29 Haziran 2012 Cuma

Bir erkek neyi bekler? 

 
 
Gercek 1 kadin bekler,annesinin besledigi gibi onu besleyen, 


 
Evini temiz,pak ve sicak tutan,

 

 
Dir dir nedir bilmeyen, 


Paranin kiymetini bilip alisveris etmeyen,

Bütün gün calisip, 



Bütün gece dans edebilien, 


Ve asla HAYIR! demeyen, 


Asla basi agrimayan; 


Ve her zaman tedbirli, 


Yalniz kendisini sevecek, 


Ve şımartacak bir kadın


BEKLER............................................... 


ÇOK BEKLER.............

 

28 Haziran 2012 Perşembe


Beyninizi doğru kullanmanın çarpıcı yolları…


1- Beyin açık havadayken ve ayaktayken daha iyi çalışır. İnsan beyninin ayaktayken yaklaşık yüzde 10 daha fazla çalıştığı düşünülmektedir. Hayatınızla ilgili Önemli kararlar alırken açık havada veya doğada vakit geçirmeyi deneyebilirsiniz.
2 – Yürürken kolları sallamak beynin performansını olumlu etkiliyor. Önemli kararlarınızı açık havada, kollarınızı sağa sola sallayarak yürürken almaya ne dersiniz?
3- Yabancı bir dil öğrenme beyni güçlendiriyor. Her gün birkaç yabancı ya da yerli yeni kelime öğrenip, kullanabilirsiniz. Sözlük okuyabilirsiniz. Alışveriş listesi veya telefon numaralarını ezberlemeyi deneyebilirsiniz.
4- Zihinsel jimnastik /antrenman yapın. Bunun için çeşitli bulmacaları çözebilirsiniz. Satranç gibi akıl oyunları oynayın.
5 – Rutin olarak tekrar ettiğiniz davranışlardan vazgeçin. Bazen telefonu sol elinizde tutun, çantanızı diğer elinizle taşıyın, evinize başka bir yoldan gidin. En azından bir günlüğüne televizyon kumandasını sık kullanmadığınız elinizde tutun.
6 – Entelektüel zevklerinizi geliştirmek için her gün mutlaka iyi bir özdeyiş antolojisinden birkaç cümle okuyun. Beyninizi kaliteli cümlelerle besleyin.
7 – Her gün güzel bir resme veya fotoğrafa bakmaya çalışın. Estetik algınız, gördüğünüz estetik şeyler kadar gelişir.
8 – Sevdiğiniz bir müziği bir süre gözleriniz kapalı dinleyin. Beyin otoriteleri tarafından klâsik müziğin zekâya 7 puan ekleyebildiği iddia edilmektedir.
9 – Günde aklınızdan 60 bin ile 80 bin arası düşünce geçer. Bu düşünceler ne hakkındaysa, hayatınız da ona göre şekillenir. Unutmayın, kafanızda en çok neyi düşünürseniz, hayatınızda da onu çoğaltırsınız.
10 – Bir konu hakkında düşünürken, nasıl düşündüğünüzü de gözlemleyin. Düşünmek üzerine düşünmek, beyin ve düşünce kapasitesini artırır.
11 – İyi bir uyku kaliteli bir beyin için şarttır. Çok uyuyorum diye üzülmeyin. Einstein‘in günlük 10 saatten fazla uyuduğu biliniyor. 24 saati geçen uykusuzluk beyinde sarhoşluğa benzer bir etki yapar.
12 – Bol ve temiz oksijen beyin için çok önemlidir. Beynimiz ağırlık olarak vücudumuzun yüzde 2’sini oluşturduğu halde, vücuda gelen oksijenin yüzde 25’ini tüketir. Oksijensiz kaldığımızda ölümü gerçekleşen ilk organımız beyindir. Odanızın penceresini açarak kendinize bol bol oksijen ısmarlayın.
13 – Farklı düşünme tarzları beyninizi geliştirir. Çocuklar ve hayvanlarla daha fazla vakit geçirin. Sizden farklı düşünen insanlarla konuşun.
14 – Kullanılmayan organ körelir. Sürekli televizyon seyrederek beyninizi “düşük viteste” çalıştırmayın.
15 – Beynin en tehlikeli yanı “ters çaba” kuralına göre çalıştığı anlardır. Başınıza gelmesinden en çok korktuğunuz şeye odaklanırsanız, korktuğunuzu başınıza getirir; Buna ters çaba kuralı denir. Beyin odaklanılan hedef olumsuz olsa bile, bunu gerçekleştirmek için çalışır. Topluluk önünde konuşma yaparken “acaba heyecanlanır mıyım?” diye düşünürseniz, heyecanlanırsınız.
16 – Beyni yoran monotonluktur. Hayatınızı ne kadar renklendirirseniz, beyninizi o kadar neşelendirirsiniz.
17 – Beyin kısa süreli hafızada beş ile yedi arasındaki bilgiyi işleyebilir. Yeni bir bilgi gelince, bu bilgilerden birini atar. Buna “sihirli sayı” kuralı denir. Bu kural aşılıp aşırı bilgi yüklenmesi durumunda beynimiz “servis dışı” olur. Hayatınızın en büyük kararlarını alırken “kafadan “ değil, tıpkı beş haneli iki rakam grubunu çarparken yaptığınız gibi, bir kâğıt üzerine yazarak ne yapacağınızı hesaplayın.
18 – Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. Fiziksel zindelik, zihinsel zindelik getirir. Uzun süre hareketsiz kalmak, zihni de hareketsizleştirir. Spor yapmaya, fazla kilolarınızdan kurtulmaya özen gösterin. Yeterince su için. Çünkü, insan beyninin yüzde 78’i su ile kaplıdır.
19 – Ders çalışırken ilk öğrenilenler, son öğrenilenler, sık tekrarlananlar ve ilginç bulunanlar en çok akılda kalanlardır. Dersleri kısa aralar vererek çalışmak akıllıca bir harekettir.
20 – Bu hafta kafanızı nasıl daha iyi çalıştırabileceğiniz üzerine daha fazla düşünün. Unutmayın, beynimizi daha iyi çalıştırmak için kullanacağımız organ yine beynimiz“Aklınızı “başınıza” toplayın ve kullanın.
alıntıdır..

27 Haziran 2012 Çarşamba


İLETİŞİM MANİPÜLASYONLARI



Düşüncelerimizi ve duygularımızı paylaşırken zaman zaman birbirimizden taleplerimiz olur. Makul taleplerimiz karşılanırken makul bulunmayanlar reddedilir.
Eğer talebimiz bizim için çok önemli ise bazen sağlıklı olmayan yollardan bunu kabul ettirmeye çalışırız.
Bu durumda tamamen talebimize kilitlenir, onu gerçekleştirebilmek için birçok şeyi göz ardı ederiz; karşımızdaki insanın duyguları, düşünceleri, kendisinden talep ettiğimiz şeyi yapmak isteyip istemediği önemli değildir. Amacımızdan başka bir şey düşünmediğimiz için zaten bunları görmemiz mümkün de değildir. Bizim gibi düşünmelerini, bizim gibi hissetmelerini sağlamak, gücümüzü ve isteklerimizi kabul ettirmek için onları kendi nesnemiz haline getirmeye çalışırız. Bu anlayışla kendimizi de bir nesne haline getirdiğimizi fark etmeyiz bile.
İşte karşımızdakini isteği dışında yönlendirmek için başvurduğumuz bu yollara manipülasyon diyoruz.
İletişimde sıkça başvurulan dört çeşit manipülasyon vardır.
1. Yumoşlar
2. Suçlayıcılar
3. Bilgisayarlar
4. Kaçaklar
Yumoşlar
Yumoşların sesleri tiz ve tırmalayıcıdır. Tartışmalarda karşı tarafın kızmasını önlemek için alttan alırlar. Eziktirler, arabulucuyu oynarlar, farklılıkları uyumlu hale getirmeye çalışırlar. Başkalarını yumuşaklıkla savunurlar, bir sorun varsa örtbas etmeye, ortalığı yatıştırmaya çalışırlar.
Sık sık özür dilerler. Ama bu, yaptıkları için değil; adeta varlıkları için dilenen bir özürdür. Neredeyse her şeye “Peki” derler. Kolay kolay karşı çıkmazlar. Yumoşlardan “Hayır” sözcüğünü pek duymazsınız.
Amaçlarına ulaşabilmek için bizdeki acıma duygusuna seslenirler. En ağır eleştirileri bile alttan alarak geçiştirebilirler. Bu tür yaklaşımların ardında “iyi insan” olarak kabul görmek ve onaylanmak isteği yatar.
Yumoşların çocukluklarında aldıkları mesaj: 
“İnsanlara yük olma. Kendin için bir şey istemek bencilliktir.”
Suçlayıcılar
Suçlayıcıların sesleri sert ve otoriterdir. Bağırır gibi konuşurlar. Saldırgandırlar. Yargılayıcı ve aşağılayıcı bir tarzları vardır. Durmadan kıyaslarlar ve şikâyet ederler. Hata buluculukta üstlerine yoktur. Karşılarındaki kişiye konuşma fırsatı tanımaz, sık sık söz keserler. Konuşurken parmaklarını suçlarcasına sallayanlar onlardır. Bir soru sorsalar bile yanıtı beklemeden konuşmaya devam ederler. Çünkü soruyu öğrenmek için değil, azarlamak, yargılamak için sorarlar. Amaçları güçlü olduklarını göstermektir.
Konuşmalarında genelleme sözcükleri çok sık geçer. Ortada bir sorun varsa bundan sorumlu tutup suçlayacakları birilerini mutlaka bulurlar. Kendileri dışında herkes hatalıdır. Ender olarak ağızlarından hatalarını kabullenir gibi bir söz çıksa da hemen ardından “Ama…” diye başlayan bir cümleyle özeleştiriyi iptal ederler.
Suçlayıcıların çocukluklarında aldıkları mesaj:
“Korkak olma! Kimsenin seni aşağılamasına izin verme!”
Bilgisayarlar
Bilgisayarların sesleri duygusuz, kuru ve monotondur. Mantıklı, sakin ve soğukkanlıdırlar. Nutuk atar gibi konuşurlar. Uzun cümleler kurarlar. Zeki görünmek onlar için önemlidir. Çok dikkatli konuşmaya, hata yapmamaya özen gösterirler. Konuşmalarında kendi alanında otorite sayılan kişilerden alıntılara çok sık rastlanır. Fikirlerini bu kişilerin görüşleriyle güçlendirmeye özen gösterirler.
Sadece kendi konuşmalarına odaklanırlar, sizin ne dediğinize pek kulak asmazlar.
İzah ederler, ölçerler, tartarlar, mantık yürütürler. Yapmalısın, etmelisin, yapmamalısın gibi tavsiye sözcüklerini sık kullanırlar. Bedenleri dik ve hareketsizdir. Konuşurken sadece başları hareket eder. Henüz anlatacakları bitmemişse, araya girip soru sorsanız da nafiledir; onlar kendi bildiklerini anlatırlar. Soruyla cevap arasında hiçbir ilişki kuramadığınız için kendi zekânızdan kuşkuya düşebilirsiniz.
Bilgisayarların çocukluklarında aldıkları mesaj:
“Mantıklı ol! Duygularınla hareket edersen istismar edilirsin.”
Kaçaklar
Kaçaklar zayıfı oynarlar, genellikle sessiz kalırlar. İşlerine gelmeyen durumlarla karşılaştıklarında ya anlamazlıktan gelirler ya konuyu değiştirirler.
Ergen yaşlarda evlerini bir otel gibi kullanırlar. Evi genellikle ilk terk eden de onlardır. Onların yüzünü yemekten yemeğe görebilirsiniz. Odalarının kapısını kapatır; müzik ya da bilgisayarla oyalanırlar. Böylece evin içindeki görmek ve duymak istemedikleri şeylerden kaçarlar. Topluluk içinde bulunmak zorunda kaldıklarında ise bu kez düşünce olarak oradan uzaklaşırlar. Durmadan bir şeyleri çekiştirirler; saçlarıyla oynarlar, çoraplarını düzeltirler, ellerine geçirdikleri bir kalemi döndürürler; her hallerinden orada olmadıkları bellidir. Hızlı hareket ederek yalnızlıklarını, amaçsızlıklarını ve yetersizliklerini unutmaya çalışırlar.
Kaçakların çocukluklarında aldıkları mesaj:
“Aman boş ver, dünyayı bu kadar ciddiye alma.”
Değersizlik ve yetersizlik duygusu özgüven eksikliği sorunudur. Bu dört manipülasyon içinde yumoşlar ile bilgisayarlar değersizlik duygusunun; suçlayıcılar ile kaçaklar yetersizlik duygusunun ürünüdür.

‎4 ANLAŞMA TOLTEK BİLGELİK KİTABI… DON MİGUEL RUİZ..



1. ANLAŞMA: SÖZ BÜYÜDÜR/ ANLAŞMALARI BOZMAK
Kullandığınız sözcüklerde kusursuz olun, ağzınızdan çıkan en küçük bir kelimeye dahi dikkat edin. Kendinizle, diğerleriyle ilgili yargılarınızda dikkatli olun. O sizin gerçekliğiniz olacaktır
Söz büyüdür, sözlerle size büyü yapan insanlara karşı dikkatli olun. Size verdikleri sıfatlarla, yargılamalarla, onay ya da onaylamamalarla sizi zehirlemelerine veya değiştirmelerine izin vermeyin. Günah, kendini reddedişle başlar, dinin verdiği yargılarla değil… Özü reddediş, en ölümcül günahtır.
Annesinin başı ağrıdığı için ” kes şu çirkin sesini!” denilen bir çocuğu düşünün. Annesi tarafından bu çocuk, sözle büyülenmiş ve uzun yıllar sesinin çirkin olduğunu düşünüp şarkı söylememiştir. Ama asıl olan nokta şudur: ANLAŞMAYA KATILMAK. ANLAŞMA İMZALAMAK. Bu kız, annesinin ona yaptığı büyü ile anlaşma yapmıştır. Kendini, onun dediği gibi çirkin sesli hissetmiştir, akmaktan ve haz almaktan alıkoymuştur. Öyleyse ilk adım, bize yapılan büyüleri ve bilmeden katıldığımız tüm anlaşmaları bozmaktır.

2. ANLAŞMA: HİÇ BİR ŞEYİ KİŞİSEL ALMAMAK
Size söylenen sözleri, yapılan davranışları kişisel almayın. “senin bu davranışın beni incitti” diyen birini düşünün. Onu siz incitmediniz. Söylediğiniz sözler ondaki bir yaraya bastığı için incindi. Ve size kızdıklarında, nefret ettiklerinde, aslında kendilerinden korktuklarını ve asıl kendilerine kızıp, öfkelendiklerini bilmelisiniz.
İnsanların sözlerini kişisel algılarsanız, hep haklı çıkmak, onaylanmak, sevilmek istersiniz. Bunu bulamadığınızda ise incinir, yara alır dolayısıyla saldırırsınız. Oysaki kendi hayatınızdaki aktör, sadece siz olmalısınız. Korkusuz yaşadığımızda, incinmeye ihtimal yoktur. Aptal durumuna düşmekten ve eleştirilmekten korkmadan sevdiğinizi haykırın.
3. ANLAŞMA: VARSAYIMDA BULUNMAYIN
Olmuş ve olacaklar hakkında varsayımlarda bulunmak, yaşamayı engeller ve enerjiyi tüketir. Bu durum en çok belirsizlikler karşısında yaşanır. Varsayım, her şeyi kişisel algılamak, dünyanın merkezine kendimizi oturtmak ve kişisel önemi abartmak sonucu oluşur.
Örneğin sevdiğiniz kişi (anneniz, sevgiliniz) sizi aramadı. Burada tetiklenen varsayımlar, “benden sıkıldı, kurtulmak istiyor, bana kızgın” diye başlar ve “ben değersizim” e kadar uzanan bir sürü varsayım silsilesi ile kendimize yeni zehirli anlaşmalar yapmamıza neden olur. Oysa yukarıdaki durumda bir sürü başka varsayım da mümkündür: “düşünmek istiyor, zaman istiyor, böylesi en iyisi, yalnız kalmaya ihtiyacı vardır, benim dışımda bir sorunu vardır, bana kıymet vermiyorsa kendi bilir, canı isterse” … Yine de en iyisi hiç varsayımda bulunmamaktır. Çünkü evrenin merkezi biz değiliz.
İnsan, her olumsuz algıladığı durumda, geçmiş hatalarını kendine hatırlatarak yeniden yeniden ceza çeker ve kendini suçlar.
4. ANLAŞMA: YAPABİLDİĞİNİN EN İYİSİNİ YAPMAK
Her koşul altında en iyisini yapmak, bizi suçluluk duygusundan kurtarır, kendinize saygı duymanızı sağlar ve bu enerjiyi bulamıyorsak da hiç yapmamak en iyisidir. İşin büyüğü küçüğü olmaz. Yemek pişirirken de, makale yazarken de, tuvalet temizlerken de ve severken de, bir işi olabildiğince kusursuz ve kendimizce “en iyisi” yapmak, kendi üzerimizdeki kara büyüleri etkisiz hale getirir.
Ama ödül beklemek ve görev olduğu için değil, her işi hayatımızın son edinimiymiş gibi dikkatli ve erinç içinde yapmak esastır. Kötü, rutin ve boş iş yoktur. Hepsi kusursuzluğa bizi götürecek adımlardır. Eğer zaten yapmak zorundaysak, bunu zevkli bir oyun haline getirmek en güzeli olmalı. Ve bunu yaparken risk almak, ritüele dönüşmesine, otomatikleşmesine izin vermemek gerekir.
SONUÇ:
Aktif bir teslimiyet, doğru yaşamak için temel şarttır. Herşeyin bize akmasını bekleyemeyiz. Ama gidenler için üzülmez, gelenler için de kaygılanmayız. Evet demek istediğinizde “evet” deyin. Hayır demek istediğinizde “hayır” deyin. Bu dünyaya sevmek ve sevilmek için geldik. SADECE OLUN, RİSK ALIN VE HAZ DUYUN. 4 Anlaşmanın yolu budur.


26 Haziran 2012 Salı


OSHO-Ne zaman bir şey sergilemeye çalışırsan, egon için gıda arıyorsun.


“Bunu iyi dinle;
Ne zaman bir şey sergilemeye çalışırsan, egon için gıda arıyorsun.
Ne zaman doğal olup, olayları akışına bırakırsan, hepsi mükemmel oluyor.
 ve sorun çıkmıyor. Doğal olduğun zaman, olayları akışına bıraktığında,
Tanrı arkandadır. 
Ne zaman korkuyorsan, titriyorsan, bir şeyleri ispat etmeye çalışıyorsan,
Tanrıyı kaybedersin. Korkundan onu unutmuşsundur.
Bencillik bir zayıflığa dönüşür.
Benliksiz bir insan güçlüdür.
Ancak bu gücünün kendisiyle bir ilgisi yoktur.
O, öteden gelir.
OSHO

25 Haziran 2012 Pazartesi


Nazar’a Kuantum Bakışı

Kuantum fiziği çok temel bir düşünce kalıbını değiştirmiştir. Örneğin deneyi gözlemlemek deney sonucu üzerine etkilidir. Yani kuantum herhangi bir şeyi gözlemlediğimiz zaman, bu gözlemleme işlemi ile  ortaya çıkan etki, gözlemlediğimiz şey ne olursa olsun onu da etkiler demektedir. Biz bir deneyi sadece gözlemlemekle bile değiştirebiliyoruz.

“Kuantum Fiziği’, klasik anlamdaki fiziksel görünür elle tutulur maddenin enerjiye dönüştüğü bir alana sokar bizi. O alanda artık atom altı parçacıklar, hızla hareket eden enerji parçacıklarından başka bir şey değildir. Daha da ötesi bu parçacıklar insan düşüncesinin yaydığı enerjiye yanıt verirler. Bu Kuantik alanı gözlemleyen kişi ile gözlemlediği parçanın birbirinden bağımsız, kopuk şeyler olmadığı çıkar meydana. Düşünceyle enerji, gözlemleyenle gözlenen, iç ile dış, burası ve ötesi arasındaki ayırımlar kalkar.
Heisenberg’ in Belirsizlik Alanı dediği bu alana, bizim gönderdiğimiz düşünce paketçikleri varlık katar. Belli hale getirir. Yani, düşüncemiz varlığı meydana getirir
Bu bize halk arasında Nazar tabir edilen durumu hatırlatmıyor mu?
İnsanın kurduğu göz teması, eşyanın ve insanın en derin hakikatine inebilecek güçtedir.
İnsan içinde taşıdığı bu muhteşem enerji potansiyeli ile eşyayı ve insanı fiziksel olarak da etkileyebilir.
Ey insanoğlu,senin gözünün kaynağından  da hiç eksilmeyen aralıksız nur (enerji), ışık fışkırır durur…
–Mevlana
Düşünce gücü gözler aracılığıyla bir objeye veya kişiye yoğunlaştırılabilir. Bu özellik bazı insanlar tarafından rahatlıkla kontrollü kullanılabilmektedir. Telekinezik (maddelere düşünce gücüyle etki yapma) eylemlere, mesela kaşıkların bükülmesi, ya da cisimlerin hareket ettirilmesine, olanak sağlamaktadır.
Düşünce bir enerjidir ve bu prensibe dayanarak günümüzde beyin dalgalarını okuyabilen, yani düşünceleri okuyabilen makine ve yazılımlar felçli hastaların kullanımına verilmiştir.
Kuantum fiziğinin son bulguları bu görüşü bilimsel açıdan da doğrulamaktadır. Gözleyen gözleneni etkileyebilmektedir…
Mevlana, nazar olgusunu bakın nasıl anlatıyor:
Dağ gibi güçlü olan Hz. Ahmed (sav)’in yağmursuz ve çamursuz yolda giderken, kem göz yüzünden, mübarek ayağı kaydı. Resülullah efendimzi (sav) ”Bu kayma nedendir, ben bu  hali sebebsiz saymıyorum” diye buyurdu. Nihayet ayet geldi de, ”Ohal sana müşriklerin kötü gözünden erişti” diye hikmet bildirildi.
Bu olay karşısında gelen ayet:
O küfre sapanlar, Zikir’i/Kur’an’ı işittiklerinde az kalsın gözleriyle seni devireceklerdi. “Bu tam bir cinlidir” diyorlardı. (Kalem Süresi–51)
Yani gerçeği onu gözlemleyerek değiştirebiliriz. Prof. Alan Wolf  ‘bizim birey olarak bedenlerimizin içinde taşıdığımız zihinler dışında hepimizin içinde bulunduğu tek bir zihin olabilir ve bunu Tanrısal zihin olarak adlandırabiliriz demektedir.
Yunus Emre ”Bir ben var da benden içeride” diyerek durumu özetlemiştir.
Özetlersek; evrende her şey düşünce dâhil enerjidir. İçinde yaşadığımız kuantum alanındadoğal olarak her şey bir birini etkiler. Düşünce’nin önemini en iyi anlatan bir dörtlük yine Hz. Mevlana’dan gelmiştir:

Sen düşünceden ibaretsin
Geriye kalan et ve kemiksin
Gül düşünür gülistan olursun
Diken düşünür dikenlik olursun

Yukarıdaki dörtlükte; Mevlana; Mucizevî bir şekilde batılıların ‘Sır’dediği ve kitabı milyonlarca satan ve gizli, öğretilerine temel olan bilgiyi asırlar öncesinden ifade etmiştir.
Evrenin yapıtaşlarından enerji ve madde, enformasyon olmasaydı evreni ve canlı hücreleri şekillendiremezdi. Ayrıca yine devamlı olarak tanıdık tanımadık kişilerden bizi düşündükleri anda enerji sinyalleri alıyoruz ve bunu kalp kalbe karşıymışdiyerek günlük hayatta hep yaşıyoruz.
 
Yazar: Prof. Dr. Necat Yılmaz

24 Haziran 2012 Pazar


Suyun hafızası


Rahatsızlıklarınızdan Tamamen kurtulmak için içtiğiniz SU’nun şifa Gücünden de FAYDALANMAYA.. NiYET edin.
Suyun hafızası var.. ‘Benim endişelerimi temizlesin’ düşüncesiyle içilen su, bedende bu komutu yerine getirir.
Suyun hafızası var.. Su bütün evrenin ve kainatın başlangıç noktasını oluşturuyor. Ve insanı bedenlenmesinde etmen olan en önemli madde.
Su olmadan ne yeryüzü, ne gökyüzü, hiç bir canlı olamazdı.
Bedenin yüzde 70′i su ama beyinle birleştiğinde bu su anlam kazanıyor. O zaman H 2 0’dan çıkıyor. Ve ona hangi dalga boyunu yüklersen o frekansa bürünüyor. Moleküler yapısı dönüşüyor, bedene şifa katıyor.
Örneğin zihninizden “Bütün kuşkularım, korkularım arınsın, bedenim bunlardan temizlensin” diye geçirip, suyu içtiğinizde, o kesin şifadır. Çünkü, sözlerle suya frekans yüklemiş oluyorsunuz. Düşündüğün anda beyin onu tanımlayarak bir dalga boyu yayıyor. Ve sen suya doğru bakarak bunları söylediğinde kayda alıyor. Bütün bunlar düşünülerek içildiğinde, bedenin ihtiyacı olan bir işleve bürünüyor. “Beni üzüntülerimden temizlesin” diye içildiğinde bedene o şekilde aktarılıyor ve komutu yerine getiriyor.
Huzura kavuşmak, dertlerden kurtulmak için önce derin bir nefes almak, yaşam enerjisini bedene aktarmak sonra da bu düşüncelerle suyu içerek şifa bulmak mümkündür.
Ben uzun yıllardır, bu uygulamayı hayata geçiriyorum. Hem sağlıkta hem estetikte hem de şifada.
İnsanların huzura kavuşması için bedeni arındırmak çok önemli. Bir insana şifa olsun diye frekans yükleyerek verdiğimiz su, o kişinin bedenini temizler.
Suyla ilgili uygulamalar onlarca. Örneğin büyüyü çözer, akıp gitmesini sağlar. Eve konulan bir kase su, bütün odalardaki negatif enerjileri yok eder.. Bedene doğru bir şekilde yüklendiğinde şifa aracıdır. Nasıl ilaçlar şifa katıyorsa, ”SU” bunlar arasında en önemli maddedir.
Yarın için düşüncelerinizi, niyetlerinizi ve dileklerinizi bir kağıt bardağın üzerine yazın, suyun bunların tezahürüne yardım etmesi için. Bazen bu, “yarın şaşırtıcı şekilde yaratıcı olacağım ve sevgiyle parıldayacağım” gibi genel iyi bir prensip olabilir veya “yarın bu durum ile zorluğumu çözmeyi diliyorum” gibi spesifik olabilir.
Bunu tam bir zihinsel berraklık ve şükran ile yaptıktan sonra, suyun yarısını için ve suyun büyük yoğunluk ile yansıttığını ve evrene büyütücü bir anten olarak davrandığını bilerek uykuya dalın. Bedeninizdeki içtiğiniz su sizin niyetinizi taşıyor ve hala ”HER ŞEY” e bağlı olan bardakta kalan su ile bağlantılı ve mesajınızı evrene göndermenize yardım ediyor. Onun yapısı düşüncenizi gerçekten değiştiriyor ve bu bilim tarafından kanıtlanabilirdir.
Siz uyurken, bilinçaltı zihniniz hem bedeninizdeki suyla hem de bardaktaki suyla iletişim kurmaya devam eder ve sizin konsantre olduğunuz şeye yapısını değiştirir, sabahleyin uyandığınızda ve bardakta kalan suyu içtiğinizde, tam tamına hayallerinizi içiyor olursunuz !
Bu, onları tüm varlığınızda daha da güçlü yansıtır. Bunu her gece yapın ve nelerin olduğunu görün, mucizeler katlanır ve sağlık daha hızlı şekilde güçlenir.
Su, insanların sahip olduğu en güzel, değişken ve düşünceden etkilenen fiziksel maddedir.
Su, varlığımızın hologramında nihai fiziksel tezahürdür ve eğer suyunuzu severseniz, o da sizi sever ve yolunuzda size yardım eder.
Su canlı ve farkındadır.
NİYET ÖRNEKLERİ:
***Suyun yüksek benliği ile bağlantı kuruyorum ( bunu reiki bilenler sembollerle yapıyorlar) bu suyun kendi ph değerini
7,5′e yükseltmesini ve ben bu suyu içtikçe suyun bedenimdeki tüm dna dizilişlerini orjinal haline getirmesini, dokuları onarmasını istiyorum… şifa olsun, şifa olsun, şifa olsun, oldu bile çok şükür.. teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederim..
**Yarın ………….. duruma çözüm üretmeyi ve yaratıcı eylemlerle bu sorunu halletmeyi seçiyorum.
***Bütün kuşkularım, korkularım arınsın, bedenim bunlardan temizlensin.
***Suyun ruhu, zihni ve bedeni seni çok seviyorum… bedenimi dna sarmallarımdan başlayarak, tüm hücrelerimi ve dokularımı yenilemeni, bedenimin bütün fonksiyonlarını dengelemeni istiyorum.. şifa olsun, şifa olsun, şifa olsun, oldu bile çok şükür.. teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederim.
_____ALINTI____

23 Haziran 2012 Cumartesi


Sorunlu Chakranızı Bulun


CHAKRALARINIZDAKİ SORUNLARI TESPİT EDİN
Aşağıdaki testi yanıtlarken size en fazla uyan şıkka evet deyin. Aynı anda iki tane şık uyabilir ama en fazla sorunu olan chakrayı test ettiğimiz için en fazla uyan şıkkı seçmelisiniz. Yanıtlarınızı not edin. Daha sonra aşağıda testin sonucunu okuyabilirsiniz.
1
A)Geleceğiminle ilgili düşünceler beni endişelendiriyor ve önümü göremiyorum.
B)Yaşantımda kısıtlılık var,sürekli aynı sorunlara takılıyorum.
C)Yaşamda hedeflerime ulaşmakta her zaman zorlandım
D)Duygusal hayatımda hep sorunlar vardır.
E) Düşücelerime ifade etmekte zorlanırım.
F)Gözümün gördüğünden başkasına inanmam.
G)Kendimi herşeyden kopuk hissediyorum.
2
A) Kemik,diş,bağırsak,bacak sorunları ile ilgili hastalıklarım oldu.
B) Üreme organları,böbrekler,lenfler ile ilgili sorunlarım oldu.
C) Mide,karaciğer,dalak sorunlarım oldu ya da şeker hastasıyım.
D) Kalp,kan sorunlarım oldu
E) Boğaz,tiroid,nodül gibi sorunlarım oldu.
F) Psikolojik sorunlarım oldu
G) Migren,baş ağrısı,beyin hastalıkları gibi sorunlarım oldu.
3
A) Beni en çok kızgınlık duygularım,eleştiriciliğim ve güvensizlik duygularım rahatsız ediyor.
B) Beni en çok suçluluk duygularım,takıntılarım,alınganlığım ve eylem geçmekteki zorluğum rahatsız ediyor.
C) Beni en çok korkularım, bağımlılıklarım, duygusal yapımdaki dengesizlikler ve affedemediğim olaylar rahatsız ediyor.
D) Beni en çok iletişimlerdeki sorunlarım,konsantrasyon sorunum, isteklerimi anlatamamam ve hayır demeyi bilmemem rahatsız ediyor.
E) Beni en çok zihinsel karmaşalarım,bunalımlarım,mutlu olmayı başaramamam ve esnek olmayı bilmemem rahatsız ediyor.
F) Beni en çok huzursuzluğum,umutsuzluğum,kendimi değerli bulmamam ve yaşamımdaki dengesizlikler rahatsız ediyor.
4
A) Yaşamımda zorluklar olduğu zaman öz güvenim azalır ve enerjimin tükendiğini hissederim.
B) Yaşamımda zorluklar olduğu zaman kendimi suçlarım ve duygularım çok olumsuz etkilenir.
C) Yaşamımda zorluklar olduğu zaman hırslanırım ve bu zorlukları oluşturanlara öfke duyarım.
C) Yaşamımda zorluklar olduğu zaman korku duyarım ve çevreme karşı uyumsuz olurum.
D) Yaşamımda zorluklar olduğu zaman sorun yokmuş gibi davranırım ve sorunu görmezden gelmeye çalışırım.
E) Yaşamımda zorluklar olduğu zaman zihnim karışır ve bol bol uyumak isterim.
F) Yaşamımda zorluklar olduğu zaman acı çekerim ve kendimi yalnız hissederim.

5
A) Kırmızı rengi fazla sevmem.
B) Turuncu rengi fazla sevmem.
C) Sarı rengi fazla sevmem.
D) Yeşil rengi fazla sevmem.
E) Mavi rengi fazla sevmem.
F) Lacivert fazla hiç sevmem.
G) Mor rengi fazla sevmem.
6
A) Kendime ve yaşama daha çok güvenmek isterdim.
B) Daha ön yargısız bir insan olmak isterdim.
C) Daha cesur olmak isterdim.
D) Beni üzen insanları ve olayları daha kolay unutmak isterdim.
E) İçimden geçenleri ve hislerimi daha kolay ifade etmek isterdim.
F) Sezgilerimin daha güçlü olmasını isterdim.
G) Gerçek potansiyelimi kullanmak ve daha pozitif bir insan olmak isterdim.
7
A) Beni en çok rahatlatan şey doğada yürüyüş yapmaktır.
B) Beni en çok rahatlatan şey banyo yapmak,denize ya da havuza girmektir.
C) Beni en çok rahatlatan şey kitap okumaktır.
D) Beni en çok rahatlatan şey sevdiğim insanlarla bir arada olmaktır.
E) Beni en çok rahatlatan şey müzik dinlemektir.
F) Beni en çok rahatlatan şey uyumaktır.
G) Beni en çok rahatlatan şey meditasyon yapmaktır.
8
A) Koku alma duyum çok gelişmemiştir.
B) Tat duyum çok gelişmemiştir.
C) Görme duyum çok gelişmemiştir.
D) Dokunma duyum çok gelişmemiştir.
E) işitme duyum çok gelişmemiştir.
F) Sezgilerim çok gelişmemiştir.
G) Bütünü algılayabilme yetenegim çok gelişmemiştir. Genelde detaylara takılırım.
9
A) Biri beni hak etmediğim şekilde üzerse sert davranmaktan kaçınmam.
B) Biri beni hak etmediğim şekilde üzerse o insanı suçlarım ve gerekirse uçlarda davranırım.
C)Biri beni hak etmediğim şekilde üzerse hırslanırım ve bunu kontrol etmekte zorlanırım.
D)Biri beni hak etmediğim şekilde üzerse o insanı sevmekten kolaylıkla vazgeçebilirim.
E) Biri beni hak etmediğim şekilde üzerse çok sert konuşurum.
F) Biri beni hak etmediğim şekilde üzerse kafam karışır ve kafamı toplamak için kendime zaman tanırım.
G) Biri beni hak etmediğim şekilde üzerse acı duyarım ve sıkıntı duygusu içinde yalnız kalmayı seçerim.
10
A) Yaşamımdaki gerçeklikleri kabullenmeyi en kısa zamanda öğrenmem lazım.
B) Üretken olmayı en kısa zamanda öğrenmem lazım.
C) Kararlı olmayı en kısa zamanda öğrenmem lazım.
D) Hoşgörülü olmayı en kısa zamanda öğrenmem lazım
E) Kendimi en iyi şekilde ifade etmeyi en kısa zamanda öğrenmem lazım.
F) Sezgilerimi kullanmayı en kısa zamanda öğrenmem lazım
G) Gerçek potansiyelimi kullanmayı en kısa zamanda öğrenmem lazım
11
A) İnsanların hareketlerini anlamakta zorlanıyorum.
B) İnsanların duygularını anlamakta zorlanıyorum.
C) İnsanların düşüncelerini anlamakta zorlanıyorum.
D) İnsanların egolarını anlamakta zorlanıyorum.
E) İnsanların inkar etme huylarını anlamakta zorlanıyorum.
F) İnsanların 6.duyu dedikleri şeyi anlamakta zorlanıyorum.
G) İnsanların dinsel inançlarını anlamakta zorlanıyorum.
12
A) Çok et tüketirim.
B) Çok su tüketirim.
C) Çok karbonhidrat tüketirim.
D) Çok sebze tüketirim.
E) Çok meyve tüketirim.
F) Yemek ayırt etmem ama sürekli temiz havaya ihtiyaç duyarım.
G) Yemek ayırt etmem. Hepsinden dengeli tüketirim.
13
A) Sabırsız bir insanım.
B) Çok sakin bir insanım.
C) Eleştirici bir insanım.
D) Kıskanç bir insanım.
E) Telaşlı bir insanım.
F) Endişeli bir insanım.
G) Stresli bir insanım.
14
A) Yaşamımdaki en büyük eksiklik hala kendimi güvenceye alacak yatırımları yapamamış olmamdır.
B) Yaşamımdaki en büyük eksiklik hep aynı sorunları yaşayıp durmam ve hala bunları çözememiş olmamdır.
C) Yaşamımdaki en büyük eksiklik başladığım işleri bitirmekteki başarısızlığımdır.
D) Yaşamımdaki en büyük eksiklik ailevi sorunlarımı aşamamış olmamdır.
E) Yaşamımdaki en büyük eksiklik yaşantımın farklı alanları arasında dengeyi kuramamış olmamdır.
F) Yaşamımdaki en büyük eksiklik psikolojik problemlerimi aşamamış olmamdır.
G) Yaşamımdaki en büyük eksiklik hala ne istediğimi bilmememdir.
15
A) Burcum oğlak ya da boğa
B) Burcum yengeç yada akrep
C) Burcum koç ya da aslan
D) Burcum terazi ya da kova
E) Burcum ikizler ya da başak
F) Burcum yay
G) Burcum balık
ANALİZ
Eğer A şıkkı çoğunlukta ise kök chakranızda sorunlar var.
Eğer B şıkkı çoğunlukta ise sakral chakranızda sorunlar var.
Eğer c şıkkı çoğunlukta ise solar pleksus chakranızda sorunlar var.
Eğer D şıkkı çoğunlukta ise kalp chakranızda sorunlar var.
Eğer E şıkkı çoğunlukta ise boğaz chakranızda sorunlar var.
Eğer F şıkkı çoğunlukta ise üçüncü göz chakranızda sorunlar var.
Eğer G şıkkı şıkkı çoğunlukta ise tepe chakranızda sorunlar var.

alıntıdır…

22 Haziran 2012 Cuma


Sen huzurlu olduğunda , insanlar sana yaklaşır


Sen huzurlu olduğunda, insanlar sana yaklaşır; huzursuzolduğunda uzaklaşır. Bu okadar fiziksel bir olay ki, kolaylıkla gözlemleyebilirsin. Ne zaman huzurlu olsan herkesin sana yakın olmak istediğini hissedeceksin, çünkü huzur titreşir, etrafında bir titreşim yaratır. Etrafında huzur halkaları hareket edecek ve her kim yaklaşırsa, bir ağacın gölgesine girip rahatlamak ister gibi sana daha yakın olmayı arzu edecek.
Kendi içinde huzurlu olan bir insanın etrafında bir gölge vardır. Nereye giderse gitsin herkes ona daha yakın, daha açık olmak ister, güvenir. İçinde kargaşa, çatışma, keder, endişe ve gerilimler olan biriyse, diğer insanları iter. Her kim ona yaklaşırsa korkar; tehlikelidir.
Unutma , başkalarına ancak sahip olduğun şeyi verebilirsin. Sen kederli olduğunda ne söylersen söyle ya da ne yaparsan yap , diğer insanlar ı mutsuz edeceksin. Sen mutluysan bir şey söylemene gerek yok, onları mutlu edersin. Sadece orda bulunman bile, onların varlığındaki mutluluğu tetikleyecek. Varlığın başka insanlarda bir eş zamanlılık yaratacak. Senin müziğin, senin dansın mutluluk dalgaları yaratacak, neşen sana yaklaşan herkese bulaşacak..

Osho

20 Haziran 2012 Çarşamba

'İnsanların hiç kimsenin işaretli kağıtlarla oynamadığını anlaması gerekiyor; bazen kazanırız ve bazen de kaybederiz. Hiçbir şeyi geri almayı bekleme, yaptıkların için takdir edilmeyi bekleme, ne kadar zeki olduğunun keşfedilmesini bekleme ya da aşkının anlaşılmasını. Daireyi tamamla. Gururlu, yetersiz ya da kibirli olduğun için değil, sadece artık onun senin yaşamında yeri olmadığı için.Kapıyı kapat, plağı değiştir, evi temizle, tozdan kurtul. Geçmişte olduğun kişiyi bırak ve şu anda kimsen o ol.'' 

PauloCoelho 

TÜM HATALI ALANLARINI YOK ETMİŞ BİR BİREYİN PORTRESİ

1- Bu insanlar, yasamın her yönünü severler, şikayet etmekle ya da olayların daha değişik olmasını istemekle vakit kaybetmezler.
2- Bağımsızlıklarına çok düşkündürler. Aileye güçlü bir sevgi ve bağlılık duymalarına rağmen, ilişkilerinde bağımsız olmaya özen gösterirler.
3- Sevgi anlayışları, sevdiklerine hiçbir değeri zorla kabul ettirmemeyi gerektirir.
4- Onay aramak gereksinimleri yoktur. Övgü ve ödül talep etmezler.
5- Çok acık ve dürüst konuşurlar, çünkü vermek istedikleri mesajları, başkalarını memnun etmek için dikkatli sözcükler arkasına gizlemezler.
6- Gülmeyi ve başkalarını güldürmeyi iyi bilirler.
7- Kendilerini şikayet etmeden kabullenirler. Fiziksel benliklerini, sahteliklerle gizlemezler.
8- Doğal yaşamı takdir ederler. Başkalarına eğlenceli gelmeyen şeylerden zevk alma yetenekleri vardır. Gün batımını izlemek, ya da kırlarda küçük bir gezinti yapabilmek, doğum yapan bir kediyi izlemek onlar için mükemmel bir şeydir ve şükran duyarlar.
9- Başka insanları çok iyi anlarlar ve asla şaşırıp sok olmazlar.
10- Gereksiz kavgalarda asla taraf olmazlar.
11- Hastalık hastası değildirler.
12- Dürüsttürler, asla yalan söylemezler, olayları çarpıtmazlar.
13- İnsanlar hakkında konuşmaz, insanlarla konuşurlar.
14- Titizlik ya da düzenlilik gibi dertleri yoktur, verimli yaşamaya bakarlar. Organizasyon nevrozundan bağımsız oldukları için yaratıcıdırlar.
15- Bu insanların müthiş bir enerjileri vardır. Enerjileri doğa üstu değildir, yalnızca yaşamı ve yasamdaki aktiviteleri sevmelerinin bir sonucudur.
16- Şiddetli bir merak duygusuna sahiptirler. Hep araştırır, yaşamlarının her anini kavramak isterler. Her insan, her varlık ve her olay, daha çok öğrenmek için bir fırsattır.
17- Basarisiz olmaktan korkmazlar, hatta onu sevinçle kabul ederler. Bu insanlar, kendilerine zarar verecek duyguları yok etme ve kendilerine verdikleri değeri artıracak olanları doya doya yasama yeteneğine sahiptirler.
18- Bu mutlu insanlar, asla kendilerini savunma gereksinimi duymazlar. Basitçe ´her şey yolunda, biz yalnızca farklıyız. Anlaşmak zorunda değiliz´ derler. Bir tartışmayı, kazanma ve karsısındakini konumunun yanlışlığına ikna etme gereksinimi duymadan, burada keserler.
19- Değerleri dar değildir. Kendilerini tüm insan ırkının bir parçası olarak görürler. Daha çok düşman öldürmekten sevinç duymazlar.
20- Kahramanları ya da putlaştırdıkları insanları yoktur. Herkesi insan olarak görür ve hic kimseyi kendilerinden önemli konuma getirmezler.
21- Başkalarının yeteneksizliği nedeni ile kazanmak yerine, zaferi kendi çabaları ile elde etmeyi yeğlerler.
22- Komşularının ne yaptığını fark etmezler, çünkü varolmakla meşguldürler.
23- En önemlisi bu insanlar ´KENDİLERİNİ SEVERLER´. Kendilerine acımak, kendilerini reddetmek, kendilerine öfkelenmek için zamanları yoktur. Elbette sorunları vardır, ama sorunların onları duygusal paralizasyona götürmesine izin vermezler. Tökezleyip düştüklerinde, tekrar ayağa kalkar ve sızlanmadan yasamaya devam ederler.
24- Hatalı alanlardan bağımsız insanlar, mutluluğu kovalamazlar, sadece yasarlar ve mutluluk onları bulur. Gerçekten nadir bulunan insanlardır, onlar için her gün mükemmeldir…
Hatalı Alanlarımız – Dr. Wayne W. Dyer

18 Haziran 2012 Pazartesi


Hakikate yol almayan yapay spritüel akımlar, yitip giden bir zaman çarkının söz cümbüşü içinde kendi kendilerini tüketmekteler. Daha öncekilerinde büyük ve bir hakikate ulaşmayan sözcükler dünyasında yitip gittiği gibi, yeniçağın eski oyuncakları ile kendinden geçmişçesine oynamaya devam edenler ve bir türlü tatmin olmayanları kendileri olarak büyük vizyonlarını gerçekleştirme yolunda zor günler bekliyor.

Söz idrak etmekte söze muhtaç olanlar içindir. Sözsüz idrak edebilenlerin söze ne ihtiyacı var? İdrak edebilen (anlayabilen) için bu göklerin yerlerin hepsi sözdür. Hafif bir sesi işitene bağırıp çağırmaya ne lüzum var.
– Mevlânâ
Tüm bedenlerini birleştirme ve kendini keşfederek bütünleme ve keşfettiklerinde anlayışla idrak ile derinleşerek tekleşme yolunu tüm bu albenili oyuncakların arasından nasıl görecekleri meçhul…
İnsanı binlerce yıldır tutsak kılan arketip enerjileri ve saçaklanmaları,  kendini keşfetmenin yolunda bir engel oluşturmakta. Mesela dini öğretilere kadar girmiş, kurban arketipi, kurtarıcı arketipi, tanrı arketipi, kutsal arketipi ve benzer alt saçaklanmaları spritüel yolda yürüyenlerin önünde büyük bir engel oluşturuyor. Malum insanoğlu 7 bedenden oluşuyor. Her arketipin 7 bedende ortaya çıkışı farklı senaryolarla oluşuyor. Mesela kurban bilinciyle fiziksel bedende dünyasal planını deneyimleyen varlık, hayatında kurban olacağı senaryoları üretiyor ve ilgili rol arkadaşlarını yaşamına çekiyor. Üst bedenlere çıkıldıkça her bedenin deneyimleyeceği arketip de evrim geçiriyor ve kendini yeniliyor versiyonlarını üretiyor. Ama sonuçta bu arketipler bir yerde kolektif zihninde büyük kapları olmakta. Bunların hepsine de köleliğin (dualitenin) kalıpları diyebiliriz.
Dış kaynaklı filmlerin hepsinde de, reklamlarda da ve benzeri tüm akımlarda da, insanoğlunun köleliğini devam ettirecek, hep tutsaklık içinde bırakacak, uyanmasına engel olacak, objeler, senaryolar, modeller ve roller ile bu enerji ve imajinasyon akımı devam ettirilmeye çalışılmakta.
Yeni çağın ruhsal uyanış ve ayağa kalkış vakti olmasından dolayı, şimdi de spritüel dünyamız çılgınca mesajlarla dolmuş durumda. Her tarafta bilmem hangi galaksinin nerelerinden bir mesaj bir sesleniş indirdiğini iddia edenlerle dolup taşmakta. Binlerce yıldır kölelik ve kurban kalıbı ile devinmiş insan zihni şimdi çılgınca bir arzuyla kutsallık kalıbı ile -kutsal- olmaya ve tanrısını ele geçirmeye çalışıyor.
Batını öğretilerin, sabrı, tevazusu, alçakgönüllülüğü, ben değil sensin diyen sevgisi ve erdemleri yolun cilveleri adabı erkanı unutulmuş …
O, sen demektir.
Ama sen sakın ben deme,
Hep sen diye söyle.
Göz dürüst görürse, sen O olursun.
O da sen olur. — Mevlana
Rastladığımız herkes neredeyse kendini peygamber ve elçi ilan etmiş durumda, rablar ve zatlar ile çay kahve sohbetlerinde evrenler kurtarılıyor ve birlik beraberlik muhabbetleri yapılıyor. Yedi beden aşılmış, gezegenden taşılmış, evrenlere varılmış, aklımıza gelebilecek tüm kutsal değerler ve sözcükler paçavra edilmiş ama anlaşılan, nefs denen hokkabaza henüz ulaşılamamış.
Abdal Yunus’un, Rabbine ulaşmak için,  Taptuk Emre’nin dergahında sabırla 40 yıl odun taşıdığını, Mecnunun çöllerde yıllarca aç bi ilaç dolandığını düşününce, spritüel camianın vahameti ve yollarının çetinliğine nasılda ayan beyan oluyor. Allah selamet versin ki bir hayırlı el uzatanları olsun demekten başka bir şey kalmıyor seyreyleyenlere. Devre kapanışlarında hepsi de  pekaladır. Ve aladır.

İşin ilginç yanı da şudur ki, dünyanın içrek bedenlerine musallat olan bir şey sanki insanın uyanmasını ve bütünlenmesini istememekte ve bir radyo kanalı gibi kutsal olma tutkusu ile yanıp tutuşanları çengelleyerek, alıcılarına, mısır piramitleri markalı kültürlü birlik bütünlükten bahseden mütemadiyen standartlaşmış frekanslar iletmekte ve alıcıları da bunu, reenkarnasyon manzaraları, ırklar ve geçmiş yaşamlar olarak bir akış halinde izlemekte ve aydınlandığını zannetmektedirler. Mesajların içerikleri sunuluş şekli birbirinin kopyasıdır. Binlerce yıldır kör olan gözleri ile nereden geldiği belli olmayan frekansın etkisiyle birkaç görüntü gördüğünü sananların çoğunluğu ise çabasıdır…
Hedefli, manyetik enerji yüklü bulutlar nasıl ki bölgesel depremler yaratabiliyor ve iklim koşullarını değiştirebiliyorsa, dünyanın kolektif zihnine de ilginç spritüel mesajlar yayınlanması ve uyanma zamanı insanların içsel dengelerinin ve hedeflerinin yok edilerek geçici bir spritüel tatmin duygusu ile oyalanması çok muhtemel gibi.
Güneşin kozmik patlamaları, uzay boşluğundan gelen kozmik akımlar, nefslerin tatminsizliği, yaşamlardaki artan ağır sorunlar, günümüz insanın kendine varma yolundaki derin yalnızlığı ve katlanarak devam eden içsel ve dışsal kaoslar, henüz nefsini terbiye edememiş insanları, hiçbir anlamı olmayan ve bir denize kavuşturmayan  sayıklamalarla baş başa bırakmakta adeta…
Buda insanın sonuçta kendi içine bakmasını, hayatını, varoluşunu ve derin yalnızlığını sorgulamasına engel olmaktadır. Çünkü kutsallık arketipinin açmazı hedefe varıldığının da derin yanılgısını barındırır. Halbuki arayış bir yerde bitse bile Sonsuz Ol’anın sonsuzluğunda evrim ve sonsuzluk basamaklarının ilki dünya üstatlığıdır. Ki dünya üstatlığına, sevgili Mevlana ne çilelerle, sevgili Yunus ne derinliklerde ve adını bilemediğimiz üstatlar ne sessizliklerde ve ne hiçliklerde ulaştılar.
Ne anlamı vardır ki birlik üzerine söylenen tüm o sözlerin. Zaten sözdür dış kabuktur. Sözler söylendikçe insanı dışarıda bırakan zihnin aletleridir. Entelektüel doğasıyla zihin terbiye edilip dengelenemezse, ruhsal bedenlerdeki tatmini de siptül söylemler olacaktır.

Süptil söylemlerin en yaygını yeniçağın doğası gereği, birlik bütünlük söylemleridir.

Böylece zihin şimdide kendini, tüm yeni çağın o albenili sözlerini söyleyerek tatmin etmektedir. Aslında bu sözlerin -halini- yaşamaya ve o farkındalıkta olmaya niyetli değildir. Zaten niyet ve eylem olsa sözcükler orada olmayacaktır, kısaca yaşamayı başladığınızda  -birlik- hali öyle bir haldir ki zihnin ölmesini gerektirir. Zihin birlik halinde öleceği için de orada  ne söylem olacaktır ne sözcükler olacaktır.
Zaten orada zihin olmayacaktır. Zihin ölmek istemediği için, sonlu ve sınırlı doğasından dolayı da, kişiyi sözcüklerle yapay bir spritüellik içine taşımakta ve bu sanal birlik sözcüklerinden oluşan dünyada bir coşkuya maruz bırakmakta ve ‘oyalamaktadır’.
Ne zaman ki varlık sessizleşir ve sukut içinde kendi kendiyle hemhal olur, işte ruh kendini belli etmeye başlar. Çünkü Ruh zaten her şeydir ve her şeyin olduğu yerde bir şeylerin lafı sözü bile olmaz, olamaz. Çünkü orada sözcüklerle ifade edilemeyecek -halin- deneyimini eylemektedir ruh.
Nasıl konuşsun varlık.
Konuşsa kelimeler zaten hiç olmamıştır kifayetsiz kalacaktır tüm  anlatılacaklar.
Susar. Sessizleşir ve içinde derinleşmeye ilerler.
Kutsal kitaplarda müjdelenen ve  Maya takviminde de zamanın sonu ile ifade edilen zaman, ruhumuzun bu dünyada ayağa kalkma ve kendini gerçekleştirme, ne olduğunu bilme ve sonsuz hamd ile sonsuz kabul ile sonsuz aşk, sonsuz bütünlük, uyum, denge ile  dünya zamanı ve mekanında Ol’ma zamanıdır.
Tabiî ki insanı binlerce yıldır uykuda tutanlar ve uyutmaya devam eden yeri geldiğinde sellerle tufanlarla yok eden yeri geldiğinde DNA’ları ile oynayarak kendi fıtratınca var eden “ne” ise, şimdi de insanlığın uyanışı üzerinde çok ağır veballeri üzerine almaktadır. Henüz bedenleri üzerinde hakimiyet kuramamış, dünya yaşantısı açmazlarla dolu ve hayatın Hayrı yönünde kendi varlığının ve eylediklerinin neresinde durduğundan habersiz insan kardeşlerimiz, kendinin ruhsallaştığını veya erdiğine  inanarak ve bu ZAN içinde çocukların iştahla oyuncakları ile oynaması gibi, yeniçağın eski aletleri ile oynamaktadır…
Oysa aynı zamanda zihin kontrol araçlarının, nano teknolojinin ve biyolojik silahların ayyuka çıkan eylemlerinden, insanların kolektif zihni ve manyetik alanlar üzerine yapılan deneylerden habersiz olan insan, kolektif zihnin manyetik alanına yüklenen ve kim yüklüyorsa da bu mesajlarla insanın oyalama niyetinde olanların da oyuncağı haline gelmektedir.
Sonuçta neye hizmet edecek tüm mesajlar, henüz “kendin” ortada yoksun. Yüzlerce yıldır bu kadar mesaj bu kadar kutsal kitap indi. İnsan “kendisi” denen muammayı ortaya gerçekleştiremedikten sonra aklı başına ve kalbine inmedikten sonra, dünyanın mesajını indirsen ne olacak. Dünya nefs bedeni büyümüş ama aklı büyümemiş ruhu zincirlerle zaaflarına ve dünyadan çıkarı olanlarca yaratılmış illüzyon matrisine tutsak kalmış insanlarla dolmakta.
Yeniçağın eski oyuncakları çoğumuzu yolumuzdan eyleyecek, vakitler dolduğunda ve saatler bittiğinde elbette göklerin perdeleri açılacak. Ve herkes kendini ne kadar eylediğinden veya eylemediğinden ve ne eyledi veya eylemediyse onu yaşamakla ve onun içinde var olmakla mükellef olacak.
Çünkü bu hayatta ne ekersek onu biçeceğiz.
Bu hayatta ne görürsek, ahret denen içselliğimizde de onu göreceğiz.
Mesaj almak veya vermek veya ortada peygamber gibi dolanmak, O’na küfürdür. Onun insanı yarattığı yüceliğe şirk koşmaktır.
İkiliktir.
İnsanın kendini sevmemesi, kendinden nefret etmesi halinden doğan bir ayrılıktır.
Açıkça İnsanın kendini tüketmesidir. Kullanması ve kullandırmasıdır.
Sonlu yaşamını ve zihnin spritüel zevklerini ve tatminlerini geçici heveslerini, ebedi yaşamına ve büyük Galaktik Varlığına  Evrensel Oluşumuna tercih etmektir.
Varlık da geçkince oluşumuna karşılık,  çocuk oyuncakları ile tatmin olarak,  zekası geri bir büyük olarak kalmak istiyorsa da kendi bileceği iştir. Evren herkese nasibini verecektir. Nihayetinde de her şey de fıtratıncadır.
Mesela insanın kendine ne kadar dürüst ve samimi olduğuyla ilgilidir.

Dürüstlüğün ve samimiyetin soru ise şudur ve KALBE sorulur:
Kendimi seviyor muyum, yaptığım benimle ne kadar uyumlu?

Ne zamanki insanın kendini ayırdığı ve ötesi berisi dediği zannı sonlanacak işte o zaman HAY’AT da, Biz de dirilecek.  Yaşamaktan o kadar keyif  o kadar zevk alacağız ki, yaşama ve yaşamın ürettiklerine o kadar bağlı ve yoldaş olacağız ki, bilmem nereden gelirse gelsin hayatın yaşam dolu SES’inden başka bir şey duymayacağız. İşte o zaman Hayat da bizim Dostumuz, biz ise Hayatın yoldaşı olacağız.
HAY Ol’An Bizden akacak ve Biz de Hayata akacağız.
Dostluk devri başlayacak.
İnsan kendi kendiyle dost olacak. Başkaca bir şeye ihtiyaç duymayacak.
Hayrın O’ndan olduğunun bilgisiyle ve her şeyin de hayırlı olmadığının bilişi ile kendi varlığımızı bu hayrın neresinde eylediğimizin, gerçek kıldığımızın farkındalığında olmamız dileklerimle…

İndigo

   4 Durum

Bir insanın hayatından memnun olmasının ve doğru yaşadığını düşünmesinin 4 ana belirleyicisi olduğunu düşünüyorum.
  1. Zihinsel Sağlık Durumu
  2. Fiziksel Sağlık Durumu
  3. Çevresel Durumu
  4. Finansal Durumu
Bu 4 durumun birbirleri üzerinde etkileri mevcuttur. Dolayısıyla her hangi birinin durumu direk ve/veya dolaylı olarak diğerlerini pozitif veya negatif yönde etkileyebilir. Bu yüzden aralarındaki ilişkinin farkında olmak ve hepsinin denge içinde olmasını sağlamaya çalışmak çok önemlidir.
Aralarındaki ilişkinin farkında olmanın yanında, önem sıralarının da farkında olmak gerekir. İdeal önem sırası yukarıdaki şekildedir. Fakat günümüzde tam tersi bir önem sırası varmış gibi hareket edildiğini de sıklıkla görebiliriz. Bu 4 durumun yanlış önceliklendirilmesinin ve aralarındaki ilişkilerin farkında olunmamasının insan hayatına etkisi büyüktür.

Alıntı

17 Haziran 2012 Pazar


RUH VE BEDEN UYUMU



Spirituel bilgiye göre ruh, dünya üzerinde tekamül edebilmek için bir bedene ihtiyaç duyar. Bedenimiz ruhumuzun evidir. Bedendeki beş duyu ise, ruhumuzun dünyaya açılan pencereleridir.
Bizler şu anda ruhumuzla ve bedenimizle bir bütün halindeyiz. Ruhumuzu geliştirirken, bir yandan da bedenimizi geliştirmeye özen göstermeliyiz. Bu uyumu yakalamak zorundayız. Çünki ruhsal gelişme, ruhun ve bedenin uyumu ile olur. Bu temel bir öğretidir.
Acaba evimize (bedenimize) gereken önemi ve özeni gösteriyor muyuz? Ruhumuzla bedenimiz birbiri ile uyum içinde çalışıyor mu? Yoksa hastalıklara davetiye mi çıkarıyoruz?
Bedensel gelişmenin ilk şartı, bilinçli olarak solunumdur. Yani doğru nefes almayı öğrenmektir. Çünkü bilinçli ve düzenli solunum her şeyin başlangıcıdır. Çünkü nefes hayattır. İnsan nefes almadan yaşayamaz. Ayrıca insan beslenmesine ve uykusuna da dikkat etmek zorundadır.
Evrenin kendisi bir enerjidir. Ve enerji sonsuzdur. İnsanda bir enerjidir. Ruhsal yönü olmasına rağmen dünya katında “madde enerji varlığı” sıfatını almaktadır.
Evrendeki enerjiyi bedene çeken insanın kendisidir. Çünkü bedenimiz enerji ile yaşar. İşte bilinçli ve düzenli olarak yapılan solunum, bu evrensel enerjiyi bedene alma yollarından biridir. Yogilerin, prana yahut “hayat enerjisi” adını verdiği bu enerji, heryerde bulunur. Maddede, suda, havada, vs., heryerde.
Bir insan için doğru nefes almanın iki amacı vardır. Birincisi; kana ve oradan beyine daha fazla oksijen götürmek, ikincisi pranayı, “hayat enerjisini” bedene alıp depolayarak, bedene canlılık ve dayanıklılık sağlamak. Şunu da bilmek gerekir ki, nefes egzersizleri sayesinde zihin de, daha sakin ve huzurlu olur. Böylece düşüncelerimizi ve duygularımızı daha rahat kontrol eder hale geliriz.
İnsan sadece fiziksel bedenden oluşmamaktadır. Onun bir de, her hücresinden yansıyan ışık bedeni vardır. Bu ışık bedenin yansımasına (AURA) diyoruz. Aura tamamiyle fizik bedeni çevreleyen bir enerji alanıdır. Bu ışık bedende şakra adı verilen 7 tane de algılama merkezi vardır. Bu şakralar, nefes yoluyla aldığımız enerjinin, prananın, fiziksel bedene aktarılmasında terminaller olarak iş görürler. Onlar birer enerji dağıtım merkezleridir. Bu merkezlerin devamlı açık tutulması çok önemlidir. Çünkü prana “hayat enerjisi” içimizde dolaştıkça kendimizi daha sağlıklı ve kuvvetli hissederiz. Eğer çeşitli ruhsal nedenlerden dolayı enerji bedenimizi zayıf düşürmüşsek, bu zayıflık fizik bedenimize de yansır ve hastalıkların oluşmasına sebep oluruz.
Biliyoruz ki, insan bedeni DNA dediğimiz yapı taşlarından oluşmuştur. Ve biz insanlar mikroorganizmalar ve hücrelerin yanında en çok bu yapı taşlarının etkilerini taşırız. İnsan tekâmülü boyunca, kendisinin yarattığı ve sonuçta çeşitli hastalıkları oluşturan, yapı bozukluğu haline gelen, sabit fikirler üretir. Herbirimizde, boyutları değişik olmak üzere, sonradan edinilen yapı bozuklukları vardır. Bunları besleyen, insanın kendisi, sabit fikirleridir. Ve bu, insanda bölünmelere, parçalanmalara sonuçta yapı bozukluklarına yol açar ve hastalıkları oluşturur. Buna fizyolojik bir olay dersek yanılmış oluruz. Bunlar, yaşamımızdaki bütün olaylarda belirli bir dengenin kurulamaması ve tamamiyle yitirilmesi sonucunda ortaya çıkan olaylardır. İlk önce yapmamız gereken şey, dağılmış olan hücre yapımızı ve yapı taşlarımızı toparlamaktır. Bunları dengelemektir. Çünkü enerjilerin kullanımı, enerjilerin yansıması, toparlanması, gelişimi bu yapı taşlarından geçer. Önemli olan, içinde bulunduğumuz olumsuz ruhsal durumların, sabit fikirlerin, fizik bedenimizi etkilediğini ve hastalıkları oluşturduğudur. Buna izin vermemek gerekir.
Auramızı genişletmek bizim elimizdedir. İnsan düşünce bazında bilgilenip, genişledikçe aurası da genişler. Enerjileri artar. İlerlemek, yükselmek, bilgilenmek ve hele hele şifa almak veya vermek, bizim evrenimizde ruhun ve bedenin uyumu ile olur. Onun için ruh varlığımıza gösterdiğimiz özeni, bedenimize de göstermek zorundayız. Doğru nefes alarak onu enerjiyle beslemeliyiz. Çünkü bedenimiz tekamülümüzdeki en büyük destekçimizdir. Ona zarar vermemeliyiz, onu hırpalamamalıyız. Onu her türlü zararlı alışkanlıklardan uzak tutmalıyız. Ona gereken saygıyı göstermeliyiz. Çünki bedenimiz ruhumuzun evidir. Ve ruhsal tekamül, ruhun ve bedenin uyumu ile olur.
alıntı..

15 Haziran 2012 Cuma


Titreşim ve İlişkilerimizi Nasıl Etkilediği Gerçeği


Titreşim ve İlişkilerimizi Nasıl Etkilediği Gerçeği
Herkes bir frekansa, yani titreşime sahiptir. Yani DNA’nın salınım oranı.
Bu titreşim 50 ile 150 Ghz arasında gezinir.
Rezonans yüzünden, frekans son derece önemlidir.
Bir titreşime (frekans) sahipsiniz ve yakın titreşimdeki diğer insanlarla, yerlerle, zamanla, olaylarla rezonansa girersiniz.
Bu durum sizin diğerleriyle olan ilişkilerinizi nasıl etkiler?
İki insan, aynı ya da birbirine yakın frekansta iseler ancak
ortak bir şeylere sahip olur ya da yan yana gelebilirler.
Bunu kavramak o kadar önemli ki, son cümleyi tekrar okuyup üzerinde düşünmenizi isterim.
Bunun dış görünüş, kültürel geçmiş, eğitim, deri rengi, mali durum, ülke, ilgi vs ile en ufak bir ilgisi yoktur.
İki insan ancak aynı frekansa sahipse, yan yana gelir ve birlikte olurlar.
Örneğin, bir restorana girdiğinizde, belli bir masada insanların birlikte oturduğunu görürseniz,
onların hepsinin yakın frekanslarda olduklarını fark edersiniz.
Bu yüzden arkadaşlar yan yana gelirler.
Yine bu yüzden arkadaşlar ve eşler birbirlerinden ayrılırlar.
Aralarından birinin frekansı yükselir; diğeri aynı kalırsa, ikinci kişi diğerinin hologramından düşer.
Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, diğerinin frekans aralığının dışına düştüğünden bağlantı kuramazlar.
Hiç düşündünüz mü, okuldan bazı arkadaşlarınız artık arkadaşınız değildir ve onlarla hiç bir bağlantınız yoktur?
Çünkü frekansınız değişmiştir ve literal anlamda onları “göremiyorsunuzdur” artık.
Bizler gerçeği, şimdiki kitlesel bilincimizin odaklandığı bir alt boyutta var olan frekans bantlarının titreşimlerinin
alt frekanslarının içinde olan kolektif kitlelerin düşünce formları şekliyle algılayabiliyoruz.
Yani örneğin DNA sarmallarınızın 5 tanesi aktive olmuşsa ve bilinçliliğiniz beşinci boyuttaysa
düşünce formlarının 4. Boyuttaki gibi yoğun (katı) olduğunu görürsünüz.
Bu yüzden farklı insanlar, yaşamı bütünüyle birbirlerinden farklı algılarlar.
Bilinç ve DNA aktivasyon düzeyi farklılıkları yüzünden…
Düşünün bakalım dışarıdaki gerçekten tuhaf kombinasyon oluşturan çiftleri,
asla yan yana gelmelerini hayal bile edemeyeceğiniz insanlar birliktedirler. :)
Birliktedirler çünkü aynı frekanstadırlar.
Konuya frekans açısından bakarsanız;
kendinizin de neden artık bir takım insanlarla birlikte olmadığınızı görürsünüz
ve ilişki “yürümüyorsa” kendinizi kötü hissetmek zorunda kalmazsınız.
Eğer frekansları uyumlu değilse 2 kişi yan yana duramaz.
Aynı şekilde eğer rezone olmadığınız bir çevrede çalışıyorsanız, orada fazla kalamazsınız.
Gerçekten de o çevre ve oradaki insanlarla aynı titreşimde salınmadığınızı hissedersiniz
ve sonunda sizin oradan ayrılmanızı gerektirecek bir olay vuku bulur.
Eğer titreşim yasalarından haberdar değilseniz, bu hoş olmayan ve sıkıcı bir durum gibi gözükebilir.
Yine, ailenin bir araya geldiği Noel ya da benzeri tatillerde
bu frekans konusu gerçekten de çok hissedilir bir hale gelir. :)
Çoğu kişinin birlikte rezonansa giremediği kardeşleri ya da aile üyeleri vardır.
Ve olan şey, bu durumun frekansla ilgili olduğundan haberdar olmayan
anne-baba, büyükbaba-büyükanne gibi diğer aile fertlerinin
“aileyi bir arada tutabilmek için” herkesi “geçinmeye” zorlamasıdır.
Bu yüzden bir çok dram vardır ailelerde; frekans ve bilinçlilik hallerindeki düzey farklılığı yüzünden.
Belirli bir ailede enkarne oldunuz diye,
otomatik olarak tüm aile fertleriyle aynı titreşim seviyesinde olmanıza olanak yoktur.
Zaten genellikle, eski yaşamlarımızdaki azılı düşmanlarımız bu hayatta aynı ailede doğmayı seçerek,
bizim annemiz, babamız ya da kardeşimiz olurlar.
Bu son derece sık rastlanan bir durumdur.
Bunu yapmalarının sebebi, nefreti iyileştirmek
ve kişinin kendi bilgeliğini kazanarak ruhsal anlamda tekamülü içindir.
Bir durum, Her şeyi yönetenin frekans olduğunu gerçekten kanıtlıyor,
genellikle danışanlarımdan bir tanesiyle ilk görüşme için iletişime geçmeye çalışırken oluyor bu.
Eğer danışanımın frekansı bana uyuyorsa internet’ten hemen bağlanıyorum ve harika bir iletişime geçiyoruz.
Eğer frekans uymuyorsa mutlaka teknik ya da internetle ilgili bir “sorun” oluyor – ki aslında titreşimimiz uymuyor.
Sonra yaptığım bir iki terapiden sonra,
bizi iletişime geçmekten alıkoyan blokajları kaldırıp
ona titreşimini yükseltmesi için yardım ediyorum,
bu işlem biter bitmez herhangi bir sorun olmadan internet üzerinden bağlanabiliyoruz.

Peki, titreşimimizi nasıl yükseltebiliriz?
3 temel yol var:
1) Enerji çalışmalarına katılın
Titreşiminizi düşüren enerji blokajlarını, ailenizden miras kalan karmik damgalarınızı kaldırmak,
ruhunuzdan ve ruh düzeyinden daha yüksek frekans çekmeniz
ve tutmanızı sağlayacak uykudaki DNA’yı aktive etmek için
enerji çalışmalarına katılın.
Bu çalışmalar aura temizliği, karma çalışmaları ile birlikte başlayabilir.
Ve DNA aktivasyonları kendi üzerinizde nasıl çalışacağınızla ilgili genişlemiş bir bilgiyle birlikte devam edebilir.
2) Zihin bedenini kontrol eden egzersizler
Sadece koşulsuz sevgi, neşe, mutluluk, minnettarlık gibi güç veren
duygusal yüksek frekanslı düşünceler içinde olarak;
zihin bedeninizi kontrolünüz altına alın.
Korku, anksiyete, umutsuzluk ve depresyon gibi durumlardan uzak durun.
Bu durumların tümü düşük frekans taşıdığından, size düşük frekanstaki insan ve durumları çekerler.
3) Mediyasyon / Yoga yapın
Mümkün olduğunca meditasyon, yoga ya da diğer teknikler yoluyla,
teta, delta dalgaları gibi derin zihin hallerine girin.
Bu gibi derin haller, sizin Tanrı kimliğinize ve kuantum fiziğinde
“gözlemci” denen duruma en yakın olduğunuz,
düşünce tezahüründe, enerji dalgalarının uzay/zaman atom-altı parçacıklarının içinde çöktüğü anlardır.
Umarım bu yazıyla rezonansa girmiş ve titreşimin yaşamımızın her halinde nasıl etkili olduğunu fark etmişsinizdir
alıntıdır…

14 Haziran 2012 Perşembe


Kendini İyileştirmede Hoş Bir ADIM


ŞİMDİ ..Geçmişle yüzleş, ŞİMDİ ..yeniden geleceğini YARAT!
Geçmişle yüzleş, geleceğini yarat!
Geçmişe takılı kalan duygu ve düşünceleriniz yaşama gücünüzü azaltabiliyor. Ama hemen karamsarlığa kapılmayın. Bu durumu değiştirmek için sadece 10 güne ihtiyacınızvar.
İşte iyi anıları parlatmak ve kötü hatıralardan kurtulmak için psikoterapist Derek Draper ve klinik psikolog Cecilia d’Felice tarafından Psychologies dergisi için hazırlanan 10 günlük anı egzersizi!

Geçmişini bilmeyen geleceğe bakamaz derler. Sayfalarımızda yer verdiğimiz egzersizde bu mantıktan yola çıkıyor. O nedenle 10 gün boyunca, çocukluktan beri sizi etkileyen ve bugünkü sizi oluşturan her olayı ve kişiyi ele almanız gerekiyor.
Çünkü eğer kendimizi bu eski metinlerde çözebilirsek yeni hissetme, düşünme ve var olma yolları geliştirebiliriz.

10 adımlı bu egzersiz, geçmişin size hükmeden yönlerinden kurtulup iyi bir gelecek kurmanıza yardımcı olacak. Nasıl mı? Zihninizi değişik yollardan düşünmeye cesaretlendirerek.
Psikoterapist Derek Draper ve klinik psikolog Cecilia d’Felice tarafından hazırlanan anı egzersizinin her adımını sırasıyla uygulamanız şart.

Geçmiş üzerinde düşünmek ıstırap verici olabilir. Eğer bu çalışmadan dolayı
kendinizi çok mutsuz hissederseniz, özellikle de çocukluğunuzda bir travma
yaşadıysanız, profesyonel yardım almanızı öneririz ama pek çok insanın da bu
egzersizden fayda gördüğünün belirtildiğini not etmek isteriz. Kolay gelsin.

BİRİNCİ GÜN
Yüzleşin
Öncelikle şu an kafanızda dolanan sorunlarınızı alt alta yazarak bir tablo
oluşturun. Patlamamak için kendinizi zor susturduğunuz olayları ya da pek önemliolmadığını düşündüğünüz hatta komik bulduklarınızı bile yazın.
Bunlar günlük veyagenel problemler olabilir. Sonra hemen yanına bunların kritiğini yapın. Aşağıda sizeyardımcı olması için nasıl bir tablo oluşturmanız gerektiğini göreceksiniz.

Örnek: Önemli bir telefon numarasını kaybettim / Ben salağım
Patronum yaptığım hatayı düzeltmemi söyledi / Neden daima hata yapıyorum
Postaneden almam gereken bir paketi almadım / Çok tembelim

İKİNCİ GÜN
İçinizdeki dostu uyandırın
Muhtemelen şu an bir gün önce hazırladığınız uzun listeye bakıyorsunuz. Şimdi size bir iyi, bir de kötü haberimiz var. Kötü haber, kafanızdaki olumsuzdüşünceler beyninizin kıvrımlarındaki yollarda devamlı olarak izler bırakıyor.
İyi haber, bu düşünceleri iz bırakamadan durdurabilir hatta daha da iyisi yerlerine destekleyici, cesaretlendirici ve bereketli yeni alternatif düşünceler koyabilirsiniz. Bu ilk etapta kolay olmayabilir ama zamanla neredeyse içgüdüsel hale gelecektir. Yabancı dil öğrenmek ya da “egzersiz” binmek gibi.
Yani nasıl yapılacağını biliyorsunuz ama sadece pratiğe ihtiyacınız var. Şimdi elinizdeki listenizin sağ yanına bir blok açın. Burası sizin için iyimser bir arkadaş sesi olacak.

Bu üçüncü bloğa sorunlarınızla ilgili olarak iyi bir arkadaşınızın size söyleyecek olduğu şeyleri yazın. Ya da böyle bir durumda siz arkadaşınıza ne söylerdiniz onu yazın.
Örnek: Önemli bir numarasını kaybettim / Ben salağım / Ama bu her zamanolmuyor ki! Bir telefon defteri alıp numaralarımı ona kaydetmeliyim.
Patronum yaptığım hatayı düzeltmemi söyledi / Neden daima hata yapıyorum
/ Benden her zaman şikâyetçi değil ki. Hatta dün bir proje için bana
övgüde bile bulundu. Postaneden almam gereken bir paketi almadım / Çok tembelim / Yarın zaman yaratacağım, ayrıca bu o kadar da önemli değil

ÜÇÜNCÜ GÜN
Yetiştirilme tarzınızı çözümleyin
Bazı aileler duygusal olarak içe kapanık ve büyümekte olan çocuklarının
ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalabiliyor. Kimileri ihmalkâr oluyor, kimileri de bir mayın gibi devamlı ateş saçarak çocuğun kendini hırçın ve karmakarışık hissetmesine neden olabiliyor. Bu geçmiş deneyimlerinizdeki olaylarla bir bağ kurmanıza yardımcı olacak.

İyi ya da kötü. Nazikçe, acele etmeden ilerleyin. Bu aşamada, anılarınızın acı verici olabileceğini unutmayın. Geçmiş türbülansında kendinizi üzgün, karışık ya da kızgın hissederseniz bu hislerin doğal olduğunu hatırlayın. Ve şu soruları yanıtlayın;
Nasıl bir ailede büyüdünüz?
Yetiştirilme tarzınızdan memnun musunuz?
Çocukken sevildiğinizi düşünüyor muydunuz?
Eğer yanıtınız “evet” ise size bunu düşündürten nedir?
Anne-baba, ve eğer olduysa bakıcınızın, sevgisini ifade ediş tarzından dolayı mutlu muydunuz, mutsuz mu?
Eğer sevilmediğinizi düşünüyorsanız, neden?
Bir süre aileniz -ve bakıcınız- üzerinde yoğunlaşın. Belki sevgileri koşullu,
sınırlayıcı, hükmedici veya katıydı. Duygusuz, soğuk, sebepsiz beklentiler ve
isteklerle doluydu belki de… Tüm duygu ve düşüncelerinizi yazın. Üzüntü, acı ya da her neyse.Ama kendinizi yargılamayın. Bu aşama, inkâr ettiğiniz, kaçtığınız ya da reddettiğiniz duyguları açığa çıkarmak içindir.

Eğer kendinizi bunalmış hissederseniz çalışmayı durdurun ve sizi mutlu edecek bir şeyler yapın. Yürüyüşe çıkın, bir arkadaşınızı arayın ya da sevdiğiniz biriyle kucaklaşın. Neler hissettiğinize de dikkat edin. Hazır hissettiğinizde egzersize devam edin.
DÖRDÜNCÜ GÜN
Geçmişteki sizle buluşun
egzersiz tamamıyla hayal gücünüze dayanıyor. Daha genç halinizle hatta
çocukluğunuzla buluşup konuşma imkânı sunuyor size. Yani şu an aramakta olduğunuz halinizle. Bunlar kulağa garip gelebilir, ama çok faydalı bir egzersiz.

Ne zaman sakinleşmeye veya kafanızı dinlendirmeye ihtiyacınız olursa kullanabilirsiniz. Kimse tarafından rahatsız edilmeyeceğiniz sessiz bir yer bulun öncelikle kendinize.
Rahatça oturun ve gözlerinizi kapayın. Elleriniz kucağınıza düşsün. Derin nefes alın. Her nefesle bedeninizin bir kısmı gevşesin. Başınız, omuzlarınız, kollar, göğüs, mide, bacaklar ve ayaklar. Aklınıza amaç dışı düşünceler gelirse onlardan kurtulun. Gevşemeyi başardıktan sonra ilk gün yazdığınız uzun listeye gözatın.
Ve ilk kez ne zaman böyle şeyler hissetmeye başladığınızı hatırlayın. Şimdi zaman makinesine binin ve geçmişe yol alın. Belki 10 yaşındaki halinizdesiniz; belki bluğ dönemindesiniz ya da okula ilk başladığınız gündesiniz. Eğer başarabilirseniz o yaştaki yüzünüzü de görmeye çalışın.
Yüzünüzdeki ifadede ne var? Mutluluk mu? Korku
mu? Heyecan mı?

Şimdi aklınıza ne geliyorsa sorun ona. “Merhaba orada mısın? Nasıl hissediyorsun?
Nasıl gidiyor” gibi. Size ne yanıt veriyor? Belki utangaçtır ya da içekapanık ve güvensiz. “Ne hissettiğini biliyorum” deyin ona. “Ben de öyle hissediyorum, kendimizle ilgili çok eleştiri duyuyoruz, artık neredeyse bunlara inanmaya başladık” deyin. “Ama şimdi ben bunu değiştireceğim.”
Bu aşamada izlemeniz gereken bir senaryo yok. Önemli olan nokta kendi çocukluğunuzla yetişkinliğiniz arasında bir bağ kurabilmek ve ikisini birbiriyle konuşturabilmek. Bunun için yazıyı da kullanabilirsiniz. Mektup yazmak duygu ve düşünceleri en iyi ortaya çıkaran eylemlerden biridir.
Çocukluğunuzdan yetişkinliğinize ya da önceki halinizin nasıl hissettiğiyle ilgili olarak o zamanki ailenize bir mektup yazabilirsiniz. Bunun tersini yapıp yetişkin halinizden çocukluğunuza da bir mektup gönderebilirsiniz.
BEŞİNCİ GÜN
Kızgınlığınızı tanımlayın
Bu egzersiz ailenize karşı duyduğunuz herhangi bir öfkeyi açığa çıkarma noktasında sağlıklı ve yapıcı bir yöntemdir. Bir kalem kâğıt alın. Anne – babanıza, veya bakıcınıza, ne tür bir öfke duyduğunuzu tanımlayın.
Çocukken onlara kızdığınız belli olaylar ya da zamanlar var mıydı?
Bunları onların yüzüne karşı söyleyebiliyor muydunuz? Eğer söyleseydiniz ne olurdu?

Eğer kendinizi terk edilmiş hissetseydiniz bunu nasıl gösterirdiniz?
Çocukken kızgınlığınızı engelliyor muydunuz?

Kızgınlığınızı dillendirirken nasıl bir his meydana geldiğini tanımlayın. Donuk mu, keskin mi, korku ya da acı veriyor mu? Tüm hissettiklerinizi hem çocuk hem de yetişkin halinizle ayrı ayrı yazın.
ALTINCI GÜN
Ailenizi anlayın
Şimdi ailenizin duygusal dünyasını anlamaya çalışacaksınız. Bu kolay olmayacak çünkü ailemiz hakkında düşünürken genellikle bir şeyleri tam olarak anlayamadığımız çocukluk penceresinden bakarız. Bu da onları objektif bir açıdan görmemize engel olur.
Eğer onlara sağlıklı ve pozitif bir açıdan bakabilseydik gerçek dünyalarını anlayabilirdik. Bu egzersiz anne-babanızın birbirleriyle ve sizinle nasıl bir duygusal iletişim içerisinde olduğunu gösterecek. Kendinize şunları sorun;
Anne-babam duygusal olarak kendilerini nasıl ifade ederdi?
Sadece negatif mi yoksa pozitif duygular mı açıklanırdı?
Duygularını bastırıyorlar mıydı?
Ben duygularımı belli etmemeyi mi öğrendim?
Neden böyle davrandılar?

Şimdi onlarla ilgili nasıl hissettiğinizi düşünün. Kızgınlık egzersizine bir
gözatın. Duygu ve düşüncelerinizi en küçük ayrıntısına kadar yazın.

YEDİNCİ GÜN
Kendinizi yetiştirin
Bu egzersiz çocukken yüz yüze kaldığınız hüsranları, artık bir yetişkin olduğunuzu bilerek aşmanıza yardımcı olacak. Dr. Alice Domar “Kendini yetiştirmek” isimli kitabında ailenize ithafen kendi kendinize şu sözleri söylemenizi öneriyor:
Bana hayat verdin ama sana hayatımı borçlu değilim.
İlgiyi hak ediyorum.
Senin koşulsuz saygı ve ilgini hak ediyorum.
Kendimi sana ispatlamak için yaşamayacağım.
Senin yerine getirilmemiş rüyalarını yaşamak zorunda değilim.
Kısıtlamalarına rağmen senin sevginle beslendim.

SEKİZİNCİ GÜN
Şefkatle hatırlayın
Yaşadığımız gerçekleri tamamen tanıyıp kabul etmedikçe kendimizi genellikle geçmiş acı anılar arasında sıkışıp kalmış buluruz. Bu durum kendimizi boşlukta, üzgün, ağlamaklı ve bunalmış hissetmemize neden olur. Geçmişle ilgili duygularımızı örtbas etmek yerine yazma yoluna gidersek bir süre sonra bunları benimsemeye başlayabiliriz.
Eğer duygularımızı tanırsak beraberinde onları gözetebilme şansına da sahip oluruz. Sabit bir geçmiş içerisinde tıkılıp kalmak duygusal olarak gelişmemize yardım etmez. Geçmiş anılarımızı tanıyıp izleyerek bize pozitif bir gelecek kurmamız yolunda yardımcı olmasına izni vermeliyiz.

Geçmişte yaşadığımız acı olaylara baktığımızda, kendimize bunların biz henüz güçsüz ve gençken olduğunu hatırlatmalıyız. Ama artık güçsüz değiliz. Şimdi daha önceden keşfettiğiniz içsel arkadaşınızın sevecen ve şefkatli olmasına izin verin.
Olayları farklı görmenize yardımcı olsun. Hatırlamanın acı veren yolunda sıkışıp kalmak istemeyen şefkatli içsel arkadaşınızın sesini dinleyin ve düşüncelerinizi yazın

DOKUZUNCU GÜN
Geçmişi kabullenin
Duygusal anlamda yaşadıklarımızın farkında olduk, bize nasıl hissettirdiklerini
gördük ve artık bunlara şefkatle bakabilir, bağışlayıcı olabiliriz. Ailenizi, veya
bakıcınızı, affetmek zor olabilir ama ancak bağışlarsanız kabullenebilirsiniz.
Geçmişimizi kabullenmek pasif bir teslimiyetçilik değildir. Kabullenişle birlikte
özgürlük de gelir. Geçmişimizden ve acılarımızdan özgürleşmek! Şimdiyi ve
geleceğimizi duygusallardan bağımsız kılmak! Şimdi kendinize şu soruları sorun;

Geçmişimle ilgili şu an inandığım şey nedir?
Geçmişimle ilgili inandıklarımı kabullenebilir miyim?
Geçmişimdeki kötü anıların çıkıp gitmesine izin verebilir miyim?

Bu egzersizlerden sonra hâlâ kendinizi geçmişinizden özgür kılamıyorsanız kendinizi yargılamayın. Bu, egzersizleri daha çok yapmanız gerektiği ve daha fazla zamana ihtiyacınız olduğu anlamına geliyor. Duygularınız üzerine daha çok çalışmalısınız.
Belki size nerede ve neden sıkışmış hissettiğiniz konusunda alternatif bir
perspektiften bakmanızı sağlayacak bir arkadaşınızdan veya bir aile üyesinden yardım isteyebilirsiniz. Unutmayın ki bu duyguları hayatınız boyunca taşıdınız. Aniden değişmeyebilirler, sonuca varana kadar üzerinde defalarca çalışmanız gerekebilir.

Kendinize karşı daima nazik ve yaşadıklarınızla, hissettiklerinizle ilgili olarak
şefkatli olun; bunun hayati olduğunu unutmayın. Şimdi finale geçebiliriz.

ONUNCU GÜN
Kötü anıların gitmesine izin verin
Ritüel ve seremoniler tarihin başlangıcından beri hep çok önemli olmuşlardır.
İnsanoğlu hedeflerini gerçekleştirmede sembollerin ve kutlamaların etkili olduğuna inanır. Kendi seremoninizi düzenleyin. Bir mum yakın, dua edin, bir balon salın gökyüzüne ve geçmişinizdeki negatif mesajları bırakın gitsinler. Bu, geçmişte ve bugünde rahatlamanızı sağlayıp geleceğe bakabilmenizi sağlayacaktır.

Farkındalığınızı Artıracak 5 Kişisel Gelişim Kitabı Bir Ömür Nasıl Yaşanır? – İlber Ortaylı “Kendimi geliştirmek istiyoru...