Onun yaratıkları ise onun koyduğu sistemlere uyarak tekamül etmek, yükselmek zorunda olan varlıklarız.
Tanrıya İnanıpta tek bir Allah’ın kuluna hayırda bulunmamış bir insan olacağınıza, hiç Tanrı’ya inanmayıp çok insana hayırda bulunan biri olun daha iyidir. Çünki kul ile Tanrı arasındaki mesele bizi ilgilendirmez. İslam da, Allah kendine ait olanı bağışlar ama kullarına ait olanı bağışlamaz, diye. bilinir.
Tanrı indinde sizin telafi edilecek bir durumunuz olabilir. İnanmamanızın bir sebebi belki o andaki bir ihtiyacınızdan bir bilgi eksikliğinizdendir ama yaptığınız hareket daha üstün bir harekettir. Davranışlarınız hep iyiye dönüktür. Öbürü ise Tanrı’ya herşeyden evvel inanıyor ve koşuyor ama elinden bir tek doğru iş çıkmamış. Bu nasıl bir inançtır sorarım size? Tanrıya inanmanın en büyük müeyyidesi şudur: Siz, sizden çok daha yüksek bir iradenin ve gücün varlığını kabul ediyorsunuz, baş eğiyor ve hareketlerinizi ona göre tanzim ediyorsunuz.
Sizin üstünüzde, sizin iradenizden, sizin gücünüzden daha üstün bir kuvvet var buna inanıyorsunuz ve hareketlerinizi ona göre dürüstçe, vicdanlı, sevgiye bağlı, ahlaklı bir şekilde, insanca bir biçimde yürütmek için kendinizi devamlı kontrol altında tutuyorsunuz; eğer bunlar yapılmıyorsa inancınız bir fantaziden, bir kendini tatminden ibarettir. Bu demek değildir ki Tanrı’ya inanılmasa da olur, yeter ki hareketler, iyi düzgün; ahlaklı olsun. İnsan ben Tanrı’ya bütün samimiyetimle inanıyorum ama elimden de bir türlü hayırlı işler gelmiyor dememelidir. Bu bir nevi egoistçe kendini sigorta etmektir ve bencilliktir. Aksiyona geçmemiz gereklidir. Kuru kuruya inanmak olmaz. Hiç inanmayıp düzgün bir aksiyonda kalmak bu nedenle daha makbuldur.
Düzgün aksiyonda bulunan bu insanlar Tanrı kavramını nasıl olsa öğreneceklerdir ama düzgün hareketi kendi egonuzu, kendi düşüncenizi kozmik bir tarzda çalıştırmayı öğrenmek çok daha zordur. Tanrı adına pek çok kötülük yapanlar vardır. Vururlar, öldürürler, kırarlar ama onlara sorarsanız bunlar Tanrı adına yapılmaktadır. Bu tamamen saçma ve yanlış bir inanış tarzıdır. Tanrıya böylesine saçma sapan bir yakınlık asla kurulamaz.
Kutsal kitaplarda bu konuya pek çok örnek bulunmaktadır. Bir örnek verelim; Hz. Musa Tanrı’ya bana kendini göster, neredesin diyor. Ona cevap olarak «sen beni göremezsin benim tesirime dayanamazsın ama tesirimin bir kısmını karşıdaki dağa yansıtacağım bak bakalım ne olacak deniyor ve dağ alev alıyor.» Bu örneğin anlamı şudur; hiç bir mahluk, hiç bir yaratık Tanrı’siyle bir yakınlık, bir birleşme teşkil edemez. İnsan ancak inanabilir, içinde duyar, hisseder. Duygularımızla ne kadar, neyi kavrayabilmişsek onu hissederiz. Tahayyülümüz, imajımız yeterli olamaz, yani gözümüzün önüne bir şey getiremeyiz, sadece duyarız. Doğuda ve Batıda Mistikler bunu anlamışlardır, Tanrısal ve vecd içinden çıktıktan sonra hiç bir şey söyliyemezler. Böylesine koyu bir duyguyu cümlelere, kelimelere sığdıramazlar. 
Biz Tanrıya inansak da, inanmasak da bilinmesi gereken en önemli husus şudur.
Evrenin bir Yaratıcısı Vardır
Tanrı fikri müteal bir fikirdir. Bir bilgi olarak insanların zihnine giremez o yüce bir duygudur ancak hissedilir., 
Ruhsal İdare Mekanizması Allah’ın izni ile, onun koyduğu ilah'i yasalar içerisinde dünyanın Rabb’idir. Dünya’yı görüp gözetir, bize yol gösterir ve bizlerin tekamül etmesini sağlamaya çalışır. Mevcut bütün dinler RiM tarafından bu TANRISAL Plan aracılığı ile bize verilmiştir.
Konferans Özeti

2 Ocak 2014 Perşembe

Kalbinin sırlarını çözmek için sabır göster ve tıpkı kilitli odalar gibi, sana tümüyle yabancı bir dilde yazılmış kitaplar gibi, soruların kendisini sevmeye çalış. Asıl sorun her şeyi yaşayabilmek. Şimdi soruları yaşama zamanı.
Rainer Maria Rilke
Kendini iyi hissetmeyi herkes ister. Doğal olarak, bize keyif veren etkinliklerin büyüsüne kapılır, üzüntü kaynağı olanlardan uzak dururuz. Bazıları için bu, her türden gelişkin stratejiyi ve ertelenmiş hazzı içerir. Diğerleri içinse bu duygu, dışarı çıkıp sevdiğiniz şeyleri yapmak kadar basittir.
Tüm insanlar karmaşık bir yapıya sahiptir ve her bir insan tektir, kendine özgüdür. Doğal olarak hazzı yakalamanın da sayısız yolu vardır. Geçmişimiz ve yaşam koşullarımız çoğu zaman önümüze ciddi engeller çıkarır. Bu engellerin üstesinden gelineceğini düşünsek bile, pek çoğumuz çok derinlerde de olsa ne oranda zevk edinebilme iznimiz olduğuna ilişkin yerleşik birtakım inançlara sahibiz.
Mutluluk arayışında insanları birleştiren nokta, mutluluğun deneyimin sonucunda ortaya çıktığı görüşüdür. Cinsel yaşam, para, güç, sevgi; tüm bunlar olağanüstü tetikleyiciler olarak görülür. Bununla birlikte, mantıklı düşünen insanlar, bireyin iç dünyası tarafından beslenip korunmadığı takdirde, bu tetikleyicilerin hiçbirinin, kalıcı zevk getiremeyeceğinin farkındadır.
İç huzuru ararken sayısız saatler ve milyarlar tutarında para harcıyoruz. Kitaba, tedaviye, dinlenceye, yoga ve meditasyon gibi yöntemlere yatırım yapıyoruz. Daha iyi ve mutlu insanlar olursak, gerçek yaşam deneyimimizin de canlanacağı umudunu taşıyoruz.
Bu yaklaşım çoğu zaman başarıyla sonuçlanıyor. Yaşamla daha kolay başa çıkıp olayları soğukkanlılıkla karşılayabiliyoruz. Ama yaşam yine de herkes için zor ve bu uzun yolculukta acılar sık sık yolumuzu kesiyor. Hiçbir içsel çalışma bizi çok sevdiğimiz birinin ölümüne hazırlayamaz. Daha doğrusu, çoğu kişi zaten hazırlamamalıdır diyecektir. Savlarına göre, yaşama sıkı sıkıya bağlanmanın yolu, başımıza ne gelirse gelsin kabullenmek ve buna derin ve gerçekçi bir tepki vermekten geçiyor.
Bu görüşe katılıyorum ancak bu hikayenin yalnızca bir yarısı. Bu kitapta hikayenin diğer yarısını sizlere aktarmaya çalışacağım.
Sonsuz ve her an sahip olunan bir mutluluğun var olduğunu hayal edin. Bu mutluluğun karşılıksız ve koşulsuz olduğunu hayal edin. Her tür deneyimin temelinde onun olduğunu ve yaşamdaki en üzücü olayların bile onun gücünü veya varlığını sarsamayacağını hayal edin.
Ben böyle bir mutluluğun var olduğunu biliyorum. Biliyorum, çünkü onu yaşıyorum ve sizin de yaşayabileceğinize inanıyorum.
Dahası, yaşamınızı bu mutluluğun ışığında sürdürmek için benim gibi olmanız ya da başkalarına benzemeniz gerekmiyor. Tanrı inancına veya başka bir inanışa sahip olmak zorunda da değilsiniz. İster çekingen, ister girişken, Hristiyan ya da ateist, devrimci ya da muhafazakar, ne olursanız olun bu mutluluk size ait.
"Öyleyse nerede bu mutluluk?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Yanıt çok basit. Sözünü ettiğim mutluluk, herkesin içinde her zaman var olan ama nadiren seçilen bir mutluluk. Onu seçmek için iki soru sormanız yeterli. Bu soruları büyük bir sabır ve istekle sormak zorundayız. Bu soruları somutlaştırmak ve hayata geçirmek zorundayız.
Bu kitapta kısaca bu soruları tanımlamaya, açmaya ve bunları içselleştirmeniz için gereken her şeyi size sağlamaya çalıştım. Kitabı sonuna kadar okuyup soruları hayata geçirmeye başlarsanız, ölümsüz ve bir o kadar da tarifsiz bir mutluluğu tatmış olacaksınız.
Kitap, yazmaya nasıl karar verdiğimi açıklayan ve konunun çerçevesini çizen"Hizmet Koşulları" başlıklı kısa bir tanıtma turuyla başlıyor. "Temel Mutluluk"başlıklı ikinci bölüm soruları ortaya koyup, onları tanımlıyor ve nasıl uygulamaya geçirileceğini gösteriyor. Bu bölüm temel bir geçiş niteliği taşıdığından ayrıntılara ve karmaşık noktalara değinmiyor. "İleri Mutluluk"başlıklı üçüncü bölümde eksik kalan bu parçalar tamamlanıyor. "Mutluluğun Ötesi" başlıklı dördüncü bölümde ise soruları hayata geçirmenin bakış açımızı nasıl kökten değiştirebileceği anlatılıyor.
Kitaba yaklaşımınız okuma sürecinizi de doğrudan etkileyecektir. Şu noktaya kadar içinizde bir merak uyandıysa baştan sona kadar okuyabilirsiniz. Sabırsızlanıyor ve mutluluğu hemen yakalamak istiyorsanız doğrudan "Tanımlayıcı An" başlıklı bölüme atlayın. Oldukça temkinli yaklaşıyor ve devam edip etmemekten bile şüphe ediyorsanız ilk olarak, en yaygın ayrılıkçı fikirlerin yer aldığı "Fikir Ayrılığı" başlıklı bölüme bir göz atın. Hayatınızın herhangi bir anında umutsuzluğa düşüyor ve yaşam koşullarınızın mutluluğa engel olduğundan şüphe ediyorsanız, hemen "Saplanma" başlıklı bölümü açın. Bu bölümde, herkesin karşılaştığı bazı engelleri açıkladığımızı ve bunlarla başa çıkma yolları sunduğumuzu göreceksiniz.
Her ne şekilde olursa olsun bu engelleri aşabileceğinizi umuyorum. Eğer öyleyse, mutluluğu bulmak, size benim kadar pahalıya mal olup yaşamınızda büyük yaralar açmayacak demektir.
Son olarak bu kitaptaki hiçbir şeyin bana ait olmadığını söylemeliyim. Mutluluk da, tıpkı mutluluğa davet gibi varlığın kaynağındaki büyük gizemin bir ürünüdür. Her şeyi o kaynağa borçluyum, onda kendimi buluyor ve bir gün sizinle orada buluşacağımızı umuyorum.
( Koşulsuz Mutluluk - Howard Raphael Cushnir )

Farkındalığınızı Artıracak 5 Kişisel Gelişim Kitabı Bir Ömür Nasıl Yaşanır? – İlber Ortaylı “Kendimi geliştirmek istiyoru...