27 Ağustos 2013 Salı

Kendi Kendine Gizli Sabotajı 10 Adımda Bulun ve Durdurun

İçinizdeki görünmeyen yaşam nedir? Herhangi bir insan ya da olay ile karşılaştığınızda, görünmeye çalıştığınız şeklin tersine, esas hissettiklerinizdir.
Başka bir deyişle, içinizdeki görünmeyen yaşam, gerçek içsel durumunuzdur. Herhangi bir sözcük alışverişi olmadan çok önce, başkalarıyla iletişim kuran iç halinizdir. Sizinle karşılaşan biri, önce iç benliğinizden gelen bu sessiz işaretleri algılar. Bu noktadan itibaren, söz konusu işaretlerin okunmasıyla, ilişkinin temeli oluşur. Ne zaman iki insan karşılaşsa perde arkasında süren bu görünmez diyalog, genel olarak “birbirini tartmak” olarak algılanır.
Genellikle, önümüzde bir güç olarak duran ve başkalarını da etkilemeye çalışan, keşfedilmemiş bir zayıflık tarafından kendimize karşı davranmaya zorlanırız. Bu, kendi kendine gizli sabotajdır. Bir torpilin, vurduğu gemiyi harap etmesi gibi, bu sabotaj da kişisel ve iş ilişkilerimizde dibe vurmamıza neden olur.
Kontrol etme ya da baskın çıkma ihtiyacı duyduğunuz, böylece “istediğiniz” biçimde muamele göreceğinizi umduğunuz herhangi bir kişi, her zaman sizi kontrol edecek ve size davranışları buna göre olacaktır. Neden? Çünkü, herhangi bir istekte bulunduğunuz bir kişi, psikolojik açıdan düşünürsek, her zaman gizlice sizi kontrol eder.
Hiç kimse durup dururken bir başkasına göre daha güçlü ya da üstün olma isteği duymaz. Ancak içinde diğer kişiye göre daha zayıf ya da yetersiz olduğunu gizliden gizliye hisseden bir ruhsal karakter varsa, bu olabilir.
Başka bir kişinin önünde güçlü görünmek için yaptığımız her hareket, aslında o kişi tarafından bir zayıflık olarak algılanır. Bu tespitten şüphe duyuyorsanız, kendi ilişkilerinize ait eski etkileşim ve sonuçları gözden geçirin. Genel kural şudur; başkalarının saygısını kazanmak için ne kadar çok uğraşırsanız, kazanma şansınız o kadar azalır.
Öyleyse, iş başındaymış gibi görünmek amacıyla davranış kalıp ya da tekniklerini öğrenerek başkalarının size karşı muamelelerini değiştirmeye çalışmanın bir anlamı yoktur. Güçlü olmaya çalışmaktan vazgeçin. Bunun yerine, kendinizi zayıf davranmak üzereyken yakalayın. Bu garip talimata çok şaşırmayın. Kısa bir açıklama, bu önerinin akılcı yanını ortaya çıkaracaktır. Aşağıda, başkalarıyla ilişkilerinizi güçlendirdiğinizi sanarak yanılgıya düştüğünüz ve büyük ihtimalle kendinizi gizlice sabote ettiğiniz durumlara 10 örnek sıralanıyor:
1. Bir kimsenin gözüne girmek için ona yaltaklanmak
2. Birinin iyiliği için zoraki ilgi göstermek
3. Ortamı yumuşatmak için önemsiz şeyler söylemek
4. Birinin sözünden çıkmamak
5. Birinin onayını almaya çalışmak
6. Birinin size kızgın olup olmadığını sormak
7. Nazik bir sözcük aramak
8. Birini etkilemeye çalışmak
9. Dedikodu yapmak
10. Başkalarına kendiniz hakkında açıklama yapmak
Bir dahaki sefer yukarıdaki davranışlardan herhangi birine teslim olmak üzere olduğunuzu hissettiğinizde, kendinize hızlı ve basit bir iç test uygulayın. Bu test, kendinizi sabote etmenize neden olabilecek, keşfedilmemiş zayıflıkları arayıp bulmanıza ve yok etmenize yardımcı olacaktır.
Ne yapmalısınız? Bir baskı kontrolü yapın.
Nasıl yapacaksınız?
Uyanık davranın ve yapmak üzere olduğunuz açıklamanın ya da size sorulmadan vermek üzere olduğunuz yanıtın gerçekten istediğiniz şey olup olmadığını anlamak için, kendi içinizde ruh halinizi hızla gözden geçirin. Yapmazsanız oluşabilecek açıklanmamış bir sonuçtan korktuğunuz için mi konuşmaya yeltendiniz?
İçten içe bir baskı hissettiğinizi bilmek, şu gerçeğin kanıtıdır: Açıklamanın, yaltaklanmanın, etkilemenin, gevezeliğin ya da içsel baskıyla yapmaya zorlandığınız ve kendi kendini sabote etmeye yönelik herhangi bir hareketin temelinde siz değil, bir tür korku vardır.
Kendinizi kapıp koyvermenizi salık veren bu baskıyı hissettiğiniz her an, onun taleplerine teslim olarak baskıyı ortadan kaldırmayı, kibarca ama kararlı bir biçimde reddedin. Siz kanıp fırsat vermedikçe korkunun hiçbir söz hakkı olmadığını bilirseniz, başarıya daha çabuk ulaşabilirsiniz. Dolayısıyla, sessiz kalın. Bilinçli sessizliğiniz, kendi kendine sabotajı durdurur.
Özel Özet: Yaşamınızın her anında, ya kendinizi yönetirsiniz ya da yönetilirsiniz.
Yazar: Guy Finley


26 Ağustos 2013 Pazartesi

Dünyadaki Çatışmalardan Kaçıp Yaşanabilecek En İyi 10 Ülke

Dünyadaki Çatışmalardan Kaçıp Yaşanabilecek En İyi 10 Ülke Thumbnail
Dünyada yarın 3. Dünya Savaşı çıkarsa en güvenli yer neresi olurdu? Soru biraz endişe verici ama gelişmeler günden güne kötüye gidiyor ve savaş her yerde. Fakat dünyada halen güvende olan, çatışmalardan uzak ve huzurlu olan yerler de var. Bu nedenle eğer yaşadığınız coğrafyada çatışmalar var ve siz huzurlu bir yerde yaşamak istiyorsanız, sizin için yaşanacak 10 bölgeyi bir araya getirip listeledik.
Her sene çeşitli kriterler göz önüne alınarak hazırlan Küresel Barış Endeksi (Global Peace Index), Mutlu Gezegen Endeksi(Happy Planet Index) ve Yaşam Memnuniyeti Endeksine (Life Satisfaction Index) göre hazırladığımız listedeki ülkelerde, acaba fırsatınız olsa sizde yaşamak ister misiniz?

10 – İsviçre

Almanya, Avusturya, İtalya ve Fransa’ya komşu olmasına rağmen, “tarafsızlık” ve Alp’lerin arasındaki vadiye gizlenmiş konumuyla dünya karmaşasından uzak, refah seviyesi yüksek ve her şeyin kuralına göre yapıldığı bir ülkedir.

9 – Kosta Rika

İstikrarlı bir demokrasi ülkesi olan Kosta Rika, tarafsızlığını ilan ettiğinden beri düzenli ordusu bulunmayan bir ülkedir. Küresel Barış Endeksi, Mutlu Gezegen Endeksi ve Yaşam Memnuniyeti Endeksinde en üst sıralarda bulunuyor. Yani şu an dünyanın yaşanacak bölgeleri sıralamasında en üst seviyelerde. Ve ülkede yaşayan insanların %85′ i de Kosta Rika’da yaşamaktan memnun olduğunu belirtmiştir.

8 – Papua Yeni Gine

15.  yüzyılda Avrupalı kaşiflerin bölgeye ayak basmasında sonra varlığı öğrenilen ve halen toplumdan izole kalmayı başarmış kabilelerin yaşam sürdüğü Papua Yeni Gine, aslında 10 bin yıl öncesinde insanların yaşadığı bir ülkedir. Türkiye’ye en uzak coğrafi bölge olarak da bilinir. Yani kaçıp gitmek isteyenler için gayet ideal bir ülke :)

7 – Kanada

Kara sınırı bakımından, dünyanın en büyük 2. ülkesidir. Sınır komşusu ise sadece Amerika’dır ve aralarındaki sınır, dünyanın en uzun korunmayan sınırıdır. Dediğim gibi epey geniş kara topraklarına sahip olan ülkenin tabii zenginlikleri de görülmeye değerdir. Ve aynen Kosta Rika gibi Küresel Barış Endeksinin en üst sıralarında yer alır. Yani Kanada, etliye sütlüye karışmadan hayatını sürdürmek isteyenler için hem huzurlu hem de gelir seviyesi yüksek bir ülkedir.

6 – Seyşeller

Hint Okyanusunda 115 adadan oluşan bir ada devletidir. Dünyanın geri kalanından izole bir ortamda yaşamaktan öte, bu ada ülkesinde endişelerinizden kurtulup, kargaşanın su kadar saydam olduğu dünyanın en güzel sahillerinde cennetteymiş gibi yaşayabilirsiniz.

5 – Finlandiya

Finlandiya, uzun bir süredir uluslararası çatışmaların dışında kalmak ve tarafsızlığı korumakta olan, İskandinavya yarımadasın yer alan bir Kuzey Ülkesidir. Küresel Barış Endeksinde her zaman ilk 10 içerisinde olan ülkede halk, koyulan kurallara sonuna kadar uymaktadır. Soğuk bir iklimin hakim olduğu ülkenin doğusu, herkesten kaçıp kaybolmak için ideal bir bölgedir. Zira bu bölgede birçok tabii göl görülmeye değerdir.

4 – Tuvalu

Avustralya ve Hawaii arasında yer alan, Mikronezya’nın ortasındaki 9 mercan adadan oluşan ve Vatikan’dan sonra en küçük nüfusa sahip ülkedir. Dünyadaki çekişmeden uzak, daha doğrusu dünyadan uzak ve güvenli bir coğrafyadır. Gerçi küresel ısınma nedeniyle yükselen sular, başkentinin deniz seviyesinden sadece 5 metre yüksekte kalmasına sebep olmuştur. Eğer küresek ısınma nedeniyle sıcaklık 1 derece daha artarsa ülkenin tamamı sular altında kalacaktır. Bu yüzden Tuvalu’yu görmek için biraz acele etmelisiniz.

3 – İzlanda

Atlas Okyanusunun kuzeyinde volkanik bir ada üzerinde kurulmuş ve çevresindeki küçük adalardan oluşan bir devlet. Hemen hemen hiçbir düşmanı yoktur ve Küresel Barış Endeksinde üst sıralarda yer alır. Gerçi ülkede yaşanılan ekonomik krizden sonra refah seviyesi biraz düşse de, dünyanın herhangi bir yerinde bir çatışma patlak verdiğinde, İzlanda bu çatışmaların içersinde olacak en son ülkelerdendir.

2 – Bhutan

Himalaya Dağları arasında denize kıyısı olmayan Bhutan, kesinlikle dünyanın en izole yaşayan ülkelerinden birisidir. Modernleşme ve yerel kültürü arasındaki dengeyi en istikrarlı şekilde koruyabilen nadir ülkelerden biridir. Çin ve Hindistan arasında kalmış bir ülkedir. Fakat ülkenin dış işlerini Hindistan yürütmektedir. Kendi coğrafyası epey sorunlu bir bölge olsa da, Bhutan bu sorunları barışçıl bir şekilde çözüm sağlanabileceğini düşünen bir ülke. Ayrıca ülkeye tatil için gelen turistler, her sene sadece belirli bir sayıda kabul ediliyor.

1 – Yeni Zelanda

Yeni Zelanda, dünyanın en izole ve yaşam standartları en üst düzeyde olan ülkelerin başında geliyor. 2009 ve 2010 senesinde Küresel Barış Endeksinde birinci olan ancak bu sene birinciliği İzlanda’ya kaptırıp 2.sırada yer alan ülke, Güney Büyük Okyanus’ta bir ada ülkesidir. Ayrıca büyüleyici dağ manzarası ve en değmemiş doğal güzellikleri ile dünyadaki karmaşadan sıkılıp, kaçacak bir yer arayanlar için hem güvenli hem de yaşanabilir bir ülke olarak, listedeki ilk sırayı alıyor.

24 Ağustos 2013 Cumartesi

Korku Nedir? Ne Tür Korkular Bizi Esir Alır?

Korku; kendi bütünselliğinde çok geniş alana yayılmakta, yükseklik korkusu, canlı hayvan korkusu, kapalı alan korkusu (aynı zamanda fobi olarak nitelendiriliyor bu korkular) karanlıkta kalmak korkusu derken yaşam alanlarımızı işkence haline çeviriyoruz.
Korku, sözlük anlamı ile ifade edildiğinde “Bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygı, üzüntü, kötülük gelme ihtimali, tehlike” şeklinde bir tanım ortaya çıkıyor. TDK’nın web sitesinde yer alan korku tanımlamasına ruh bilim açısından yaklaşımı ise bizlerin gerçek hayatta yaşadıklarını tarif ediyor. “Korku, gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan ve coşku, beniz sararması, ağız kuruması, kalp, solunum hızlanması vb. belirtileri olan veya daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren duygu.”
Korkunun biz insanları ilgilendiren tanımı, ağırlıklı olarak işin bedensel boyutta yaşanan hislerinde… Genel olarak incelendiğinde; korkudan eli ayağı tutmamak, eli ayağı kesilmek, beti benzi solmak, dili tutulmak, avuçlarının içi terlemek, nefesi kesilmek, gibi yan etkileri olan güçlü bir duygudur, korku.
Bu duyguları farklı bir boyutta aşık olunca da yaşar insan, orada da devreye reddedilme korkusu, terk edilme korkusu, kendini ifade edememe korkusu, karşı cins korkusu, kaybedersem korkusu derken sevgiliye açılamadan korkulara esir düşeriz.
Korku Ekip Korku Biçerek Yaşamak…
Derslerde, sınavlarda yani kendimizi ifade etmekten ziyade bilgimizi sınadığımız alanlarda da korku baskın bir duygu olarak karşımıza çıkıyor. Yapamazsam, bilemezsem, arkadaşlarım gülerse, öğretmenim kızarsa şeklinde kurguladığımız korkular bize süreç içinde travmatik sorunlar olarak geri geliyor. Bir nevi korku ekip korku biçerek yaşıyoruz.
Korku; kendi bütünselliğinde çok geniş alana yayılmakta, yükseklik korkusu, canlı hayvan korkusu, kapalı alan korkusu (aynı zamanda fobi olarak nitelendiriliyor bu korkular) karanlıkta kalmak korkusu derken yaşam alanlarımızı işkence haline çeviriyoruz.
Peki, bu kadar derin bir konu olan korkularımızı bedenimizde tetikleyen ve etkilenen organlar hangileri acaba. Öncelikle böbreküstü salgı bezleri ile salgılanan Adrenalin vücuda ve beyne sinyal göndererek durumun vahametini bildiriyor.
Heyecan ve korku durumunda Adrenalin salgılanmasının artmasıyla noradrenalin salgılanarak sakinleşmeyi sağlar. Kan damarlarını genişletir. Adrenalinin salgılanması sırasında:
1.Damarlar genişler.
2.Kan Basıncı artar.
3.Kalp atış hızı artar.
4.Göz bebekleri büyür.
5.Kan şekeri yükselir.
Sonuç korkudan hastalanmaya yüz tutan bir vücut ve birey…
Şimdi kısaca bu korkuların insanlar üzerindeki etkilerinden bahsedelim.
Hayatımız boyunca korkular ile yönetilmeye ve terbiye edilmeye çalışılmış bireyleriz. Korkunun ilk olarak ortaya çıkışı, yemek yemediğimiz, çoraplarımızı giymediğimiz, evin içinde başımıza buyruk yaşadığımız çocukluğumuzda başlıyor. ‘Yemek yemezsen abla gelip ham yapar, suyunu içmezsen minnoş gelip içer, çoraplarını giymezsen böcekler seni yer, elbiselerini giymezsen doktor amca gelir iğne yapar.’ gibi fanteziler ile çocuk aklımıza yerleşmeye başlıyor korkularımız.
Çocukluktan ergenliğe geçiş sürecinde ise korkularımızın boyutu da değişiyor, arabalar, uçaklar, gemiler, ölümler, hastalıklar, insan zararlısı insanlar derken çocukken almış olduğumuz terbiyenin üzerine bir de bunlar eklenince korkuların yönettiği kişilik ve “BEN” halleri bambaşka bir boyuta taşınıyor. Öyle ya, elbise giymediğimizde gelip bize iğne yapacak olan doktor amcanın karşısına hasta olarak çıkınca hele bir de iğneyi görünce korkunun asıl hallerini yaşamaya başlamış oluyoruz. Çocukken aşırı sevgi, ilgi, fark edilme, dokunulma ve kabul görmelerin de silinmeye yüz tuttuğu artık büyüdün hallerinde farkında olmadan bunlarla ilgili de korkular su yüzüne çıkmaya başlıyor.
Ve sınavlar, ilk okuldan başlayıp üniversite bitene kadar devam eden kabuslar serisi. Dizi yapsalar bundan ömür boyu sürecek bir sürü hikaye üretebilir insan. Sözlü sınav korkusu, çalışmadan gitmişsen derse öğretmen görüp sözlüye kaldıracak korkusu –ki okul sıraları çok küçük olduğundan girecek delik bulamıyor insan- ile başlayıp, sınavdan düşük not alırsam ailem ne der, ya yanlış söylersem, ya arkadaşlarım dalga geçer de gülerse korkuları ile mutlu bir ömre yol almaya başlıyoruz.
Aşık olduğumuz anda ise korkularımızın boyutu değişmeye başlıyor, kaybetme korkusu, kabul görmeme korkusu, kendini ifade edememe korkusu diye başlayan bir korku zincirinin halkaları olup çıkıyoruz. Karşı cins ile ilk iletişim deneyiminde, yüzeye çıkan korkular titreme, ellerde uyuşukluk, boğazda düğümlenme hissi, karında ağrı gibi bedensel tepkileri de açığa çıkartıyor.
Yeni korku modeline hoş geldiniz.
Artık hayata katılmanın zamanı geldi, büyüdük ve iş hayatına atıldık. İşten çıkartılma korkusu, işe geç kalma korkusu, yöneticilerin olumsuz puan verme korkusu, kabul görmeme korkusu, ciro korkusu, kota korkusu diye uzayan bir liste de burada karşımıza çıkıyor.
Evlendik, şimdi de aile geçindirme, çocuğun geleceği, para yetiştirememe, ailenin geçimine yetememe derken burası da bir kabus alanına dönüşüyor…
Eh geldik ömrün son demlerine artık en büyük korku ile yüzleşmeye başlıyoruz… Tüm hayatın korkularının son bulduğu ve anlamsız geldiği, her şeyin birden boş göründüğü gerçeküstü yanlarımızı açığa çıkartan ölüm korkusu ve ondan kaçışın yok nedense. Tüm korkularımızın içinde kaçırdığımız ne çok güzellik var farkında mısınız?
Mutluluklarımız, sevinçlerimize sarılmamız, hayatı güzelleştiren gülümsemeler ile var olmamız ve yaşamın farkında olmamız bizden tüm korkuları alıp götürebilir mi? Denemeden farkına varamayız değil mi?
Peki, Nasıl?

21 Ağustos 2013 Çarşamba

GERİ BİLİDİRİM / Yaşanmış Bir Hikaye
By Dr. Füsun UYSAL

Yaptığı ameliyatların başarısıyla ünlü  Beyin - Omurilik Cerrahı'nın çalıştığı hastanedeki ofisine gelen hasta, kollarına girmiş iki kişiden aldığı destekle zar zor yürüyebilmekte ve çektiği ağrının büyüklüğü  kapıdan girer girmez yüzünden okunmaktadır.
Doktor hastayı muayene eder ve tanı olarak bel fıtığı düşündüğünü söyler, kesin tanı için gereken tetkikleri ister. Hastanın gelen tetkik sonuçları da doktorun tanısını doğrulamaktadır. Doktor, hastaya en kısa zamanda ameliyat olması gerektiğini söyler. Ancak kendisinin ameliyat için sıra bekleyen uzun bir hasta listesi olduğunu,  hastaya, kendisine ameliyat olmak için  sıra bekleyerek  zaman kaybetmemesi açısından  başka bir cerrah arkadaşına yönlendirebileceğini anlatır. Ne var ki, hasta bu öneriyi kesinlikle kabul etmez.

          Bunun üzerine doktor, ertesi gün yapacağı ameliyat listesine şöyle bir göz atar. Yapacağı ameliyatların süresi mesai saatinin tamamını doldurmaktadır. Üstelik, listede yer alan hastaların hepsi de uzun zamandır sırada beklemekte olup, muhtemelen hiç biri ameliyat sırasını bir başka hastaya vermek istemeyecektir. Hastanın ameliyatı için, zaman sorununu nasıl çözebilirim diye düşünen cerrahın bu arada gözü, masasının üzerindeki takvim sayfasına kayar. Sayfaya bakar bakmaz derin bir iç çeker. Çünkü, ertesi günkü tarihin üzerine kırmızı kalemle yıldız işareti yapılmış ve yanına da kısa bir not düşülmüştür.

'' Saat 18’de oğlumun okul toplantısı''

          Doktor kısa süreli bir ikilem yaşasa da, oğlunun toplantısı için bir çözüm yolu bulabileceğini düşünüp, karşısında ağrıdan kıvranan hastasının onun yardımına daha çok ihtiyacı olduğuna karar verir. ''Tamam'' der hastasına. ''Yarın mesai süremi sizin için uzatıp, ameliyatınızı yapacağım.''

          Hastadan herhangi bir memnuniyet yanıtı gelmez. Sadece ameliyatının detaylarını sorar. Doktor bu durumu, hastanın o an için sadece çektiği acıya odaklanmış olmasına bağlar ve üzerinde durmaz. Ameliyatıyla ilgili tüm detayları anlatarak,  hastaneye yatış işlemlerini başlatır.

         Ertesi gün cerrah, tahmininden daha uzun süren zorlu bir operasyonla hastanın ameliyatını başarıyla tamamlar. Hastası, ameliyat sırasında verilen anestezinin etkisinden çıkıp, rahatlayana kadar hastaneden ayrılmaz. Gecenin ilerlemiş saatinde o gün yaptığı son  ameliyatın, bedeninde bıraktığı  yorgunluğu hissedemeyeceği kadar huzurlu bir ruh haliyle evine döner.

         Sabah, bir önceki gün ameliyat yaptığı hastalarını sırasıyla ziyaret eder. Sıra en son ameliyat ettiği hastasına gelir. ''Bu gün nasılsınız? '' der doktor. Hasta ''Ameliyat yerim acıyor.'' diye yanıt verir. Doktor, hastasını ayağa kaldırır ve tek başına yürümesini ister. Hasta odanın içinde rahatlıkla bir kaç adım atar ve ardından yine ameliyat yerindeki acı hissinden yakınır. Doktor, hastaya '' Bu acının ameliyat öncesindeki gibi, bel ve bacağına yayılıp yayılmadığını'' sorar. Hasta ''Hayır'' cevabını verir. Doktor ''Ameliyat yerindeki acının, hastanın kaza ile parmağını kestiği zaman duyduğu acı gibi olduğunu, bunun on gün içinde azalarak geçeceğini'' söyler. Hastaya dikkat etmesi gereken durumları açıklayarak, on gün sonra kontrole gelmek üzere , bir kaç saat içinde hastaneden taburcu olabileceğini söyler.

         Hastadan herhangi bir memnuniyet yanıtı gelmez. Doktor bu durumu, hastanın o an için nekahet döneminde dikkat edeceğe konulara odaklanmış olduğuna bağlar ve üzerinde durmaz.

         On gün sonra hasta kontrol filmleriyle birlikte yeniden doktorun ofisindedir. Bu kez tek başına yürüyerek gelmiştir. Doktor kontrol filmlerine bakar, hastanın ilk gelişindeki filmlerle   karşılaştırır ve yapmış olduğu ameliyatın başarıyla sonuçlandığını söyler.

         Yine, hastasından herhangi bir memnuniyet yanıtı gelmez.

         Doktor hastaya ''Ameliyat olmadan önceki şikâyetlerinin devam edip etmediğini ''sorar. Hasta sadece ameliyat sonrası takmak zorunda olduğu korsenin sıkı olmasından şikayet eder. Doktor '' Bu korseyi kısa bir süre için kullanılacağını, biraz gevşetmenin de  mümkün olduğunu, ne var ki artık buna gerek olmadığını çünkü, kendisi için yeni bir ameliyat planladığını'' söyler.

         Kendisiyle ilgili yeni bir ameliyat planı  duyan hasta şaşkınlık içinde doktora döner ve ''Neden? '' diye sorar. Doktor yanıt verir. '' Sizi sağlığınıza kavuşturmak için elimden geleni yaptım, tüm sonuçlar da sağlığınıza kavuşmuş olduğunuzu destekliyor. Bu gün buraya tek başınıza yürüyerek gelmeniz benim için büyük mutluluktu ve bu sevinci birlikte paylaşırız diye düşünmüştüm. Ancak siz bu süreçte geri bildirimlerinizi sadece olumsuz yönleriyle yaptınız, şikâyet sözlerinizin öncesine bir kez bile, teşekkür kelimesini eklemeyi denemediniz.  Elbette şikâyetlerinizi önemsiyorum. Ancak öncesinde sizden duyacağım teşekkür kelimesi,  şikâyetlerinizi giderebilmem için bana itici bir güç, bir motivasyon kaynağı idi. Madem şu anki sağlığınızdan memnun değilsiniz,  yeni bir operasyonla sizi eski halinize döndürmeye çalışacağım. Sanırım o halinizden daha memnundunuz(!)''

         Hasta doktorun sözleriyle şaşkına döner. '' Aynı eşim gibi konuştunuz'' der.'' O da benden bu konuda yakınır, hazırlamış olduğu yemeğe teşekkür etmeden önce tuzsuz olduğunu söylediğim için. Haklısınız, sağlığıma kavuştuğum halde bu konudaki emeğiniz için size teşekkür etmeyi ve tanrıya şükür etmeyi ihmal ettim. ''

         Sabahın erken saatleri olmasına rağmen cerrah kendini yorulmuş hisseder. Hastasının sözleri bitince gözü masasının üzerindeki takvime takılır.  On gün öncesinin kırmızı yıldız işaretine bakar dalgın gözlerle. Öğrenim yaşantısının ilk, okul toplantısına gelemediği için kapıda onu ağlayarak karşılayan yedi yaşındaki oğlunu düşünür, kapıdan sağlam adımlarla çıkan hastasının ardından bakarken...



Siz Geri Bildirimlerimizi Nasıl Veriyorsunuz?

1. Geri bildirim verirken önceliği detaylara verip,  konunun bütününü gözden kaçırdığınız oluyor mu?

a) evet                   b)  zaman zaman               c)  hayır

2. Geri bildirim verirken hemen her zaman yalnızca olumsuza mı odaklanırsınız?

a) evet                    b) zaman zaman                 c) hayır

3. Sizin için sarf edilmiş bir emeğin sonuç kısmı sizi çok tatmin etmese bile, emek kısmı  için teşekkür eder misiniz?

a) hayır                 b) zaman zaman                c)  evet

4. ''Teşekkür Ederim'' ifadesini günde kaç kez kullanırsınız

a) 2-3 defa ya da         b)  5-10 arası          c)  10 dan fazla daha az  

5. Sizden geri bildim istenen durumlarda, karşı tarafın bu işi tamamlamak için nelerden vazgeçtiğini ya da nasıl bir enerji sarf ettiğini  düşünür müsünüz?

a)hiç düşünmedim         b) zaman zaman düşünürüm          c) sıklıkla düşünürüm

6. Geri bildirimlerin, doğru  iletişim için önemini  yaşamınızda deneyimlediğiniz oldu mu?

a) Hiç olmadı           b) bir kaç kez                       c) sıklıkla

7.  Doğru kullanılan geri bildirim yönteminin sosyal yaşam alanlarındaki

 ( aile,iş,arkadaşlar vb. )  iletişim kazalarını engellediğini deneyimlediniz mi hiç?

a) Hiç           b) bir kaç kez                       c) sıklıkla

8. Geri bildirim tekniği olan ''Sandviç Tekniği'' 'ni duydunuz mu?

a) Hayır  duymadım  b) Duydum ama tekniği bilmiyorum   c) Duydum ve uyguluyorum



Yukarıdaki soruların 4 ya da daha fazlasına cevabınız a ve ya b şıkkı ise, İletişim konusunda kişisel gelişiminizi geliştirmek için Yaşam Koçu'ndan yardım almanızı tavsiye ederim.

Umursuyorum Umursuyorsun Umursuyor Umursuyoruz

Sözcük hazinemi alt üst ettim ama bir türlü fikrimi anlatacak en doğru kelimeyi bulamadım. Olumlu bir özellik taşıdığından olsa gerek.  Toplum olarak her şeyi tersten öğrenmek gibi bir eğitimden geçiyoruz ne de olsa. Çocukken en çok duyduğumuz sözcük, “yapma!” değil miydi?
umursamak

Umursamak

Benim aklıma, gönlüme, işime, hayatıma takılan, dile getirmek istediğim yaklaşım için bulabildiğim en yakın fiil sözcüğü: umursamak. Sizleri umursuyorum demek istedim.  Kulak tırmalayıcı geliyor böyle söylenildiğinde. Oysa “Umrumda bile değilsin!” diye haykırmak birilerine, onları incitmek, aşağılamak, un ufak etmek için ne denli güçlü bir haykırış…
Hiç birisine “Seni umursuyorum!” dediniz mi? Ya birisi size dedi mi bunu? İliklerinize kadar gerçekten önemsendiğinizi hissettiniz mi? Ben bir kere yaşadım bunu. Çok uzaklardan gelen bir kartta, özenle dolmakalemle yazılmıştı. Başka bir dil de idi ama olsun, ruhuma masaj yapılmış gibi canlandım okuyunca.  Değerini bilemeyecek kadar gençtim.  Şimdilerde her içim daraldığında o cümle geliyor aklıma. O günkü gibi canlanıyorum. Sadece benim için evrene salınmış güçlü bir frekans olduğunu biliyorum bu niyetin, fikrin ve evrende hiçbir şeyin kaybolmadığını, aslında zaman da olmadığını. Evren beni umursuyor diye alıyorum bu mesajı her aldığım solukta. O kadar iyi geliyor ki!

Ya siz kendinizi umursuyor musunuz?

Hiç sanmıyorum… Ellerinizdeki cep telefonları bunun en açık göstergesi.  Bilim insanları atom parçacıkları, DNA, hücreler gibi dünya üzerinde var olan her canlı birimin elektro manyetik olarak haberleştiğini, aklın ikna olacağı göstergelerle ortaya koyuyorlar.  Beyin yaratıcılığın ortaya çıktığı alfa dalga boyutunda titreştiğinde, dünyanın nabzı olan Schumann rezonansı ile aynı (7.83) herz de salınım yapıyormuş. Sağlıklı bir bütün olmanın yolu doğanın dengeli frekansında titreşmekten geçerken, bizler elbirliği ile bu frekansı bozacak her şeyi yapıyor, kullanıyor ve kendimizi umursamadan yok ediyoruz…
Beslenmemiz de öyle. Karın doyurmakla geçiştirilen öğünler “ne idüğü bilinmez” nice unsur içeriyor. Geçenlerde zerdeçalın yararları ile ilgili bir makale okuyordum. Fareler üzerinde yapılan bir deneyde, kanserli prostat hücresinin çevredeki hücreleri bozmak için yaydığı manyetik dalgaları zerdeçalın bozduğunu ve böylece kanserin yayılamadığını yazıyordu.  Zerdeçal vermeyi kestiklerinde, kanser yayın yapmayı başarabiliyor ve çevresini etkilemeye devam ediyormuş.
Zerdeçalın yayın bozucu özelliği iyi de; kablosuz televizyonların, bilgisayarların, telefonların kullanılabilmesi için kullandığımız elektro manyetik yayınlar maalesef dünyadaki yaşam için çok önemli bir dengeyi bozuyor.  Polinasyonun ne olduğunu çoğunuz biliyorsunuz. Bitkilerin döllenmesi için gerekli bir işlem. Polenlerin taşınması görevini üstlenen arılar, yönlerini dünyanın elektro manyetik yayını ile buluyorlar. Biz bu yayını kendi lüksümüz için bozduğumuzda arılar yok oluyor. Onların yok olması bitkilerin döllenememesi anlamına gelir ki, bu da dünyada yaşamın son bulması demek. Kıyametimize giden yolun taşlarını ellerimizle döşüyor ve nasıl da rahat yaşadığımız zannına kapılıyoruz.

Özetle, sözlüğümüzdeki  “Umurum bile olmaz!”, “Hiç umurumda değil!” eylem olarak yaşama egemen kesilmiş…

“Kendimi umursuyorum!” Alış veriş listemi yeniden düzenledim. Market rafları yerini bahçeme, köydeki bostana, tarlaya bıraktı. Biçtiklerinin tohumlarını bilen insanlarla alış veriş içindeyim. Yoğurt, sirke, ekmek, sabun, yüz kremi, çamaşır-bulaşık deterjanı vb.  gibi kendim yapabileceklerimi  bildiğim doğal malzemelerle evde üretiyorum.  Cep telefonumu kendimden uzak tutuyorum. Aslında yok etmem lazım ama daha o kadar evrilmedim.
“Umurumdasınız!” Ayağımın, elimin, dilimin yakınındaki çiftçilere bildiklerimi anlatıyorum. Onlara da umursama bilinci vermeye çalışıyorum. Doğa anamızı umursamanın kutsal bir görev olduğunu, dengeyi korursak yaşama devam edebileceğimizi, para kazanmanın değil, dengeyi korumanın asıl olduğunu dilim döndüğünce, aklım elverdiğince paylaşıyorum onlarla.  Böylece doğa ananın frekansına uyumlu ürünler doldursun sofralarınızı. Daha çok para kazandırdığı için değil, yaşamı umursamak adına yetiştirilmiş olsunlar.
Onlar sizi umursarsa, siz de benim yıllar önce aldığım kart ile bana ulaşan o güzel frekans ile canlanır, bütünü içinizde, kendinizi bütünde buluverirsiniz birden.
Döngü karşılıklı çalışır. Siz de onları umursayın. Bozmayın frekansı. Gülümseyin evrene.
Umursuyor ve umursanıyorum.
Yaşam çok güzel!
Sizler çok güzelsiniz!
Ayla Seyhun

20 Ağustos 2013 Salı

Yargıda Bulunmaksızın Gözlemle

Yargıda bulunmaksızın gözlemlemek, kişinin hem kendi iç dünyasında hem de çevresinde olup bitenlere karşı bilgelikle hareket edebilmesini sağlayan önemli bir davranış biçimidir. Bu ilke Aborijin bilgeliğine göre; kendi deyimleriyle her yerdeki her ruh için geçerli olan kişinin içsel yolculuğunda uyması gereken 10 ilkeden biridir.
gözlemlemek
Yargıda bulunmaksızın gözlemle
Yargıda bulunmaksızın gözlemlemede kişi yargılamanın, eleştirmenin, kınamanın ötesine geçip iç ve dış dünyasında olanları bakar ve görür, duyar ve dinler, dokunur ve hisseder. Gözlemleyen bilinç, çocukluğumuzdan beri öğretilen tüm bakış açılarından farklı olanı olduğu gibi görmektir. İyi, kötü, doğru, yanlış, güzel, çirkin gibi kavramlara verilen yargılamaya yol açan anlamlardan uzak bir bakış açısıdır.
Yargıda bulunmaksızın gözlemlemek, sen şayet kızgınsan bunun için kendini suçlaman veya böbürlenmen değil kızgınlığına koşullandırılmış bir tepki vermeden yalnızca kızgınlık duygusunu kaynağından çıkıp yok olana dek izlemendir. Kökünde anlamaya çalışmak yatar. Bu diğer tüm duygular, düşünceler, çevrende olanlar için de geçerlidir.
Yargıda bulunmaksızın gözlemlemek, kişiye bilgeliğin yolunu açan birçok özellik kazandırır.
- Gözlemleyen bilinç, olan her ne ise onu olduğu hali ile görebilmek, duyabilmek ve hissedebilmektir. Bu, kişiye farkındalık kazandırır. İç dünyasını gözlemlerken neyi neden yaptığını, nasıl hissettiğini keşfedip özüyle ilgili farkındalık kazanır ve bu keşfin verdiği istek farkındalığın artmasına sebep olur. Çevresinde olup bitenleri gözlerken kendi iç dünyasının yansımasını görür ve bütünlüğü keşfedecek farkındalıklar kazanır.
- Çocukluğumuzdan beri öğrendiğimiz alışkanlık haline gelen tepki verme davranışından bizi kurtarır.

Kişi olan bitene tepki yerine cevap verir. Osho’nun konuyla ilgili örneği şudur:

“Git ve bir güle bak ama hemen papağan gibi ‘ne kadar güzel’ deme. Bu sadece insanların sana söylemiş olduğu bir fikir olabilir. Çocukluğundan beri sürekli “gül çok güzel bir çiçektir, harika bir çiçektir “sözlerini duyuyorsun. O yüzden bir gül gördüğün zaman, hemen tuşuna basılmış bir bilgisayar gibi ‘bu çok güzel’ diyorsun. Bunu gerçekten hissediyor musun, bu senin içinden geçen duygular mı? Eğer değilse söyleme.
- Yargıda bulunmaksızın gözlemlemek olana dikkatle bakmak demektir. Bu davranış zamanla konsantrasyonun artmasını sağlar.
- Hoşgörü ve empatinin doğmasına sebep olur. Yargılamanın olmadığı yerde anlayış vardır.
- Her şeyi olduğu gibi kabulleniş ve teslimiyet ortaya çıkar. Gözlemleyen bilinç ile hareket etmek yargılamayı dışarıda bırakacağından kabullenme kendiliğinden ortaya çıkar. Yargılayan kişi kendini, yaptıklarını inanç ve değerlerini diğerinin üstünde tutup kişiye kibire sebep olan üstünlük duygusunu verir. Gözlemleyen bilinç ile olanlara bakmak ise kişiye teslimiyet, alçakgönüllülük, sabır gibi erdemleri kazandırır.
- Koşulsuz sevgi ışığının doğmasını sağlar. Yargıda bulunmaksızın gözlemleyen kişi olan bitenin en yüksek hayra hizmet ettiğinin bilincine varır. Farkındalık alanına giren tüm insanlarda kendinden bir parça görür ve etrafındakilerin kendisi için, kendisinin etrafındakiler için bir ayna görevinin olduğunun farkına varıp birliği görür. Bu bilinç ile kişi kendisi de dahil yaratılan tüm varlığa sevgi ile yaklaşır.
- Barışı sağlar. Yargıda bulunmaksızın gözlemlemenin kazandırdığı kabullenme ve anlayış, içsel ve dışsal barışın yeşermesine sebep olur. Çözülemeyecek türden görünen anlaşmazlıkların ve bunun sonucunda oluşan kırgınlıkların, küskünlüklerin, kavgaların hatta şiddete varan olayların oluşmasını engeller.
- Gelişimin yolunu açar. Olanlar, yargılama olmaksızın gözlemlendiğinde içsel ses daha duyulur hale gelir ve kişi olanlar karşısında sezgileri ile karar verip hareket eder.
- Gözlemleyen bilinç, objektif bir bakış açısı sunar ve bu da kişinin hakkaniyet içinde davranmasını sağlar.
Yargıda bulunmaksızın gözlemlemek, kişinin hem kendi iç dünyasında hem de çevresinde olup bitenlere karşı bilgelikle hareket edebilmesini sağlayan önemli bir davranış biçimidir.
***
Not: Merak edenler için yazının başlangıcında belirtilen Marlo Morgan’a ait Sonsuzluğun Mesajı kitabında yer alan Aborijin bilgeliğine göre diğer 9 ilke:
1) Bireysel yaratıcılığını ifade etmelisin.
2) Sorumlu olduğunun farkına var.
3) Doğmadan önce diğerlerine yardım etmeyi kabul ettin.
4) Duygusal olarak olgunlaş.
5) Eğlendir.
6) Enerjini denetle.
7) Müzikle uğraş.
8) Bilgeliğe ulaşmak için çaba göster.
9) Öz disiplini öğren.
Deniz Taşkın

19 Ağustos 2013 Pazartesi

HAYATTAN NE İSTİYOR SUNUZ?

        Hayatta eğer ne istediğinizi bilmiyorsanız, sizin yerinize karar verecek ve ne yapmanız gerektiğini söyleyecek birini kolayca bulabilirsiniz. Hatta arayıp bulmanıza bile gerek kalmadan, çevrenizdeki kişilerin, sizin, kendi kararlarınızı verme gücüne sahip olmadığınızı fark eder etmez,  daha o an adınıza karar vermeye başlayacaklarına hiç kuşkunuz olmasın. İstediğiniz bu mu? Size ait olan bir hayatı başkaları mı yönetsin, karar versin ve size sadece o kararlara uyma rolü mü kalsın? Evet, istediğim böyle bir yaşam, benim adıma yaşamımı kurgulasınlar, ben de sadece rolümü oynayayım diyorsanız, elbette saygı duyarım.

          Yok hayır! Bu benim yaşamım ve her saniyesini kendi özgür irademle şekillendirmek istiyorum diyorsanız; lütfen yazıyı okumaya devam edin.

          Hayatta kendi kararlarınızı verebilmeniz, öncellikle ne istediğinizi biliyor olmanız ve kendinize hedef koymanızla mümkün.

         Hedeflerini belirlemiş insanlar gözlerini kapattıkları zaman nasıl bir hayat yaşayacaklarını,nelere ulaşacaklarını açık ve net olarak bilen insanlardır. Hedef belirlemek görünmezi görünür hale getirip, hayat yolunu netleştirmektir. Hedefini belirleyen insanlar yaşama karşı zamanı ve fırsatları doğru değerlendirmeyi, esnek bakış açısıyla alternatif çözüm yollarını keşfetmeyi de öğrenirler.

         Hedefsizlik ise yaşamla hiç bitmeyen bir kavgaya tutuşmak gibidir. Siz hayattan ne istediğinizi bilmediğiniz sürece, hayatta da size ne sunacağını bilemez. Karşınıza çıkan fırsatları göremediğiniz için hep şansınıza kırgın, kaderinize küs yaşarsınız. Hedef koymanın tersi daima problemlere odaklanmak ve gözlerinizi kapattığınız zaman sadece karanlığı algılamaktır. Kişiler bu durumda sürekli yolunda gitmeyen şeylere odaklanır ve suçlunun kim olduğunu, problemin geçmişini ve sonuçlarını düşünürken farkında olmadan bu problem labirenti içinde kedilerini kaybederler.

        Hedef koymak sizi probleme odaklı yaşamaktan çekip çıkartır ve çözüm odaklı düşünmeye yönlendirir.  ‘’ Nerede yanlış yaptım?’’ demek yerine kendinize ‘’Bundan sonra ne yapmak istiyorum?’’ sorusunu sormanızı ve böylece geçmişe takılıp kalmadan ileriye doğru adım atmanızı sağlar.

           Eğer hayatınıza yeni hedefler koymaya ve bunları gerçekleştirmeye karar verdiyseniz, bu kararınızdan önce hayatınızı bir kez gözden geçirmenizi öneririm. Bu güne dek neler yaptınız, nelerin uğruna çaba sarf ettiniz, hangi hedefleri gerçekleştirdiniz ve hangilerinde yolun bir yerinde tıkanıp vazgeçtiniz? Gerçekleştirdiğiniz hedeflerle, vazgeçtikleriniz arasındaki fark neydi?

            Burada asıl soru şu ki, vazgeçilen, gerçekleştirilemeyen hedefler sizin gerçek hedeflerimiz miydi? Ağzımızdan çıkan her hedef cümlesi gerçek hedefimiz midir?

           Hedeflerimizin çıkış noktası ve onu besleyen ana kaynak, kişinin sahip olduğu değerleridir. Tüm hedefleri değerlerimiz üretir ve güçlendirir. Sahip olduğunuz değerler mesela; sevgi, saygı,dürüstlük, sağlık, eğlence, özgürlük, aile bağları, dostluk vb. olabilir. Koyduğunuz hedef içinizdeki bu değerlerle örtüştüğü zaman sizin için hedef çaba göstermeye değer hale gelir. Değerlerinizi gözden geçirip, ne olduklarını bilince kendinize daha gerçekçi hedefler koyar ve değerlerinizle bu hedefi beslersiniz. Bir anlamda hedefinizi gerçeğe dönüştürme yolunda değerlerinizle motive olursunuz.

          Koyduğunuz hedefi gerçekleştirme yolunda etkili olan diğer bir unsur ise hedefe karşı duyduğunuz tutkudur. Hayalle gerçek arasındaki bağdır tutkularımız. Eğer hayallerinizi hedefe dönüştürdükten sonra tutku bağını kullanmazsanız hedefi değerlerinizle besliyor olsanız bile sonuca giderken yarı yolda kalmanız olasıdır. Tutku size aynı zamanda yapabilme gücü ve isteği verir. Hedef yolunda yapacağınız zorlu mücadelelere dayanma gücünü, hedefi gerçekleştirmek için içinizde duyduğunuz güçlü istek, yani tutkunuz sağlayacaktır.

           Son olarak hedef yolunda ihtiyacınız olan şey ise esnek düşünme biçiminizdir. İki ağaç düşünün; birinin esneme yeteneği diğerine göre daha fazla olsun. Bir fırtına sonrasında esneklik yeteneği olan ve sert rüzgarın  yönünde eğilerek kendini koruyan ağaç mı ayakta kalır, yoksa esneme yeteneği olmayan ağaç mı? Fırtına sonrası esnekliği olmayan ağacın muhtemelen dallarından bir çoğu kırılacak ya da daha da kötüsü ağaç kökünden sökülerek parçalanacaktır. Esnek düşünme yeteneğini kazanmak insana çıkmaz yollar karşısında, alternatif çözümler üretme becerisi kazandırır. Hedefe giden yolu yüksek tepelerden, çoklu bakış açısıyla görebilmeyi ve içinizdeki yapabilme gücünüzü her gün farklı bir yönünü açığa çıkartma kabiliyetini geliştirme fırsatı sağlar.

         Hedefle gerçek arasındaki bağın, tutkuyla istemek ve azimle çalışmak olduğunu çarpıcı bir öyküyle anlatan ve çoğumuzun keyifle okuduğu Martı kitabının yazarı Richard Bach’ın söylediği gibi; Bir hayata başladığımızda her birimize bir blok mermer verilir, onu ya el değmemiş durumda arkamızdan sürükleriz, ya parçalar, çakıl gibi dökeriz ya da görkemli bir heykel yaparız.

Sevgiyle kalın.

  Dr. Füsun UYSAL

1 Ağustos 2013 Perşembe

EŞ KOŞMA (İDANTİFİKASYON)

Eş koşma insanın kendisini unutmasıdır,
yani eşyalaşmasıdır. (P.D. Ouspensky)
“ ‘Eş koşma’, öylesine yaygın bir niteliktir ki, gözlemleme amacıyla onu diğer şeylerden ayırmak güçtür. İnsan, daima bir eş koşma hali içerisindedir; ancak eş koşmanın objesi (nesne) değişir.”
“İnsan, karşılaştığı küçük bir sorunu eş koşar, işine başladığı andaki büyük gayeleri tamamen unutur. Bir düşünceyi eş koşar ve diğer düşünceleri unutur; bir duyguyu, bir ruh halini eş koşar ve daha önemli olan diğer düşüncelerini, duygularını ve ruh hallerini unutur. İnsanlar, kendileri üzerinde çalışırlarken ayrı ayrı amaçları öylesine eş koşarlar ki, ormanı görmekte başarısızlığa düşerler. Onlara yakın olan iki ya da üç ağaç onlar için bütün ormanı temsil eder.”
“Eş koşma, en korkunç düşmanlarımızdan biridir çünkü her yere girer ve insanı, onunla mücadele ettiğini sandığı bir anda aldatır. Kendini eş koşmadan kurtarmak özellikle güçtür çünkü insan, kendisini en çok ilgilendiren, zamanını, mesaisini, dikkatini harcadığı şeyleri doğal olarak daha kolaylıkla eş koşar. Kendisini eş koşmadan kurtarmak için insan, sürekli olarak uyanık durmalı ve kendisine karşı acımasız olmalıdır; yani eş koşmanın aldığı bütün ince ve gizli biçimleri görmekten korkmamalıdır.”
“Eş koşmayı en derin köklerine kadar görmek ve incelemek gereklidir. Eş koşmaya karşı savaşmanın güçlüğü, insanların kendilerinde gözlemlediklerinde,onu çok iyi bir özellik olarak kabul ederek ona heves, şevk, ihtiras, içten gelme, ilham gibi isimler vermeleri ve hangi alanda olursa olsun ancak eş koşma hali içerisinde insanın gerçekten iyi bir iş ortaya koyabileceğini sanmaları ile daha da artmaktadır. Aslında, tabi ki, bu bir hayaldir. İnsan, bir eş koşma hali içerisinde bulunduğunda herhangi makul bir iş yapamaz. Eğer insanlar, eş koşma halinin ne anlam ifade ettiğini görebilselerdi, kanaatlerini değiştirirlerdi. İnsan, eşya haline, bir et parçası haline gelir; sahip olduğu, insan varlığına olan küçük benzerliğini bile yitirir. İnsanları haşhaş ve diğer uyuşturucular içtikleri Doğu’da, pek sık olarak birisinin içtiği çubuğu öylesine eş koştuğu olur ki, kendisini çubuk sanmaya başlar. Bu bir şaka değil, gerçektir. O, gerçekten çubuk olur. Bu, eş koşmadır. Ve eş koşma için haşhaş ya da afyon mutlaka gerekli değildir. Mağazalardaki, tiyatrolardaki, restoranlardaki insanlara bakın; veya herhangi bir şey hakkında tartıştıkları ya da bir şeyi, özellikle kendilerinin bilmedikleri bir şeyi ispat etmeye çalıştıkları zaman kelimelere nasıl eş koştuklarını gözlemleyin. Bizzat kendileri aç gözlülük, arzular ya da kelimelerhaline gelirler; onlara ait hiçbir şey kalmaz.”
“Eş koşma, kendi kendini hatırlama için başlıca engeldir. Herhangi bir şeyi eş koşan bir kişi, kendi kendini hatırlamaya muktedir değildir. Kendi kendini hatırlama için öncelikle, eş koşmamak gerekmektedir. Eş koşmamayı öğrenmek için ise insan, öncelikle kendi kendini eş koşmamalı, daima, her fırsatta kendisine ‘ben’ dememelidir. Kendisine iki şey, kendisi, yani ‘ben’ ve de savaşması gerektiği, herhangi bir şeye ulaşmak istediğinde hakim olması gerektiği bir başkası mevcuttur. (İnsan, eş koştuğu ya da eş koşabildiği sürece karşılaşabileceği her şeyin tutsağıdır.) Özgürlük, her şeyden önce ‘eş koşmak’tan kurtulmaktır.”
P.D. Ouspensky

Farkındalığınızı Artıracak 5 Kişisel Gelişim Kitabı Bir Ömür Nasıl Yaşanır? – İlber Ortaylı “Kendimi geliştirmek istiyoru...