Hakikate yol almayan yapay spritüel
akımlar, yitip giden bir zaman çarkının söz cümbüşü içinde kendi kendilerini
tüketmekteler. Daha öncekilerinde büyük ve bir hakikate ulaşmayan sözcükler
dünyasında yitip gittiği gibi, yeniçağın eski oyuncakları ile kendinden
geçmişçesine oynamaya devam edenler ve bir türlü tatmin olmayanları kendileri
olarak büyük vizyonlarını gerçekleştirme yolunda zor günler
bekliyor.
Söz idrak etmekte söze muhtaç olanlar içindir. Sözsüz idrak
edebilenlerin söze ne ihtiyacı var? İdrak edebilen (anlayabilen) için bu
göklerin yerlerin hepsi sözdür. Hafif bir sesi işitene bağırıp çağırmaya ne
lüzum var.
– Mevlânâ
Tüm bedenlerini birleştirme ve kendini keşfederek bütünleme ve
keşfettiklerinde anlayışla idrak ile derinleşerek tekleşme yolunu tüm bu
albenili oyuncakların arasından nasıl görecekleri meçhul…
İnsanı binlerce yıldır tutsak kılan arketip enerjileri ve saçaklanmaları,
kendini keşfetmenin yolunda bir engel oluşturmakta. Mesela dini öğretilere kadar
girmiş, kurban arketipi, kurtarıcı arketipi, tanrı arketipi, kutsal arketipi ve
benzer alt saçaklanmaları spritüel yolda yürüyenlerin önünde büyük bir engel
oluşturuyor. Malum insanoğlu 7 bedenden oluşuyor. Her arketipin 7 bedende ortaya
çıkışı farklı senaryolarla oluşuyor. Mesela kurban bilinciyle fiziksel bedende
dünyasal planını deneyimleyen varlık, hayatında kurban olacağı senaryoları
üretiyor ve ilgili rol arkadaşlarını yaşamına çekiyor. Üst bedenlere çıkıldıkça
her bedenin deneyimleyeceği arketip de evrim geçiriyor ve kendini yeniliyor
versiyonlarını üretiyor. Ama sonuçta bu arketipler bir yerde kolektif zihninde
büyük kapları olmakta. Bunların hepsine de köleliğin (dualitenin) kalıpları
diyebiliriz.
Dış kaynaklı filmlerin hepsinde de, reklamlarda da ve benzeri tüm akımlarda
da, insanoğlunun köleliğini devam ettirecek, hep tutsaklık içinde bırakacak,
uyanmasına engel olacak, objeler, senaryolar, modeller ve roller ile bu enerji
ve imajinasyon akımı devam ettirilmeye çalışılmakta.
Yeni çağın ruhsal uyanış ve ayağa kalkış vakti olmasından dolayı, şimdi de
spritüel dünyamız çılgınca mesajlarla dolmuş durumda. Her tarafta bilmem hangi
galaksinin nerelerinden bir mesaj bir sesleniş indirdiğini iddia edenlerle dolup
taşmakta. Binlerce yıldır kölelik ve kurban kalıbı ile devinmiş insan zihni
şimdi çılgınca bir arzuyla kutsallık kalıbı ile -kutsal- olmaya ve tanrısını ele
geçirmeye çalışıyor.
Batını öğretilerin, sabrı, tevazusu, alçakgönüllülüğü, ben değil sensin diyen
sevgisi ve erdemleri yolun cilveleri adabı erkanı unutulmuş …
O, sen demektir.
Ama sen sakın ben deme,
Hep sen diye
söyle.
Göz dürüst görürse, sen O olursun.
O da sen olur. —
Mevlana
Rastladığımız herkes neredeyse kendini peygamber ve elçi ilan etmiş durumda,
rablar ve zatlar ile çay kahve sohbetlerinde evrenler kurtarılıyor ve birlik
beraberlik muhabbetleri yapılıyor. Yedi beden aşılmış, gezegenden taşılmış,
evrenlere varılmış, aklımıza gelebilecek tüm kutsal değerler ve sözcükler
paçavra edilmiş ama anlaşılan, nefs denen hokkabaza henüz ulaşılamamış.
Abdal Yunus’un, Rabbine ulaşmak için, Taptuk Emre’nin dergahında sabırla 40
yıl odun taşıdığını, Mecnunun çöllerde yıllarca aç bi ilaç dolandığını
düşününce, spritüel camianın vahameti ve yollarının çetinliğine nasılda ayan
beyan oluyor. Allah selamet versin ki bir hayırlı el uzatanları olsun demekten
başka bir şey kalmıyor seyreyleyenlere. Devre kapanışlarında hepsi de
pekaladır. Ve aladır.

İşin ilginç yanı da şudur ki, dünyanın içrek bedenlerine musallat olan bir
şey sanki insanın uyanmasını ve bütünlenmesini istememekte ve bir radyo kanalı
gibi kutsal olma tutkusu ile yanıp tutuşanları çengelleyerek, alıcılarına, mısır
piramitleri markalı kültürlü birlik bütünlükten bahseden mütemadiyen
standartlaşmış frekanslar iletmekte ve alıcıları da bunu, reenkarnasyon
manzaraları, ırklar ve geçmiş yaşamlar olarak bir akış halinde izlemekte ve
aydınlandığını zannetmektedirler. Mesajların içerikleri sunuluş şekli birbirinin
kopyasıdır. Binlerce yıldır kör olan gözleri ile nereden geldiği belli olmayan
frekansın etkisiyle birkaç görüntü gördüğünü sananların çoğunluğu ise
çabasıdır…
Hedefli, manyetik enerji yüklü bulutlar nasıl ki bölgesel depremler
yaratabiliyor ve iklim koşullarını değiştirebiliyorsa, dünyanın kolektif zihnine
de ilginç spritüel mesajlar yayınlanması ve uyanma zamanı insanların içsel
dengelerinin ve hedeflerinin yok edilerek geçici bir spritüel tatmin duygusu ile
oyalanması çok muhtemel gibi.
Güneşin kozmik patlamaları, uzay boşluğundan gelen kozmik akımlar, nefslerin
tatminsizliği, yaşamlardaki artan ağır sorunlar, günümüz insanın kendine varma
yolundaki derin yalnızlığı ve katlanarak devam eden içsel ve dışsal kaoslar,
henüz nefsini terbiye edememiş insanları, hiçbir anlamı olmayan ve bir denize
kavuşturmayan sayıklamalarla baş başa bırakmakta adeta…
Buda insanın sonuçta kendi içine bakmasını, hayatını, varoluşunu ve derin
yalnızlığını sorgulamasına engel olmaktadır. Çünkü kutsallık arketipinin açmazı
hedefe varıldığının da derin yanılgısını barındırır. Halbuki arayış bir yerde
bitse bile Sonsuz Ol’anın sonsuzluğunda evrim ve sonsuzluk basamaklarının ilki
dünya üstatlığıdır. Ki dünya üstatlığına, sevgili Mevlana ne çilelerle, sevgili
Yunus ne derinliklerde ve adını bilemediğimiz üstatlar ne sessizliklerde ve ne
hiçliklerde ulaştılar.
Ne anlamı vardır ki birlik üzerine söylenen tüm o sözlerin. Zaten sözdür dış
kabuktur. Sözler söylendikçe insanı dışarıda bırakan zihnin aletleridir.
Entelektüel doğasıyla zihin terbiye edilip dengelenemezse, ruhsal bedenlerdeki
tatmini de siptül söylemler olacaktır.
Süptil söylemlerin en yaygını yeniçağın doğası gereği, birlik
bütünlük söylemleridir.
Böylece zihin şimdide kendini, tüm yeni çağın o albenili sözlerini söyleyerek
tatmin etmektedir. Aslında bu sözlerin -halini- yaşamaya ve o farkındalıkta
olmaya niyetli değildir. Zaten niyet ve eylem olsa sözcükler orada olmayacaktır,
kısaca yaşamayı başladığınızda -birlik- hali öyle bir haldir ki zihnin ölmesini
gerektirir. Zihin birlik halinde öleceği için de orada ne söylem olacaktır ne
sözcükler olacaktır.
Zaten orada zihin olmayacaktır. Zihin ölmek istemediği için, sonlu ve sınırlı
doğasından dolayı da, kişiyi sözcüklerle yapay bir spritüellik içine taşımakta
ve bu sanal birlik sözcüklerinden oluşan dünyada bir coşkuya maruz bırakmakta ve
‘oyalamaktadır’.
Ne zaman ki varlık sessizleşir ve sukut içinde kendi kendiyle hemhal olur,
işte ruh kendini belli etmeye başlar. Çünkü Ruh zaten her şeydir ve her şeyin
olduğu yerde bir şeylerin lafı sözü bile olmaz, olamaz. Çünkü orada sözcüklerle
ifade edilemeyecek -halin- deneyimini eylemektedir ruh.
Nasıl konuşsun varlık.
Konuşsa kelimeler zaten hiç olmamıştır kifayetsiz kalacaktır tüm
anlatılacaklar.
Susar. Sessizleşir ve içinde derinleşmeye ilerler.
Kutsal kitaplarda müjdelenen ve Maya takviminde de zamanın sonu ile ifade
edilen zaman, ruhumuzun bu dünyada ayağa kalkma ve kendini gerçekleştirme, ne
olduğunu bilme ve sonsuz hamd ile sonsuz kabul ile sonsuz aşk, sonsuz bütünlük,
uyum, denge ile dünya zamanı ve mekanında Ol’ma zamanıdır.
Tabiî ki insanı binlerce yıldır uykuda tutanlar ve uyutmaya devam eden yeri
geldiğinde sellerle tufanlarla yok eden yeri geldiğinde DNA’ları ile oynayarak
kendi fıtratınca var eden “ne” ise, şimdi de insanlığın uyanışı üzerinde çok
ağır veballeri üzerine almaktadır. Henüz bedenleri üzerinde hakimiyet kuramamış,
dünya yaşantısı açmazlarla dolu ve hayatın Hayrı yönünde kendi varlığının ve
eylediklerinin neresinde durduğundan habersiz insan kardeşlerimiz, kendinin
ruhsallaştığını veya erdiğine inanarak ve bu ZAN içinde çocukların iştahla
oyuncakları ile oynaması gibi, yeniçağın eski aletleri ile oynamaktadır…
Oysa aynı zamanda zihin kontrol araçlarının, nano teknolojinin ve biyolojik
silahların ayyuka çıkan eylemlerinden, insanların kolektif zihni ve manyetik
alanlar üzerine yapılan deneylerden habersiz olan insan, kolektif zihnin
manyetik alanına yüklenen ve kim yüklüyorsa da bu mesajlarla insanın oyalama
niyetinde olanların da oyuncağı haline gelmektedir.
Sonuçta neye hizmet edecek tüm mesajlar, henüz “kendin” ortada yoksun.
Yüzlerce yıldır bu kadar mesaj bu kadar kutsal kitap indi. İnsan “kendisi” denen
muammayı ortaya gerçekleştiremedikten sonra aklı başına ve kalbine inmedikten
sonra, dünyanın mesajını indirsen ne olacak. Dünya nefs bedeni büyümüş ama aklı
büyümemiş ruhu zincirlerle zaaflarına ve dünyadan çıkarı olanlarca yaratılmış
illüzyon matrisine tutsak kalmış insanlarla dolmakta.
Yeniçağın eski oyuncakları çoğumuzu yolumuzdan eyleyecek, vakitler dolduğunda
ve saatler bittiğinde elbette göklerin perdeleri açılacak. Ve herkes kendini ne
kadar eylediğinden veya eylemediğinden ve ne eyledi veya eylemediyse onu
yaşamakla ve onun içinde var olmakla mükellef olacak.
Çünkü bu hayatta ne ekersek onu biçeceğiz.
Bu hayatta ne görürsek, ahret denen içselliğimizde de onu göreceğiz.
Mesaj almak veya vermek veya ortada peygamber gibi dolanmak, O’na küfürdür.
Onun insanı yarattığı yüceliğe şirk koşmaktır.
İkiliktir.
İnsanın kendini sevmemesi, kendinden nefret etmesi halinden doğan bir
ayrılıktır.
Açıkça İnsanın kendini tüketmesidir. Kullanması ve kullandırmasıdır.
Sonlu yaşamını ve zihnin spritüel zevklerini ve tatminlerini geçici
heveslerini, ebedi yaşamına ve büyük Galaktik Varlığına Evrensel Oluşumuna
tercih etmektir.
Varlık da geçkince oluşumuna karşılık, çocuk oyuncakları ile tatmin olarak,
zekası geri bir büyük olarak kalmak istiyorsa da kendi bileceği iştir. Evren
herkese nasibini verecektir. Nihayetinde de her şey de fıtratıncadır.
Mesela insanın kendine ne kadar dürüst ve samimi olduğuyla ilgilidir.
Dürüstlüğün ve samimiyetin soru ise şudur ve KALBE
sorulur:
Kendimi seviyor muyum, yaptığım benimle ne kadar
uyumlu?
Ne zamanki insanın kendini ayırdığı ve ötesi berisi dediği zannı sonlanacak
işte o zaman HAY’AT da, Biz de dirilecek. Yaşamaktan o kadar keyif o kadar
zevk alacağız ki, yaşama ve yaşamın ürettiklerine o kadar bağlı ve yoldaş
olacağız ki, bilmem nereden gelirse gelsin hayatın yaşam dolu SES’inden başka
bir şey duymayacağız. İşte o zaman Hayat da bizim Dostumuz, biz ise Hayatın
yoldaşı olacağız.
HAY Ol’An Bizden akacak ve Biz de Hayata akacağız.
Dostluk devri başlayacak.
İnsan kendi kendiyle dost olacak. Başkaca bir şeye ihtiyaç duymayacak.
Hayrın O’ndan olduğunun bilgisiyle ve her şeyin de hayırlı olmadığının bilişi
ile kendi varlığımızı bu hayrın neresinde eylediğimizin, gerçek kıldığımızın
farkındalığında olmamız dileklerimle…
İndigo