Rezonans Kanunu – İsteklerin Yönetimi – Pierre Franckh
“Eğer şu ana kadar
isteklerimiz gerçekleşmediyse, en şiddetli arzularımıza ulaşamadıysa; eğer
hayatımıza hiç istemediğimiz şeyler girdiyse, eğer mutsuzsak veya yenilgiye
uğradıysak, bütün bunların sebebini Rezonans Kanununda bulabiliriz. “
Pierre Franckh, bu
kitabında Rezonans Kanununu kavrayıp onu nasıl kullanacağımızı anlamaya
başladığımız anda, hayatımızdaki her şeyin mümkün olabileceğini anlatıyor.
Yazar, hayatımızı kalbimizle değiştirebileceğimizin de altını
çiziyor.
Düşünce gücümüzle maddeye etki edebilir miyiz?
Kim olmayı istiyorsun?
İsteklerimizi hangi yolla yayıyoruz?
ideal partneri yaşamımıza çekmemizi sağlayan en uygun rezonans alanını nasıl oluştururuz?
Rezonans alanın yazılı ve görsel izlenimlere nasıl tepki verir?
Eğer istediğimiz sonuçları elde etmeye
çalışıyorsak; düşüncelerimizi, duygularımızı ve inançlarımızı gözlemleyerek
yönlendirmeye başlamalıyız. Çünkü hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir
rezonans alanı oluşturur ve biz isteklerimizi yönetebiliriz.
Belki de şu anda imkansız olduğunu düşündüğün şey, işte bu sınırsız
olanakların imkansız olmadığı fikridir. Öyleyse bu senin şahsi kanaatindir.
Bunun doğru ya da yanlış; iyi ya da kötü bir tarafı yok. Bu senin, kendi
kanaatindir ve yaşamın da bu doğrultu da ilerleyip gelişecektir.Ama ya hayat görüşün ve inandıkların yanlış bilgi ve olgulara dayanıyorsa?
En yeni bilimsel araştırmalar, duygu, düşünce ve inançlarımız sayesinde olduğumuzu, hiçbir şüpheye yer bırakmazsızın ispatlıyor. Zira duygularımızla desteklenmiş ve kaydedilmiş inançlarımız muazzam bir rezonans alanı oluşturuyor. Ve bu rezonans alanındaki titreşimlerle uyum içinde olan her şey, evet dünya üzerindeki her şey, bu titreşime ayak uydurmak durumunda kalıyor.
Demek ki asıl soru şu: Sen şu anda hangi rezonans alanını oluşturuyorsun? Ve bu soruyla kendimizi konunun tam ortasında buluyoruz.
Rezonans Nedir?
Resonantia = Akis
Rezonans = Eko, yankı, titreşim
Rezonans Kanunu, evrendeki her şeyin birbirleriyle titreşimler aracılığı ile nasıl iletişim halinde olduğunu anlamamızı sağlar. Vücudumuzun her bir organı ve hücresi de dahil olmak üzere dünyadaki bütün nesnelerin ve canlıların kendilerine has bir titreşimleri vardır. Bu, madde içinde böyledir. Maddenin titreşim enerjisini incelediğimizde farklı objelerin genellikle farklı frekanslarda titreştiğini görürüz. Bazıları da aynı ya da benzer frekansta titreşir.
Bunu piyanodan da biliriz; piyanonun herhangi bir
tuşuna bastığımız zaman, bu tuşla uyumlu olan diğer bütün teller de titremeye
başlar. Notaların daha pes ya da tiz olması, hiç önemli değildir. Uygun
frekansta olmaları onların titreşime geçmeleri için yeterlidir.
Diğer insanlar, nesneler veya olaylar, eğer
bizimle aynı frekansta iseler, içimizde oluşturduğumuz titreşim alanına karşı
koyamazlar. Bizim titreşimlerimize tepkisiz kalmaları mümkün değildir. Nasıl ki
piyanonun basılan tuşuyla aynı frekanstaki diğer teller bu tuşun hareket ile
titreşmek durumunda kalıyor ise, bizimle aynı frekanstaki insanların, nesnelerin
ve olayların da bizim titreşimlerimize katılmaktan başka seçeneği yoktur.
Peki ama diğer varlıkların bizim enerjimizle
titreşime geçmesi bize ne yarar sağlar? Burada, Rezonans Kanununun şu temel
kuralı devreye giriyor: BENZERLER BİRBİRİNİ
ÇEKERLER.
Bizim titreşimlerimizle uyumlu olan her şey,
karşı koymaksızın bizim hayatımıza çekilecektir. Bu, bizim için her zaman olumlu
bir şey anlamına gelmez. Mesela titreşim bazen maddeyi tahrip edecek kadar
kuvvetli olabilir. Bir opera sanatçısı sadece sesinin gücü ile bir bardağı
çatlatabilir. Burada yaptığı şey enerjiyi boşluktan bardağa iletmektir. Eğer
bardağa iletilen enerji bardakla aynı titreşime sahipse, yani bardağın moleküler
yapısı ile aynı frekanstaysa, basınç bardağı çatlatacak kadar büyük
olabilir.
Biz bir bardak gibi çatlamayız tabii ki. Ama
içimizdeki “negatif titreşim enerjisi” olarak adlandırdığımız şey; bizde
hoşlanmadığımız, huzursuzluk verici hislerin uyanmasına, hatta belki sarsıcı
olayların yaşamımıza çekilmesine sebep olabilir.
İşte bu yüzden, nasıl bir titreşim içinde
olduğumuzun, bilerek veya bilmeyerek hangi rezonans alanını oluşturduğumuzun
farkına varmak, bizim için çok mühimdir.
İsteklerimizi Hangi Yolla
Yayıyoruz?
“Ön yargıları yıkma, atomu parçalamaktan daha
zordur” Albert Einstein
Kalp, ezelden beri sevginin en kuvvetli sembolü
ve duygularımızın merkezi olarak kabul edilirdi. Ama sonra tıp ve modern bilim
ortaya çıktı ve bize, kalbin sadece vücudumuzda kanın dolaşımını sağlayan bir
pompa olduğunu yutturmaya çalıştı. Biz “normal insanlar” ise, elimizde
halihazırda bunun aksini kanıtlayacak herhangi bir delilimiz olmamasına rağmen,
kalbimizin duygularımızın merkezi olduğu inancımızı asla kaybetmedik. 1993
yılında duyguların insan vücudu üzerindeki hakimiyeti hakkında bir araştırma
yapılmak istenmiş ve bunun için duygularımızın oluşumundan sorumlu olduğu
düşünülen bölgeye, yani kalbimize odaklanılmış. Oldukça çabuk, daha
araştırmaların başında herkesi hayrete düşüren bir şey tespit edildi ve bu
buluşun neden daha önce yapılmadığının şaşkınlığı yaşandı. Bu nefes kesici
buluş; kalbin muazzam büyük bir enerji alanıyla çevrili oluşuydu. Burada
bahsedilen alanının çapı yaklaşık iki buçuk metredir.
Bir düşünün, kalbimiz beynimizin oluşturduğundan
çok daha büyük bir enerji alanı oluşturuyor. Bilim şimdiye kadar beynin, sahip
olduğu elektromanyetik nabızlarla en büyük yayın alanına sahip olduğunu
varsayıyordu. Ama şimdi bundan çok daha büyük bir enerji alanı bulundu, insan
vücudundan dışarı uzanacak kadar kuvvetli bir enerji. Böylece ilk şaşkınlık
atılmasıyla birlikte, akıllara kalbimizin etrafındaki bu enerji alanın nasıl bir
görevi olduğu sorusu geldi. Geldiğimiz noktada ulaştığımız bilgiler şaşırtıcı
olduğu kadar önemlidir de.
Kalbimiz tarafından oluşturulan elektromanyetik
alan vücudumuzdaki organlarla iletişim halindedir. Hatta beyin ve kalbin
arasında bir bağlantının bulunduğu ve bu bağlantıyla kalbin beyne hangi
hormonları, endorfini ya da diğer kimyasalları salgılaması gerektiğini
bildirdiği kanıtlanabildi.
Beynimiz bağımsız hareket etmiyor,
aktiviteleri için gerekli sinyalleri kalbimizden alıyor.
Hepsi bu kadar da değil! bilim adamları
araştırmalarında kalbimizden yayılan bu elektromanyetik alanın sadece
duygularımız tarafından oluşturulmadığını ve gücünü diğer önemli bir kaynaktan,
kanaatlerimizden; yani derin bir inançla bağlandığımız ve hayatımıza
doğrultusunda yön verdiğimiz düşüncelerimizden aldığını buldular. Bütün duygu ve
düşüncelerimiz kalbimizin enerjisinde bilgi olarak bulunmakta ve vücudumuzdan
yayılan en kuvvetli sinyal olarak sadece beynimize ve organlarımıza değil, aynı
zamanda dünyanın derinliklerine doğru taşınmaktadır. Bu ezeli gerçeğin
yansımalarını “kendini derin bir inançla savunmak” “bir şeyi kalpten istemek” ve
tabii “kalbinin sesini dinlemek” gibi bazı deyimlerimizde görmek mümkündür.
Kalbimiz, inanç ve duygularımızı elektromanyetik
titreşimlere ve dalgalara dönüştüren bir tür aracı olarak hizmet eder. Ve bu
elektromanyetik dalgalar vücudumuzla sınırlı kalmaz, bütün çevremize uzanır,
bizi kuşatan her şeyle iletişim halindedir. Kalbimiz, bütün inançlarımızı,
geleceğe yönelik düşlerimizi ve duygularımızı başka bir dile, titreşimlerin ve
dalgaların kodlanmış diline çevirir ve bunları evrene gönderir.
İnançlarımız kalbimizin yaydığı elektromanyetik
dalgalar sayesinde fiziksel dünyayla etki alışverişinde bulunur. Yayılan bu
enerjinin ne denli büyük olduğunu HeartMath Enstitüsü’nün yaptığı araştırmalar
gözler önüne seriyor:
- Kalbin elektrik akımı (EKG), beyinde oluşan elektrik akımından (EEG) altmış kez daha kuvvetlidir.
- Kalbin manyetik alanı ise beyninkinden beş bin kez daha kuvvetlidir.
Demek ki kalbimizle, beynimizle yaydığımızdan çok
daha fazla enerji yayıyoruz. Peki bunu bilmek, bizim için neden bu kadar önemli?
Çok basit, çünkü bu sayede, bazı dileklerimiz hemen gerçekleşirken, bazılarının
gösterdiğimiz tüm çabalara rağmen neden bir türlü tezahür etmediğini
anlıyoruz.
İsteğimizin gerçekleşeceğine gerçekten inanmadan
olumlama (imgeleme) yaparsak ya da bir şeylerin hayalini kurarsak, sadece
beynimiz elektromanyetik dalgalar yayarken, duygularımızın gerçek merkezi olan
kalbimiz beş bin kat daha büyük bir kuvvetle, genellikle tereddüt ve korku olan
asıl inancımızı dünyaya yayar. Bunun sonucu apaçık ortadadır; hayatımızda sadece
kalbimizin derinliklerinde gerçekleşeceğine inandığımız şey
gerçekleşecektir.
İnançlarımızı duygularımızla desteklediğimiz
zaman yaydığımız enerji çok daha büyük olur. Ama üzgün, depresif ya da
bitkinsek, istediğimiz şeyi dileyebiliriz, bu durumda kalbimizden yaydığımız
hüzünlü duygular, mantığımızdan gelen isteklerden her zaman daha güçlü
olacaktır. Peygamberle, günümüzün ve geçmişin dünyaca ünlü alimleri ve bilgeleri
ısrarla “Kalp gözüyle görmeyi” öğrenmemizi söylerler.
Kalbimizle
Dünyayı Değiştirebiliriz.
Tüm bu anlatılanlar, sahip olduğumuz inançların
evrene yollandığı ve Rezonans Kanununun esaslarına göre evrende kendileriyle
aynı titreşimdeki enerjileri aradığı anlamına gelir.
Benzerler birbirini çeker. Bizim enerjimizle
rezonans içinde olan her şey hayatımızda tahakkuk edecektir. Sözün özü;
inandığımız her şey yaşamımızda gerçekleşecektir.
Bu nedenle, isterken dikkat edilmesi
gereken en önemli noktalar:
- Ne dilersen dile, bunu mantık seviyesinden kalp seviyesine taşı,
- İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için, bunun mümkün olduğuna kesinlikle inanmalıyız.
- İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için önce kendimizi mutlu bir ruh haline sokmalıyız.
Öncelikle bilincimizi hedefimize yönlendirmeliyiz
ki, hayatımızda gerçekleştirmek istediğimiz şeylerle etkileşime geçebilelim.
Hayatımızda sadece derinden inandığımız şeyler gerçekleşebilir. Bu en başta
kendi hakkımızdaki düşüncemiz için geçerlidir. Kendimizle ilgili görüşlerimiz
yaşayacaklarımızı belirler. Tabii ki bu, bir şeyleri harekete geçirebilmek için
gerekli olan güç ve kudrete sahip olabilmek için, bu kudretin bize dışarıdan
verilmediğini, içimizden husule geldiğini anlamamız gerektiği anlamına da
geliyor. Demek ki dış dünya, her zaman bizim iç alemimizi yansıtır.
İnançlarımız
Dış Alemimizi Değiştirmeyi Nasıl Başarıyor?
Son yıllarda modern bilimin tespitlerinde köklü
değişiklikler oldu. Değişim 1995 yılında Rus Bilim Akademisi’nde Vladimir
Poponin ve Peter Gariaev yönetimindeki araştırmalarla başladı. Bu iki bilim
adamının deneylerinin sonuçları o kadar hayret vericiydi ki, bu deneyler
Amerika’da tekrar edildi ve sonuçta orada kamuoyuna duyuruldu.
Vladimir Poponin ve Peter Gariaev, “foton” adı
verilen ışık parçacıkları vasıtasıyla DNA’nın tutumunu incelemek istiyorlardı.
Bu test serisinde vakum oluşturmak için bir borunun içindeki tüm havayı aldılar.
Artık vakumda bile kesin bir hiçlik olmadığı biliniyor. Her mekanda özel
aletlerle oldukça isabetli ölçülebilen fotonlar (ışık enerjisi) kalıyor. Böylece
fotonlar borunun vakumunda oldukça düzensiz bir şekilde dağıldı.
Bir sonraki adımda boruya insan DNA’sı verildi.
Ve o anda çok şaşırtıcı birşey oldu. Parçacıklar DNA’nın varlığında daha farklı
sıralandı. DNA, fotonlara direkt olarak etki ediyordu. Sanki görünmez bir güçle,
fotonları, boruda düzenli bir şekilde sıralamıştı. Artık bu deneyde kesinleşen
şey şuydu; İnsanın DNA’sı, fiziksel dünyaya direkt etki ediyor.
Klasik fizikte, daha önce böyle bir şey
gözlemlenmemişti. Dahası, klasik fiziğin alışılagelmiş mantığında, böyle bir
şeye yer yoktu. Yani fotonlar insanların açıklayamadığı bir tutum sergiliyordu.
Aslında bu yeteri kadar heyecan vericiydi, ama daha sonra olanlar tartışmasız
bir devrim niteliğindeydi…Bilim adamları, DNA’yı borudan aldıkları zaman,
fotonların düzenli sıralarını bozup dağınık hallerine geri döneceklerini
düşünmüştü. Ama beklenenin tam tersi oldu! Fotonlar sanki DNA hala oradaymış
gibi düzenli sıralarında kaldı.
Araştırmacılar deneyleri defalarca tekrarladılar,
varılan sonuç aynıydı; fiziksel olarak ayrılsalar bile DNA ve fotonlar arasında
hala bir bağ vardı. Görünüşe göre, kuantum fiziğinin “kuantum alanı” dediği bir
alan aracılığıyla birbirleriyle bağlantılıydılar. Boşluk olarak tabir ettiğimiz
şey aslında hiç de “boş” değildir, bilakis içinde milyarlarca verilerin dalgalar
aracılığı ile hareket ettiği ve yayıldığı bir alandır.
Bu deney Rezonans Kanununu anlayabilmemiz için
oldukça aydınlatıcı olmuştur. Ayrıca bu enerji alanını ayrıcalıklı kılan ise;
tanıdığımız hiçbir enerji türüne benzememesidir.
Sıkı dokunmuş bir ağ gibi işlediği
görülen enerji yüklü bu alan, iç ve dış alemimiz arasında bir nevi köprü görevi
görür.
Tıpkı ses dalgalarının, havayı taşıyıcı olarak
kullandığı gibi, yaydığımız inanç ve düşünce gücü de dünyaya taşınabilmek için
bir aracıya ihtiyaç duyar. Burada, kuantum alanı devreye girerek, bu aracılık
görevini üslenir.
Bu enerji alanı, farkında olsak da
olmasak da her şeyle ve herkesle bağlantı içinde olmamızı mümkün
kılar.
Bu esnada “alıcının” bizden ne kadar uzaklıkta
olduğunun hiçbir rolü yoktur. Bu alıcı yan komşumuz da olabilir, dünyanın öbür
ucunda bulunan bir kişi de olabilir. Oluşturulan ve yayılan rezonans alanı, her
zaman doğru kişiye ulaşır. Böylece istediğimiz hedefimizle aramızda, enerji
yoluyla kesin ve aktif bir bağlantı kurabileceksek eğer, neden en büyük
arzularımızın gerçekleşmesi için daha fazla bekleyelim ki?
Kuantum alanı sayesinde herşeyle ve herkesle
hemen bağlantıya geçebiliriz. Tek yapmamız gereken şey bunun için bir adım
atmaktır;
Rezonans Kanunu, her zaman “evet”
der.
İnançlarını her zaman doğru
çıkarır.
Sana karşı gelmez.
Mesela, hayatının önemsiz olduğuna ve
hiçbir anlam taşımadığına mı inanıyorsun, bu inancın,
onaylanacaktır.
Gerçek, büyük bir aşkı hak ettiğine mi
inanıyorsun, para, manevi ve maddi zenginliği hak ettiğine; hayatının derin, her
şeyi kuşatan bir anlamı olduğuna mı inanıyorsun, bu inancın yaşamında
gerçekleşecektir.
Neye inandığın enerjinin umurunda
değildir, inancın yüksek ahlaki değerler taşıyabilir ya da çok kötü bir şey
olabilir sana fayda sağlayabilir ya da hayatını zorlaştırabilir, enerji işin
ahlaki kısmıyla ilgilenmez ve yargılamaz.
Enerji daima senin yaydığın içtekiler
doğrultusunda çalışır.
İç
alemimizde sahip olduğumuz her şey, dış dünyada da karşımıza
çıkacaktır.
Dünyada karşılaştığımız her şeyin bir kaynağı
vardır ve bu kaynak düşüncelerimizdedir. Eğer istediğimiz sonuçlara ulaşmak
istiyorsak, düşüncelerimizi kontrol etmeye başlamalıyız, çünkü düşündüğümüz her
şey bir rezonans alanı oluşturur.
Uzun süreli ve sık olarak düşündüğümüz,
hissettiğimiz ve söylediğimiz her şey rezonans alanımızı yoğunlaştırır. Bu
yüzden kaybetmek hakkında her düşünce kaybetmek, kazanmak hakkındaki her inanç
da kazanma ihtimalini kuvvetlendirir. Bu yüzden dış dünyada değiştirmek
istediğimiz her şeyi düşünce gücümüzle değiştirebiliriz.
İçindeki yaratıcılığı hatırla ve onu
bilinçli olarak kendi iyiliğin için ve diğer insanların iyiliği için
kullan!
Arzularımız
gerçekleşmek üzere bizi nasıl bulur?
Artık aydınlık getirmemiz gereken tek nokta,
bizimle etkileşime geçen enerjinin, bizi nasıl bulacağı konusudur. Sonuçta
evrende milyarlarca DNA var ve bunların her biri enerji alışverişinde bulunuyor.
Peki, evren arzularımızı, daha doğrusu arzulananı yolunu şaşırmadan bize nasıl
iletir?
Bir yandan sürekli “yayındayız”. Rezonans
alanımızı durmaksızın pozitif ve negatif düşüncelerimizle programlıyoruz. İstek
ve amaçlarımızı koruduğumuz sürece, korku ve endişelerimiz içinde aynı şey
geçerli, rezonans alanımız bizimle aynı titreşimde olanları bize çeker. Diğer
yandan ise hepimiz “kod” olarak adlandırdığımız genetik bir isme sahibiz.
Kriminal teknik ve babalık testi ile ilintili olarak bu kavramı daha önce
duymuşsunuzdur. Her bir hücrenin DNA’sı da, aynı parmak izi gibi, eşsizdir. DNA,
başkalarıyla karıştırılması mümkün olmayan genetik bir parmak izi bırakır. İşte
bu enerji içinde geçerlidir. DNA’mızın enerji parmak izi , açık ve net bir adres
bırakır. Titreşim o kadar belirgindir ki, her zaman bizim için en uygun çözümü
bulur.
Düşünce
Gücümüzle Yeni Bir Gelecek Oluşturabilir Miyiz?
Zaman hiç de göründüğü gibi değildir. Sadece
bir yöne doğru hareket etmez ve gelecek, geçmişle aynı zamanda mevcuttur. Albert
Einstein
Düşünce gücümüz sayesinde geleceğimizi
etkileyebilir miyiz? Kesinlikle evet! Bunu yapabiliriz, hem de tahmin
ettiğimizden daha fazla. Kuantum fizikçilerinin nefes kesici buluşları
hayatımızı her an tamamen değiştirebileceğimizi ve istediğimiz her şeyi
değiştirebileceğimizi, bize bir kez daha gösterdi.
Bildiğimiz gibi düşünce gücümüzle enerji
yaymaktayız. Tabii ki sadece biz değil, diğer bütün insanlarda aynı şekilde
enerji gücü yaymakta. Aynı titreşimdeki enerjiler birbirlerini çektikleri için
tıpkı bizim diğer insanları ve olayları kendimize çektiğimiz gibi başka insan ve
olayların da bizi çekiyor olması doğaldır. Buradaki tek koşul, iki enerjinin
birbiriyle uyumlu olması yani titreşimlerinin birbirine yakın olmasıdır.
Bu arada kuantum fiziği, kuantum dalgası denilen
şeyin, örneğin; düşünce ve inançlarımızın, sadece fiziksel olarak yayılmakla
kalmayıp zaman içine de yayıldığını bulmuştur. Yani inançlarımız sadece yer
değil, zaman da değiştiriyorlar (zaman dalgaları). Demek ki “normal kuantum
dalgası” diye adlandırdığımız, geçmişten geleceğe giden kuantum dalagaları var.
Bunun dışında, bir de “birleşik karmaşık dalgalar” olarak adlandırdığımız
gelecekten geçmişe yayılan dalgalar vardır! Hayret verici değil mi? Ama gerçek.
Geleceğe yayılan dalgalar “teklif dalgası”, geçmişe geri dönen dalgalar ise “eko
dalgası” olarak adlandırılır.
Eğer bu iki dalga karşılaşırsa, yani gelecekten
gelen bir eko dalgası, bizim yolladığımız bir teklif dalgasına rastlarsa, bu
durumda dalgalar birbirlerini modüle ederler ve ikisinin ortak ürünü olarak
ortaya “olay ihtimali” dediğimiz şey çıkar. Kuantum fiziğine göre “bir olayın
gerçekleşmesi ihtimali, geçmişten gelen teklif dalgası ile gelecekten gelen
uygun bir eko dalgasının buluşması sonucu ortaya çıkar”. Bu şu anlama gelir :
“Sadece geçmiş geleceği değil, aynı zamanda gelecek de geçmişi etkiler”.
Aklımız bunu idrak etmekte biraz zorlanabilir,
çünkü şimdiye kadar hep zamanın geçmişten geleceğe, doğrusal bir biçimde
ilerlediğini düşünmüştük. Şimdiyse bunun tam tersinin de mümkün olması aklımız
için şaşırtıcı. Demek ki : Gelecek dışarıda bir yerlerde, çoktan beri mevcut.
Aksi halde geçmişe, yani bizim şimdiki zamanımıza, dalgalar yollaması mümkün
olmazdı. Senin geleceğin de şu an, şu saniye mevcut. Ama yine de geleceğinin
akışı önceden belirlenmemiş, zira geleceğin çeşitli mahiyetlerini seçme imkanına
sahibiz.
Tabii ki bilincimiz, sadece bir tek zaman
algılıyor. Farklı bir şey tanımıyoruz. Bu şaşılacak bir şey değil, sonuçta
duyularımız çok sınırlı.Bütün ışık yelpazesinin sadece % 8′ini
algılayabiliyoruz. Geri kalan % 92′lik gerçeği, aynı şekilde bizi çevrelemesine
rağmen algılayamıyoruz. Aslında var olduğu halde tamamen yok sayıyoruz.
Ama yine de etrafımızda hiç tanımadığımız diğer
enerji titreşim, dalga ve bilgilerle çevrili.
Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.
Sokrates
Teklif dalgamız tüm geleceğimizi dolaşır. İster
bir saniye sonrası, ister bir ya da on yıl sonraki olaylar olsun, tüm
olasılıklar tek tek kontrol edilir. Bu aşamada kuantum fiziği şu fenomeni
keşfetmiştir: Gelecekteki olay, zaman açısından ne kadar yakındaysa, rezonans da
o kadar nettir. Bu şu anlama gelir; “Gelecekte gözlediğim bir olay zaman
açısından bana ne kadar yakınsa, o olayın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği kararı o
kadar kesindir.”
Yakın gelecekteki bütün olayları,
bugünkü bilincimiz belirler.
İşte bu noktadan sonra “istemek” konusuna
varıyoruz. Zira istemek birçok ihtimalden birini yaşamımıza çekmekten başka bir
şey değildir.
- Bir şey istediğimizde, bu doğrultuda bir teklif dalgası yolluyoruz.
- Bu dalga, bir eko dalgasıyla irtibata geçiyor.
- Bir gerçekleşme ihtimali meydana getirebilirsek istediğimizin gerçekleşmesi için en uygun şartları sağlamış oluyoruz.
Zira dış dünya her zaman iç alemimizi
yansıtır.
Ancak bilincimizi hedefe yönlendirirsek
yaşamımızda sahip olmak istediğimiz şeylerle etkileşime
geçebiliriz.
Eğer istediğimiz sonuçlara istiyorsak;
düşüncelerimizi, duygularımızı ve inançlarımızı gözlemleyerek yönlendirmeye
başlamalıyız, zira hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir rezonans alanı
oluşturur.
Rezonans Kanunu-Pierre Franckh


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder