18 Temmuz 2018 Çarşamba

Parmaklarınızı Bir Dakika Tutun Sonuca Şaşıracaksınız.
Yoga ve meditasyonda kullanılan bu yöntem ile beynimizdeki sinirler ile direk bağlantılıdır. Sessiz ve sakin bir yer bulduktan sonra anlatacağımız şekilde uygulayabilirsiniz.

Beynimizde yaşadığımız stres ve kaygı durumları için bu yöntem işinize yarayacaktır. Sakin ve sessiz bir yere oturun ve sonra sırasıyla tüm parmaklarınızı baş parmağınızla birleştirin.

Bir dakika boyunca her parmağa uygulayın. Kaygı ve stresinizin azaldığını göreceksiniz. Günde bir veya iki defa bu uygulamayı yapmaya çalışın.

Kendinizi huzurlu ve rahatlamış hissedeceksiniz. Yapılan araştırmalar yoğun sinirlerin parmaklarımızda olduğunu gösteriyor.

Bu hareket parmaklarımızdaki sinirleri gevşetiyor ve tamamen rahatlatıyor. Bu sinirler beynimizle direk bağlantılı olduğu için tamamen rahatlamış bir zihin elde edebiliyoruz.

24 Nisan 2018 Salı




Affetmek İyileştirir
Bazen eşimizin, arkadaşlarımızın yaptıklarını affetmekte zorlanırız. Affetmek bazen dünyanın en zor şeyi olabilir ama biraz gayret ederseniz bunun sizi iyileştirip ve özgürleştirdiğini görebilirsiniz.
Yapılan birçok araştırma bu tezi desteklemektedir. San Diego Üniversitesi’nde 200 kişi üzerinde yapılan araştırmada, kendilerini üzen kişilere kin tutmayıp onları affetmenin kişilerin sağlıklarını olumlu yönde etkilediği, affedenlerin kan basınçlarının düştüğü ve kalp sağlıklarının daha iyiye gittiği ortaya çıkmıştır.
Affetmek, uzun ve sağlıklı yaşamanıza da destek olur. Amerika’nın saygın dergilerinden Newsweek ‘in haberine göre, affedememe durumlarında stres hormonu olan Kortizol seviyesi artmakta, kalp hastalıkları, sinirsel bozukluk ve hafıza kaybı riski büyümektedir. Bu konuda yapılan 1200 klinik araştırma, negatif duyguların insanın hem psikolojik hem de fiziksel sağlığına zarar verdiğini gösteriyor.
Stanford Üniversitesi’nde 259 kişi üzerinde yapılan farklı bir araştırma ise kişilere affetmeyi öğretmeyi amaçlamış. Deneye katılan kişiler kendilerine zarar veren olay durum veya kişileri affettikten sonra, daha az acı duyduklarını belirtmişler.
Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, affetmeyi öğrenen kişiler sadece duygusal değil fiziksel olarak da kendilerini daha iyi hissetmektedirler. Örneğin deney sonucunda stresten kaynaklanan sırt ağrısı, uykusuzluk ve mide ağrısı gibi ruhsal ve fiziksel belirtilerin de bu kişilerde önemli ölçüde azaldığı tespit edilmiştir.
Affetmek doğru bakış açısı geliştirmenize de ışık tutar. Çünkü çamurla kaplı arabanızın camını yıkadığınızda hem camı temizlenmiş olursunuz hem de rahat bir görüşe kavuşursunuz.
Affetmek, sizi özgürleştirmektir. Affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz. Affetmek aslında kendimize yaptığımız en büyük iyiliktir.
Affetmek, yaşamdan keyif almanızı sağlar, öfkenin, nefretin tutsaklığından özgürleşmenizi sağlar. Kendimizle ruhsal teması tekrar kurmamıza yardım eder.
Affetmek aslında bilinçaltınızla çok sıcak bir ilişki kurmanız anlamına da gelir.
Kendi ruhunuzla daha iyi sohbet etmenize yardımcı olur. Böylece sorunları çözmede kendinize dostça yaklaşmış olursunuz
Peki affetmek neden zordur?
Çoğu insan affetmenin, nefret ettiği kişiyi suçsuz bulduğu anlamına geleceğini sanır. Oysa affetmek, geçmişteki olumsuz anıların boyunduruğundan kurtulmak, olumsuz duyguların yaşamımızı kontrol etmesine son vermek demektir. Affetmek sanılanın aksine, bir hatayı görmezden gelmek demek değildir. Geçmişte yaşadığımız deneyimleri unutmak anlamına da gelmez, tam tersi yaşananları bir ders olarak görmek ve aynı tuzaklara düşmemektir affetmek.
Panik atak yaşayan bir doktor danışanım vardı, annesinin kanserden ölümünden dolayı kendini suçluyor ve affedemiyordu.’’Doktorum ama annemi iyileştiremedim; belki Amerika’ya götürseydim iyi olabilirdi’’ düşünceleri ve suçluluk duyguları ile doluydu. Hipnoterapi, yaratıcı imgelem ve duygusal özgürleşme tekniklerini içeren çalışmalarda olayın ayrıntıları ortaya çıktı. Annesinin vefatından sonra arabamı kullanamam diye otobüse binmiş ve otobüste zihninde hep aynı cümleler dönmüştü: ’’Annemi iyileştiremedim, belki Amerika’ya götürseydim…’’ bu esnada nefesi daralmış, boğulur gibi olmuş, bayılacağından hatta öleceğinden korkmuş ve ilk panik atağını o zaman geçirmiş. Artık her otobüs gördüğünde hatta düşündüğünde bile panik atağı başlıyor, boğuluyormuş gibi hissediyordu. Terapi seanslarında bunları fark edip, panik atağın nedenlerini anladı ve o duygular boşaltıldı. Çok rahatlamıştı ama esas iyileşme kendini affedince, artık suçlamayınca olacaktı, öyle de oldu. Annesinin kanser hastalığında bir doktor olarak elinden geleni yaptığı, kendisinin bir suçu olmadığı bilinçaltı düzeyde çalışıldı. Seansta annesi ile sohbet ettiği, karşılıklı sandalyede oturdukları bir an hayal ettirildi: Annesi onu çok sevdiğini, hastalığında ona çok iyi baktığını, onunla gurur duyduğunu söylerken ağlıyordu. Kendini affetme olumlamaları ile daha da rahatladı. Sonra annesinin rahatsızlığı sırasında sıkça annesinin yanına gittiği için şikayet eden eşine olan kızgınlığını hatırladı. Mutlu ve huzurlu olmak için onu da affetmesi gerektiği söylenince: ’’Bunu yapamam, onu affedemem, bunu hak etmiyor ‘’dedi. ”O hak ettiği için değil, senin iyileşmen, özgürleşmen için affetmelisin” telkinlerini çalıştık. Affetmek onun haklı olduğunu kabul etmek değildir, onun için değil kendimiz için affederiz. Yüklerimizden özgürleşmek için. Artık panik atak yaşamıyor, hem kendini hem de eşini affederek iyileşti…
Affederek İyileşme Seansı
Aşağıdakileri bir ses kayıt cihazına veya cep telefonunuza kaydedip dinleyebilirsiniz. Arka fonda sevdiğiniz enstrümantal bir müzik ile yapılacak kayıt daha faydalı olacaktır.
Sizi kimsenin rahatsız etmeyeceği rahat bir yere geçin. 5 kez derin nefes alın ve ciğerlerinizi tamamen boşalttığınızdan emin olun. Şimdi başınız sabit dururken, gözlerinizi yukarı doğru sanki kaşlarınızın arasına bakar gibi gözlerinizi kırpmadan yukarı doğru bakın. Ben 5’den 1’e doğru sayarken göz kapaklarınızın ağırlaşmaya başladığını hissedin.. 5.. göz kapakların ağarlaşıyor 4..göz kapakların daha da ağarlaşıyor..3..iyice ağırlaştı..2…daha da ağırlaştı…ve 1 gözlerinizi kapatın…derin derin gevşeyin..şimdi de bedeninizi gevşetmek için 5’den 1’e doğru sayacağım..Her sayıyla daha da gevşeyin..5..boynunuz biraz daha gevşesin..4..kollarınızı gevşetin..3 ..karnınızı,belinizi gevşetin..3..bacaklarınızı dizlerinize kadar gevşetin..2 ..dizlerinizin altından ayak bileklerinize kadar gevşeyin..ve 1 ..ayak parmaklarınızı ve her yerinizi tamamen gevşetin..Çok güzel..Şimdi duvarları beyaz renkte güzel bir oda hayal edin..Odada iki tane karşılıklı duran sandalye olsun..birinde siz, karşınızda affetmek istediğiniz kişi otursun..Ona bütün düşüncelerinizi, duygularınızı söyleyin…Beni çok üzdün..bu davranışın beni çok üzdü..beni kırdın…bana değer vermedin…senin yüzünden hala acı çekiyorum..ama şimdi yeni bir karar veriyorum..beni üzmüş olmana rağmen seni affediyorum..seni affediyorum..böylece senin yükünden özgürleşiyorum…sen hak ettiğin için değil, özgürleşmem için affediyorum..Kendimi ve herkesi affediyorum… kendimi ve herkesi affediyorum..tamamen affediyorum ve tamamen özgürleşiyorum.. kendimi de affediyorum, çünkü ben olmaktan mutluyum..Kendimi seviyor ve affediyorum..hemen şimdi..hemen şimdi…
Bu kaydı her gün en az 1 kez dinleyin. Göreceksiniz çok kısa bir süre sonra içinizde öfkeden eser kalmayacak ve büyük bir rahatlama hissedeceksiniz.
Önce kendinizi,sonra her şeyi affederek özgürleşmeniz,huzur bulmanız dileğiyle…
Dr. Ender Vardar

11 Nisan 2018 Çarşamba


Doğru nefes alma tekniği
Nefes almak basit ve doğal bir eylem olması gerektiği halde çoğumuz yanlış nefes alıyoruz ve bu yanlışlığı o kadar uzun süredir yapıyoruz ki doğrusu ile ilgili da hiçbir şey hatırlamıyoruz. Nefes aldığımızı zannediyoruz ama esasında tek yaptığımız nefesi içimizde tutmak: bilhassa karınlarını içerisine çekip durmayı alışkanlık durumuna getiren kadınlarda doğal nefes alıp verme işlemi tamamen bozuluyor. Kısaca, yanlış nefes alarak nefesin vücudumuza vereceği pek çok iyilikten mahrum olmuş oluyoruz!
Doğru Nefes Almanın Önemi
Nefes almak doğal ve otomatik bir dürtüdür. Farkında olmasak da nefes alırız. O halde nasıl nefes alınması gerektiğini öğrenmek saçma gelebilir. Ancak, alışkanlıklar vakit içerisinde ve farkında olmadan doğru nefes almayı kişiye unutturabilir! Örneğin doğru nefes almayı önleyen duruşları alışkanlık durumuna getirdiğimizde kısa nefesler akciğerin maksimum kapasiteyle çalışmasını önleyebilir. Bundan başka yaşadığımız sosyal koşullar sağlığımız ve solunum sistemimiz için tam olarak ideal olmayabilir.
Nefes almak iki nedenle çok önemlidir:
– Vücudumuza ve organlarımıza yaşamlarını sürdürebilmeleri için gereksinim duydukları oksijeni sağlar
– Vücuttan atılması gereken atık ve toksinlerden kurtulma yoludur.
Oksijen vücudun ana ihtiyacıdır: İç organların, bezlerin, sinir sistemi ve beynin çalışması için elzemdir. Besin olmadan birkaç hafta, su olmadan birkaç gün yaşanabilir ama oksijen olmadan birkaç dakikadan fazla yaşanamaz.
Beynin diğer organlara oranla daha fazla oksijene gereksinimi vardır. Yeterli oksijen almazsa zihinsel bulanıklık, olumsuz düşünce, depresyon ve peşinden işitme ve görme bozuklukları başlar. Yaşlılar ve damar tıkanıklığı olanlar beyinlerine yeterli oksijen gitmediğinden genellikle olumsuz ve depresif olur. Akut bir dolaşım bozukluğunun kalbe giden oksijeni durdurması kalp krizi, beyne giden oksijeni durdurması da beyin kanamasına yol açar. Yetersiz oksijen almanın yaratabileceği rahatsızlık ve hastalıkların listesi uzun: Sonuç olarak oksijen “kaliteli ve sağlıklı” bir yaşam için çok önemli ve gerekli!
Özellikle oturarak çalışan insanların devamlı yorgun hissetmeleri, sinirli ve verimsiz olmalarının ana sebeplerinden biri yetersiz oksijendir. Uyku düzenlerinde de problem yaşarlar ve dolayısıyla güne kötü başlarlar. Fasit döngüde bağışıklık sistemleri de zayıflar ve problemler artarak devam eder. Doğru nefes almak bütün bu problemleri ortadan kaldırabileceği ve bu nedenle hayat kalitesiyle paralel olarak başarıyı da artıracağı için mühimdir.
Canlılık ve gençliliğin ana sırlarından biri temiz kan dolaşımıdır. Bunu elde etmenin en kolay yolu da soluduğumuz havada saklıdır. Doğru nefes alarak vücudun bütün organlarının doğru beslenmesini sağlayacak ve verimlilik sürelerini artıracak; bu arada daha sağlıklı bir cilde de kavuşacaksınız. Kısaca doğru nefes almak gençleşme sürecinizi başlatacaktır.
Nerede yanlış yapıyoruz?
Nefesimiz fazla sık ve fazla sığ! yeterince oksijen almıyor ve yeterince karbon dioksit vermiyoruz. Sonuçta vücutlarımız oksijene aç ve fazla toksinle yüklü! vücuttaki her hücrenin oksijene gereksinimi vardır ve canlılık seviyemiz bütün hücrelerimizin sağlıklı olmalarıyla direkt ilişkilidir.
Sığ nefes alıp vermek akciğerlerin yeterince çalışmamasına sebep olur. Sonuç olarak bazı işlevlerini kaybederek cansızlığı artırır, yaşlanmayı hızlandırır, bağışıklık sistemini bozar. Örneğin fil gibi yavaş nefes alıp veren hayvanların ömürleri daha uzundur. Daha yavaş ve daha derin nefes alıp vermemiz gerekmektedir.
Neden sık ve sığ nefes alırız? Bunun ana sebepleri aşağıdakilerdir:
– Genellikle acelemiz vardır. Nefesimiz de bu düzene uyum temin eder.
– Modern yaşamın stresi hızlı ve sığ nefes almamıza sebep olur.
– Basitçe hislerimize kapılıyoruz: Hızla sinirlenebiliyor, kızabiliyor veya endişelenebiliyoruz. Bütün bu olumsuz duygular nefesin hızlanarak sığlaşmasına neden olur.
– Modern teknoloji fiziksel aktivitelerimizin çoğunu yok etmiş taktirde. Bu da doğru nefes için ters bir etki.
– Daha çok kapalı alanlarda çalışıyoruz. Bu da daha fazla kirli hava solumamız anlamına geliyor. Vücut otomatik olarak daha az nefes alarak kendini korumaya çalışırken, yanlış nefes almak bir alışkanlık durumuna geliyor.
Yaşam ilerledikçe yanlış nefes alma alışkanlığı kalıcı bir hale gelir ancak bilinçli bir biçimde doğru nefes almaya tekrar yönelirsek zarardan dönülebilir.
“Normal” dediğimiz hayat tarzımızda akciğer kapasitesinin %10’unu kullanırız. Bu yaşamak için yeterli olmakla birlikte “sağlıklı” olmak için yeterli değildir.
Nefesin anatomisi
Normal nefes alırken, hava, özel bir güç, ses veya abartılı bir hareket yapılmadan burundan alınır. Kısaca, farkına varılmadan yapılır. Çoğumuzun içimize aldığımız havanın hangi yolu kat ederek nereye, nasıl ulaştığı konusunda fikri yoktur.
Her normal, abartısız nefesin dört ana etabı vardır:
– Nefes alınır
– Nefes vermeden önce kısa bir duruş aşaması vardır
– Nefes verilir
– Tekrardan nefes almadan önce kısa bir duruş aşaması vardır.
Duruş aşamalarından hiçbiri esasında duruş değildir çünkü her ikisi birbirine ters iki akım arasındaki dönüşümü temin eder.
Birçok nefes çeşidi içerisinde 10 bariz çeşit nefes vardır, bu da nefesin esasında ne kadar karmaşık bir yapısı olduğunun kanıtıdır:
– Gürültülü veya sessiz nefes
– Hızlı veya yavaş nefes
– Tertipli veya düzensiz nefes
– Düzgün veya düzensiz nefes
– Derin veya sığ nefes
– Eforlu veya eforsuz alınan nefes
– İstemli veya istemsiz nefes
– Ağızdan veya burundan alınan nefes
– Rahat veya sıkıntılı nefes
– Yüksek, orta, alçak nefes (nefesin nereye alındığıyla ilgili ayrım)
Nefesle ilgili organlarımız ise şunlardır:
– Burun ve ağız
– Farinks ve larinks
– Bronşlar
– Akciğerler ve torasks
Ortalama bir yetişkin dinlenirken dakikada 16 kez nefes alıp verir. İçimize çektiğimiz hava yaklaşık olarak %79 nitrojen, %20-21 oksijen, 0.04% karbondioksit ve az oranda diğer gazlar ve su buharıdır. Dışarıya verilen nefeste ise %79 nitrojen, %16 oksijen, %4 karbondioksit ve az oranda diğer gazlarla su buharı bulunur. Yani nefes alıp verirken yaşanan en önemli değişim %4 oksijen oranıyla %4 karbondioksit oranıdır.
Nefes Alma Teknikleri
Çoğumuz üç veya dört tür solunum kullanırız. Bunlar yüksek, orta, alçak veya komple solunum türleridir. Komple solunum diğer üçünün birden kullanılmasıyla alınan nefes şeklidir.
Yüksek solunum: Göğüs ve akciğerlerin üst tarafında meydana gelen ve göğüs kafesi, omuz ve ensenin kalkmasıyla meydana gelen solunumdur. Astımlı kişiler, fazla sıkı kemer takmış olanlar, midesi fazla dolu olanlar veya çabuk nefes nefese kalanlar sık sık bu solunum türüne sığınır. Bu nefes alma biçimi sığdır ve alınan nefesin çoğu lazım yerlere ulaşmaz. Akciğerlerin yalnızca az kapasitesi olan üst lobları kullanıldığından bu solunum biçimi en istenmeyen sayılabilir. Dar kıyafetler kullanan kadınlar arasında yaygın olan bu solunum türü sindirim sorunu olan kişilerde de görülür.
Alçak solunum: Göğüs ve akciğerlerin alt tarafında meydana gelen solunumdur. Yüksek veya orta solunumdan çok daha aktiftir. Bu solunumu kullanmak için nefes alırken yavaşça mideyi öne iter ve nefes verirken midenin yerine dönmesine izin verirsiniz. Diğerlerinden iyi olmasının dört ana nedeni vardır:
1. Nefes alırken daha fazla hava çekilir çünkü akciğerlerin alt lobları buna daha müsaittir.
2. Diyafram ikinci bir kalp görevi görerek pistona benzer hareketi ciğerlerin altını genişleterek damarlardaki akışı artırır; bu da dolaşımın genel anlamda iyileşmesine sebep olur.
3. Bölgedeki diğer organlara diyaframın yukarı-aşağı hareketi sayesinde masaj yapılmış olur.
4. Bu solunumun sinir sistemine de olumlu tesirleri vardır.
Orta solunum: Bunu anlatmak diğerlerine oranla daha kolay değildir. Ana hatlarıyla akciğerlerin orta kısımlarına nefes doldurularak yapılan solunum şeklidir. Bu tür de sığ bir solunum şeklidir. Yüksek solunuma oranla iyi ama alçak solunuma göre yetersizdir.
Komple solunum: Tüm solunum sistemini içerir, bundan başka akciğerlerin bütün loblarını kullanmakla kalmaz, onları genişleterek daha fazla hava almalarına da sebep olur. Bu tür nefes yalnızca nefes egzersizleri yapılırken tatbik edilebilir. Normal yaşam süresince alçak solunum uygulamak gerekmektedir.
Doğru nefes almayı öğrenmek
Uyurken derin nefes alırız. Bu nedenle doğru nefes almayı öğrenmek için basit bir yöntem olan uyuma simülasyonu yapmak gerekir: Sırt üstü yatıp gözlerinizi kapatın, bütün vücudunuzu rahatlatıp uyuduğunuzu farz edin ve nefesinizi derinleştirin. Ciğerlerinizin önce alt, sonra orta ve üst loblarını havayla doldurmaya çalışın. Nefes verirken önce üst sonra orta ve en yeni alt loblardaki havayı boşaltmaya çalışın. Bunları yaparken gelişi güzel bir efor harcamayın ve solunumu bütünsel bir işlem olarak gerçekleştirin. Ağzınız kesinlikle kapalı olmalıdır.
Nefes Egzersizleri
Birinci adım
Oda sıcaklığını ve ışığı en rahat edebileceğiniz biçimde ayarlayın.
Sırt üstü yatın ve göbek deliğinizin derhal altına hafif bir kitap yerleştirin.
Kitabın her nefes alışınızda yükselmesini ve nefes verişinizde alçalmasını sağlayacak biçimde nefes alıp verin.
Bunu 3-4 dakika boyunca uygulayın.
İkinci adım
Nefesi karnınıza getirmeyi öğrendikten sonra kitabı bu kez göbek deliğinizin üst tarafına yerleştirin.
Yine tıpkı biçimde nefes alıp verirken kitabın yükselip alçalmasını seyredin.
Bu egzersizi de 3-4 dakika uygulayın.
Üçüncü adım
1 ve 2. adımların karışımını yaparak karnınızın hem altını hem üzerini şişirerek nefes alıp sonra nefesinizi verin.
Dördüncü adım
1, 2 ve 3. adımları bir araya getirerek nefesi göğsünüze getirmeyi öğrenin.
Bu adım çoğu kimseye kolay gelebilir çünkü göğüsten nefes almaya herkes alışıktır ve bu nefes biçimi herkese doğal gelir. Bu taktirde kitabı göğsün üzerine koymak gerekmeyecektir.
Nefes alırken karın altından itibaren karın üstü ve göğsü şişirene kadar içinize nefesi çekin.
Doğru nefes almak işte bu kadar basit! bunu öğrendiğinize göre bundan böyle böyle nefes alarak vücudunuzun aldığı nefesten maksimum miktarda yararlanmasını sağlayacak ve nefeste gizli olan sağlığa kavuşacaksınız!
Tümünü bir araya getirmek…
Kitap yardımı olmadan doğal ve doğru biçimde nefes alıp vermeyi deneyin. Unutmayın üç odayı (karın altı, karın üstü ve göğüs) tamamen nefesinizle doldurduktan sonra boşaltmalısınız.
Nefes alıp verme işlemini yavaş ve güç sarf etmeden gerçekleştirin. Söz konusu olan doğal diyafram solunumudur. Alışmaya veya öğrenmeye çalıştığınız her şeyde olduğu gibi alıştırma gerektirecektir. Bir sure sonra karnınızı nefesle doldurarak solunum yapmak da size doğal gelecektir. Doğru nefes daha az stres, daha huzurlu ve sakin bir vücut demek olduğundan bunun size getireceği faydalar çoktur.
Dikkat!
Doğru ve derin nefes alarak elde edilecek yararlar şunlardır:
Vücuttaki kan kalitesi, artmış olan oksijen oranı nedeniyle yükselir. Bu da sistemden toksinlerin atılmasına yardımcı olur.
Besinler daha iyi emilir ve sindirilir. Mide gibi sindirim sistemi organları daha fazla oksijen alır ve daha iyi çalışır.
Beyin, omurilik, sinir merkezleri ve sinirler dahil olmak üzere sinir sisteminin sağlığında düzelme sağlanır. Bunun sebebi artan oksijen girişiyle sinir sisteminin iyi beslenmiş olmasıdır. Bu da vücudun her bölgesine ulaşan sinir sisteminden bütün vücuda sağlık yayılması anlamına gelir.
Vücudun salgı bezlerinde gençleşme görülür. Bunun sebebi şudur: Beyin diğer organlara kıyasla üç kat fazla oksijene gereksinim duyar. Bu da yeterince beslendiğinde kontrol ettiği bezlerin iyi çalışarak metabolizmanın gençleşmesine yardımcı olacağı anlamına gelir.
Cilt gençleşir. Kırışıklarda azalma yaşanır ve cilt pürüzsüzleşir.
Derin solunum sırasında diyaframın hareketi iç organlara masaj tesiri yaparak bu organlardaki kan dolaşımını uyarır.
Derin, yavaş solunum kalbin yükünü hafifletir. Bu da daha dinç, daha aktif ve güçlü bir kalp demektir. Bundan başka daha düşük tansiyon ve bu nedenle daha az kalp hastalığı olasılığı anlamına da gelir.
Derin ve yavaş solunum kilo kontrolüne de yardımcı olur. Şayet fazla kilonuz varsa fazladan alacağınız oksijen yağlarınızın daha etkili yakılmasına yardımcı olur. Şayet fazla zayıfsanız fazladan alacağınız oksijen aç kalmış olan doku ve bezlerin beslenmesine yardımcı olur. Bir başka söylemle doğru nefes, doğru kiloya yardımcı olur.
Yavaş, derin ve ritmik solunum kasların yavaşlayarak kalp atışlarınızın yavaşlamasını sağlayacak ve sonuçta vücutla birlikte kafanızın da rahatlamasına yardımcı olacaktır.

Hayatta “kim” olduğumuzun sorumluluğunu almak: İşte ödememiz gereken esas bedel

Bir mum, diğer mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez.” – Mevlana Celaleddin Rumi

Neden benim başıma geldi?” diye başlayan şikayetlerimiz vardır… “Hayatta en zor zamanlar neden A veya B’nin başına gelmez de beni bulur?”. Örneğin, “Neden bazılarımız için hayat su gibi akıp giderken diğerleri karlı dağlar aşmak durumunda kalır?

Neden bazılarımız o denli yoğun çalışır ki sabaha kadar gözlerine uyku girmez? Hatta o denli içselleştirirler ki işlerini, rüyalarında bile hesaplama yaparlar, sunum yaparlar ve hatta uyurken bile bilinçleri o işle uğraşmaya devam eder… Sadece akılla yapılan işleri düşünmeyelim, bir de vücutla çalışılan işler vardır. Bir balerin hayal edin, sizce günde kaç saat çalışması gerekir, sadece bir güzel muhteşem dönüş için hayatındaki kaç günü, kaç saati bu amaç uğruna harcaması gerekir? 
Bir balerin hayal edin, sizce günde kaç saat çalışması gerekir?
Bir yazar düşünelim örneğin… Sadece bir sayfa yazı yazmak için yaklaşık 150 kelimeyi art arda sıralayabilmesi gerekir, bunun için çalışması, zaman ayırması ve düşünmesi gerekir. Ortalama 150 sayfalık bir kitapta kaç kelime olduğunu hesap etmek sadece bir saniyemizi alır fakat bunların nasıl bir araya geldiğini, ne emeklerle kitap haline geldiğini, yazarımızın bu akışı oluşturuncaya kadar hayatında belki ne denli önemli tecrübeler yaşadığını anlamamız oldukça güçtür… Ama işte bir kitabı oluşturmak genelde yıllar alan bir süreçtir…
İşte bu örneklerde olduğu üzere ben bugün “almadığımız” sorumluluğumuza fakat kendimiz olmakla yani en basit halimizle almadığımız bazı sorumluluklara dikkat çekmek istiyorum. Geçtiğimiz günlerde çok sevdiğim bir arkadaşımla konuşmamız esnasında (kendisi her daim fikirlerine çok değer verdiğim bir büyüğümdür aynı zamanda) “her insan olmanın bir diyeti” olduğunu belirtti…
Bu söz beni oldukça fazla düşündürdü ve çok da etkiledi. Bu yazım aslında “ödediğimiz veya ödemeye gönüllü olduğumuz diyetler” üzerine. Yani kim olduğumuz üzerine. Belki de bu satırları okurken tam tersini düşüneceksiniz ama istiyorum ki geri kalan bölümü okuduğunuzda yapmayı ertelediğiniz ve bu dünyaya sadece ve sadece sizlerin getirebileceğiniz bir durum varsa, bunun için gönüllü olun ve bir güzel adım atın…
Bir yazar düşünelim örneğin… Sadece bir sayfa yazı yazmak için yaklaşık 150 kelimeyi art arda sıralayabilmesi gerekir, bunun için çalışması, zaman ayırması ve düşünmesi gerekir.
Nedir diyet ödemek, nedir olduğumuz kişi olmanın sorumluluğunu almak? Örneğin, bir alanda kendimizce profesyonele yakın bir bilgi birikimimiz vardır, bu durum bu bilgi birikimimizi insanlıkla paylaşmamızı gerektirir. Bu hayat boyu bize bahşedilmiş olan öğretinin diyetidir. Daha somut bir örnekle gidelim… Ben bir profesyonel danışman veya hayat koçu değilim. Fakat hayatımda yaşadıklarım dolayısıyla kendi kendime oldukça büyük kişisel gelişim basamaklarını atladığımı düşünüyorum. Bu süreç yaklaşık beş yılımı aldı, beni değiştirdi, beni büyüttü, bana çok fazla okuttu, bana çok fazla seyahat yaptırdı, beni çok farklı kişilerle tanıştırdı, bana yoga öğretesinde “hocalık” mertebesini getirdi ve en önemlisi hayatta hiçbir şey için geç olmadığını ve insan isterse neler yapabileceğini de gösterdi…
Ve işte tüm bunlardan dolayı benim kim olduğuma dair bir sorumluluğum vardır. Evet, özellikle hafta sonu tatilimde uzun saatler bu yazıları oluşturabilmek için zaman ayırmak durumunda kalıyorum. Bazı davetlere “hayır” diyorum. Yazılarımda literatür kullanmayı çok sevdiğimden ve okumak konusunda oldukça hassas olduğumdan çokça okuyarak hazırlanmam gerekiyor ve bunun için olası başka programlara “hayır” diyebilmek sorumluluğunu da almam gerekiyor. Ben ancak bunu aldığımda “gerçekten” yazabiliyorum…
“Kim olduğumuzun sorumluluğu” sonucunda sizlerden aldığım muhteşem dönüşler geliyor. Tek bir amacım oluyor aslında “sadece bir kişinin bile olsa, hayatına az da olsa” bir değer katabilmek… Zamanında gördüğüm topraklardan, okuduğum kitaplardan ve tanıştığım insanlardan bana kalan tek öğreti, hayatı bugün bana bahşedilmişleri mutlaka ama mutlaka paylaşmam gerektiği…
Bu sadece bir örnekti, büyük bir “aksiyon” yapmak gerekliliği bulunmuyor. Çok iyi yemek yapabilirsiniz, bunu çocuğunuza öğretebilirsiniz, bu da bir insana sizde olan değeri aktarmak sorumluluğudur. Veya sadece bildiğiniz çok sevdiğiniz bir masal vardır, bunu torunlarınıza anlatabilirsiniz. Onlar sizi bu güzel masal ile hatırlarlar belki hayatlarında ve onların da torunlarına anlatabilecekleri bir hediye almış olurlar…
Gidip gördüğünüz yerleri belki hiç tanımadığınız insanlarla paylaşarak onlara “uzaktan da” olsa bir yardım ulaştırmış olursunuz.
Son dönemde oldukça popüler olan seyahat bloğu yazmak da buna bir örnektir. Gidip gördüğünüz yerleri belki hiç tanımadığınız insanlarla paylaşarak onlara “uzaktan da” olsa bir yardım ulaştırmış olursunuz, paylaşmak ve paylaştıkça büyümek hayatta yaşayabileceğimiz en güzel şeydir. 
Kim olduğumuz sorumluluğu hayatta “ödemek üzere bulunduğumuz diyetlere” karşılık gelir. Hepimiz farklı hazineleri barındırıyoruz, kimsenin değerleri, diğerine benzemiyor. Ve aslında açıp baktığımızda o kadar güzel hediyeler görebiliyoruz ki sadece bir kez dönüp “ne yapabilirim ben bu hayatta, A isem hayatta almam gereken sorumluluk nedir?” diye sorgulamamız yeterli… 
Bugün bu yazımı bir anne olarak okuyor olabilirsiniz, bir baba olarak, bir öğretmen olarak, bir müdür olarak, bir asker olarak, bir yalnız olarak, bir öğrenci olarak, bir kadın olarak… Bir adam olarak, bir genç olarak, bir dede olarak veya sadece “siz” olarak okuyor olabilirsiniz… Hayatta kimsiniz, ne olmak sorumluluğunu almaktasınız, bu “olmak” halinizin diyetini nasıl ödemektesiniz veya “yeterince” ödemekte misiniz? Elinizden gelenin en iyisi bu mudur veya dışarıdaki onlarca olası kişi için yapabileceğiniz daha çokça şey var mıdır? Kim olduğunuzu sorumluluğunu almaya hazır mısınız?
Pınar Ulus

4 Nisan 2018 Çarşamba

Oldurmanın 7 yasası: Oldurmanın püf noktaları ve sırları
Oldurma, en basit tabiriyle bir şeyi oluşturma, yaratmadır. Buradaki yaratım yoktan var etme değil, olanı dönüştürmedir. Yani bir tür ruhsal enerji çevrimidir. Ruhumuzdaki potansiyel yaratım enerjisini evrene yansıtarak, evrende değişiklikler yaratmanın sanatıdır.
Oldurmanın 7 yasası: Oldurmanın püf noktaları ve sırları
Hepimiz bunu The Secret’tan artık biliyoruz veya en azından duyuyoruz. Ama ben burada aslında arkadaki dinamikleri ve püf noktaları vermek istiyorum. Çünkü bahsettiğimiz kitap ve bununla beraber çıkan nice kitaplar, birçoğunu incelemesem de, yeterli püf noktaları vermiyor. Birçoğu rant kazanmaya odaklı olduğu için boş bilgilerle dolu. Halbuki yaratım sanatı, maji ismi altında en eski ezoterik ve okült konulardan biridir. Eğer bu bilgeliği ve sanatı öğreneceksek bunun için new age akımlarından çok, daha eski mistik kültürlerin öğretilerine bakmalıyız. Eğer yeterli bir incelememiz yoksa bu süreç bizim için tehlikeli bile olabilir.”İnan, olsun” kalıbı doğrudur ama eksiktir. İnanıp Ol’durmanın da bir prensipleri, bir mekaniği, ilmi boyutu hatta mühendislik işleyişi vardır. Ol’durmanın gücü, Yaratıcı’nın yarattığı düzenin bir işleyişini kapsar.
Oldurmanın 7 yasası
Bir şeyleri yaratma yani ol’durmanın arkasında bazı yasalar vardır. Bu yasaları harekete geçiren kilit yasa irade yasasıdır. İrade yasasının tezahürü istemektir ve istemek ile konsantrasyon, bu yasaları aktif hale getiren anahtarlardır. Kısaca şu yasalar ol’durmada işler:
1- İrade Yasası: Her şey irademiz dâhilinde gerçekleşir ve bizi insan kılan iradedir. İrade, isteği yaratır istek de oldurmanın ana maddesidir. Bu yüzden evreni harekete geçiren irademizdir. İrademiz ne kadar güçlüyse, evrensel değişimleri yaratmak o kadar kolaydır. Bir şeyleri yaratırken başkalarının iradelerine karışmamak oldukça önemlidir, yoksa irade yasasına ters davranmış oluruz ki, bu evrensel düzeyde hoş bir etki yaratmaz.
2- Çalışma ve teksir yasası: İsteklerimizin olması için yeterli bir enerji eşik değerini geçmeliyiz, bunun için de istekleri oluşturma konusunda ısrarcı olmalıyız ve enerjiyi yoğunlaştırmalıyız.
3- Külli çekim yasası: İki şeyin birbirini çekmesi veya itmesi olayıdır, yaydığımız düşünceler benzer enerjileri çeker. Benzeşimle birlikte çalışır.
4- Benzeşim (Sempati) yasası: Ruhsal Dünya da benzerler benzerleri yaratır.
5- Tedriç yasası: Her şeyin bir aşamalı gelişimi vardır. Haliyle isteklerimiz de evrende belli aşamalarda gerçekleşir, bu yüzden isteklerin gerçekleşmesi için belli bir zaman diliminden bahsedebiliriz.
6- Tüme- varım (Bumerang) yasası: Her enerji çıktığı kaynağa geri döner. Bu dönüş katlı (üç katı, yedi katı vs.) olarak olabilir.
7- Parça Bütüne aittir yasası: Parçaya yapılan etki bütünü, bütüne yapılan etki parçayı etkiler.
Buradaki yasaların işleyişi, alttaki aşamaları da tetikler. Bu yüzden önce bu dinamikleri bilmek, püf noktaların işleyişini çözmemize yardımcı olur. (Yasalarla ilgili daha fazla bilgi için bakınız: Varoluşu Sürekli Kılan Kozmik-Evrensel Yasalar ve bakınız: Varoluşu Sürekli Kılan Evrensel Yasalar II).
İstek- Israrcı olma
Bir dileğimizi ne kadar çok ister ve ne kadar çok ona odaklanırsak, evrene yaydığımız enerji de bir o kadar güçlü olacaktır. Bunu telefon sinyaline benzetebiliriz. Eğer telefondaki sinyal düşükse, bir başka kişiyle kesik kesik konuşuruz ve kendimizi zar zor ifade ederiz, buna nazaran sinyal yüksekse sesimiz daha net çıkar. İşte bir şeyi çok istemek ve istekte ısrarcı olmak ilk koşuldur. İstemenin şiddeti, evrene ulaşım sinyalini yükseltir. Bu yüzden en hızlı gerçekleşen şeyler, o sırada en çok ihtiyacımız olanlardır. Bunu hepimiz deneyimleriz. Bir anlığına parasız kalırız, ihtiyacımız vardır, öyle bir gönülden geçiririz ki, mucizevî bir şekilde elimize para geçer. İhtiyacın fazla olması da, o şeyi derinden istememize neden olur. Bu da daha kolay evrene isteği taşır.
Hazırlanış – Düzen
Tedriç ve çalışma-teksir yasasından bahsettik. Anlık düşünceler ve yayılan anlık enerjiler, evrensel dengeden dolayı hemen dağılır. (Buna mühendislikte entropi yasası denir, her şey düzensizliğe doğru gider.) Bu yüzden bir şeyi sadece istemek, o şeyin olması için yeterli değildir. Enerji belli bir süre sonra dağılmaya meyillidir. Lakin her gün düzenli olarak isteğimize konsantre olursak, enerji yoğunlaşacağı için dağılmadan aynı bir enerji topu gibi evrene yollayabiliriz. Bunun için aynı saatte ve periyodik olarak yapmak oldukça önemlidir. Kendimize bir gün veya süreç belirleyelim -mesela 7 gün gibi- ve aynı saatte düzenli olarak çalışmayı yapalım.
İkinci olarak bir dileğin gerçekleşmesi için ne kadar uzun bir ön hazırlık aşaması yaparsak, bir şeyleri gerçekleştirmek o kadar kolaylaşır. Çünkü ön hazırlığa başladığımız anda enerji zaten odaklanmaya başlar, odaklanmış enerjiye isteği yükleyerek göndermek çok daha kolaydır. Ön hazırlıklara örnek vermek gerekirse, bir mum veya tütsü yakabilir, bunun yanı sıra ortamı fiziksel olarak arındırıp temizleyerek, toplayarak, ortamdaki ruhsal enerjiyi de düzenleyebilir, çalışma öncesi banyo yapabiliriz. (abdest almak, enerjiyle arınmak vs.) Bu ön hazırlıklar aynı zamanda çalışmanın ne kadar önemli olduğu mesajını bilinçaltına gönderir ve bizi buna inandırır. Özellikle dileğimizi gerçekleştirmek istediğimiz alanı temizlemek, enerjiyi daha net aktarmamıza yardımcı olur. Çünkü dağınık odalardaki enerjiler de dağınıktır, bu da enerjiyi yoğunlaştırmayı zorlaştırır. Feng shui, bu noktada devreye girer.
İmajinasyon (imgeleme)
Kızılderili bilgeler, “Bir kişiyi ne kadar net imajine ederseniz, o kişiye o kadar kolay şifalandırırsınız.” derler. Aynı şekilde bir şeyi ne kadar net imajine edersek, o şeyi gerçeğe dönüştürmemiz o kadar kolay ve güçlü olur. Bu çok kilit bir noktadır. Haliyle, mesela gerçekleştirmek istediğimiz şeyi bir kâğıda yazdıysak, kâğıdı avucumuzda tutarken, duygularını dahi hissederek dileğin gerçekleştiğini güçlü bir şekilde imajine etmeliyiz. Sonra bu imajinasyonun enerjisini kâğıda aktarmalıyız. Bundan sonra o dilek kâğıdını yakmak, yüklediğimiz enerjiyi serbest bırakmamızı sağlar.
Enerjiyi yükseltmek
İsteğimizi oldurmak için konsantre olurken bir taraftan da enerjimizi yükseltmemiz gerekir. Bunun kullanılan en eski metodu mantra veya zikir kullanmaktır. Önce yavaşça başlanılan mantrayı, git gide daha hızlı söylemeye başlarız. Hızlandıkça enerji yükselir ve enerji tavan yapana yani en yüksek hıza çıkana kadar mantrayı tekrar etmeye devam ederiz. Burada kullanılan mantranın illa Sanskritçe veya Arapça olması gerekmemektedir.
Mesela ev istiyorsak “Evim Var”, para istiyorsak “Para bana geliyor” gibi kalıplar da yeterlidir. Eski şamanlar bu enerji yükseltmeyi, dans ile yaparlardı. Dans ederler ve dansı hızlandırırlar, sonra bağırarak, yükselttikleri enerjiyi evrene serbest bırakırlardı.
Bir diğer enerji yükseltme yöntemi mantra kullanmadan imajinasyonla ışığı auramıza çekmektir. İlahi ışığı taç çakradan alarak tüm auramıza yayar ve ilahi Olanla bağlantıda olduğumuzu hissederiz. Böylece enerjimiz çalışma için yükselmiş olur.
Başka bir yöntem de çember oluşturmaktır. Bunun için çevremizde hayali çember yaratırız (mavi-beyaz renkte). Daha sonra ellerimizi havaya kaldırır ve “Bu alemle ruhsal alem arasındaki sınırı kaldırıyorum, çemberdeki tüm isteklerim evrende gerçekleşir” diyerek yavaşça elleri indirirken bir sis perdesini araladığımızı imgeleriz. Böylece yarattığımız sınırlı enerji alanında evrenle bağlantı sağlayacak güçlü bir ilahi mabet yaratmış oluruz. Bu yöntemi yapacaksak, çemberi hep aynı yerde açmanın faydası vardır.
Kelam
Yaratıcı “Ol” demiş ve Evren yaratılma sürecine girmiştir. Özellikle “OL” dendiğinin vurgulanması yani bu emrin ses enerjisi olarak verildiği ifadesi tesadüf değildir. Burada pek tabi ki gizli bir bilgi vardır. Fizik öğretmenim Nuray Hoca, her zaman “Sözler, evrene vurulan mühürlerdir” derdi bana. Gerçekten de bir şeyi sesli olarak kelimelere dökmek yani süptil düşünceleri, daha fiziksel enerji olan ses enerjisine dönüştürmek, bir şeyleri ol’durmayı kolaylaştırmaktadır. O yüzden bir şeyleri dilerken bunları sesli dilemek, enerjinin gerçekleşmesini kolaylaştıracaktır. Aynı şekilde olumsuz şeylerin de sesli söylendiğinde daha çabuk başımıza geldiğini fark etmişizdir. Bu yüzden ne söylediğimize çok dikkat etmeliyiz.
Enerjiyi Serbest bırakmak
En kritik nokta burasıdır. Birçok insanın isteklerinin gerçekleşmemesinin tek sebebi enerjiyi serbest bırakmayı atlamalarıdır. Israrcı olduktan, dileği dileyip, enerjiyi yükselttikten sonra, bir anlığa isteğimize dair hiçbir şeyi umursamamak, bir hiçlik duygu durumuna geçmek durumundayızdır. Böylece yaydığımız ve odakladığımız enerjiyi serbest bırakırız. Eğer gerçekleşmesini istediğimiz dileğe çok fazla odaklanırsak, enerji akışını tıkarız ve dileğimiz evrene ulaşmaz. İsteğimize odaklanmalı ama buna bağlı ve bağımlı olmamalıyız, böylece enerjinin ve dileğin akmasına izin verebiliriz. Bu aynı su hortumunun üzerine basmak gibidir ve bu da suyun akışını engeller. İstedikten, odakladıktan sonra tam bir güvenle gerisini evrene bırakmalıyız ve daha fazla (ta ki ertesi gün çalışmayı tekrarlayana kadar) o isteğe odaklanmamalıyız.
Eğer mantra kullanıyorsak, bunu bir bitiriş cümlesiyle yaparız. “Öyle Olsun!” “Dileğim Gerçekleşti” gibi bir niyetle bağırarak son noktayı koyar ve enerjiyi bırakırız. Bu üzerimizde ki yoğun enerjiyi atmak gibidir. Eğer kâğıda enerji yüklediysek, enerjiyi serbest bırakmak için dilek kâğıdını yakmalıyız.
Saf niyet – şüphesizlik – Sessizlik
Dileği dilerken ve diledikten sonra olabildiğince saf bir niyete sahip olmalı ve şüphe gibi kötü titreşimli enerjilerden uzak durmalıyız. Onun gerçekleşeceğine dair tam bir güvene sahip olmalıyız. “Gerçekleşecek mi acaba?”, “Ne zaman gerçekleşir?”, “Olursa hayırlı olmaz mı?” Gibi soru işaretleri ve gerçekleşeceğine dair şüpheler, yaydığımız enerjiyi kesintiye uğratır ve evrene zıt bir enerji gönderir. Bu şüpheler evren için,”Evet ben bunu istedim ama bir tarafım istemiyor” demektir. Bu da gerçekleşmesini engeller ve enerjilere set koyar. Bu yüzden hiçbir şüphe olmaksızın, saf niyetle istemeliyiz.
Eski gelenekler, bir diğer önemli noktanın, dileğimiz gerçekleşene kadar sessiz kalmak olduğunu söylerler. Dilediğiniz bir şeyi ve çalışmayı insanlara söylemek, enerjinin akışını kirletir. Bu yüzden sessizlikle, dileğinizi kutsayın ve gerçekleşene kadar bu konuyla ilgili enerjiyi kirletecek yorumlar yapmaktan sakının. Başkalarına söylemeniz ve başkalarının konuyla ilgili yorumları da enerjileri kirletecektir.
Bütünün Hayrı
Her daim çalışmayı yaparken “bütünün hayrına” demeyi unutmayın. Bir şeyleri ol’dururken bir denge süreci vardır. Hayırlı olanı ol’dumak için “bütünün hayrına” diye niyetlenin ve sonra evrene tam olarak güvenin sahip olun. Bütünün hayrına derken içinizde şüphe veya korku olmasın, bunun yerine tam bir teslimiyet duygusu sizi sarsın. Zaten bütünün hayrına diyerek, hayırlı olmayacak enerjileri engellemiş oluruz. Öte taraftan dileğimiz gerçekleşmezse, bunda bir hayır olduğunu bilmeli ve önümüze bakmalıyız.
Eğer bu püf noktaları, isteklerinizi gerçekleştirme konusunda takip ederseniz, dileklerinizin daha kolay gerçekleştiğine şahit olabilirsiniz. Bunları her tür dilek çalışmanızda (The Secret, Reiki, Dilek kâğıtları vs.) kullanabilirsiniz. İçinde olduğumuz dönem zaten Spiritüel anlamda dileklerimizin daha hızlı gerçekleştiği bir dönemdir. Haliyle bunlar bizim süreci daha iyi kontrol etmemizi sağlar. Bir sonraki sayıda, bu püf noktaları kullanarak yapılacak bazı dilek çalışmalarını vereceğim. Tüm dileklerinizin, bütünün hayrına, gerçekleşmesi dileğimle…
Yazar
 

30 Mart 2018 Cuma



İyi İnsanlar İçin: Mucizeleri Hayatınıza Çekmek İstiyorsanız Artık Uygulamanız Gereken 20 Şey
1. Erken uyan…
2. Hoşgörülü ol…
3. Kendi yolunu çiz…
Kendini, kendin için ara. Başkalarının senin için yol çizmelerine izin verme. Bu senin ve yalnız senin yolun. Başkaları seninle beraber yürüyebilir ama senin için yürüyemez.
4. Düşünceli ve kibar ol…
5. Yeryüzüne saygı duy…
Bu yeryüzünde var olan her şeye saygı duy. Bu bir insan bir hayvan veya bitki olabilir.
6. Senin olmayanı sahiplenme..!
Senin olmayan bir şeyi alma.
7. İfade özgürlüğü tanı…
Başka insanların düşüncelerine, dileklerine ve sözlerine değer ver. Sözünü kesme, dalga geçme veya taklit etme. Her kesin kendini istediği gibi ifade etmesine izin ver.
8. Dedikodu yapma…
Başkaları hakkında kötü konuşma. Evrene bıraktığın olumsuz enerjiler, bir kaç kat artarak seni yine bulur.
9. Affet…
Herkes hata yapar ve her hata affedilebilir.
10. Olumlu düşün…
Kötü düşünceler aklın, bedenin ve ruhun hastalanmasına yol açar. Olumlu düşünce egzersizleri yap.
11. Doğanın parçası ol..
Doğa bizim için var olmaz, bizim bir parçamızdır ve bizde onun parçasıyız hayvanları sev ve koru.
12. Çocuklara sevgi ver…
Çocuklar geleceğimizin tohumlarıdır. Kalplerinde sevgiyi yeşert, onları erdemle ve hayat dersleriyle sula. Büyüdüklerinde, yeterince gelişebilmeleri için onlara alan tanı
13. Kalp kırma…
Başkalarının kalbini kırmaktan kaçın. Yarattığın acının zehri bir gün sana geri döner.
14. Dürüst ol…
Her zaman gerçekten yana ol. Dürüstlük evrenimizde insan iradesinin bir sınavıdır.
15. Sağlığına özen göster…
Kendini dengede tut.Zihnini güçlendirmek için vücudunu da güçlendir.
16. Sorumluluk al…
17. Kişisel alanlara saygı suy…
İnsanların kişisel alanlarına ve gizlilik taleplerine saygı duy. Kimsenin kişisel eşyasına dokunma.
18. Kendine adil davran…
Kendine adil davran. Kendini besleyemezsen, başkalarını da besleyemezsin. Önce kendine yardım et.
19. Başka inançlara saygı duy… Herkesin inancına ve inanışına saygı duy.
20. İyiliği paylaş…
Kaderinin güzelliklerini başkalarıyla da paylaş. Gönüllü olarak iyilik yap.ozaman mücizelerle dolu bir hayatın olur.
Yazar:CANNOV

20 Mart 2018 Salı

Hayallere engel olan mazeretler: “Benden geçti” veya “Daha çok gencim”

Pınar Ulus

Birçoğumuz pes etmek ile başlarız, ne yazık ki henüz yola çıkmayı bile denememişizdir. Aslında gerçekten yapıp yapamayacağımız konusunda deneyip görmek ve başarısız olacaksak veya evet yolda kalacaksak bunu görmek yerine, hiç başlamadan kendimizce “karar” veririz. “Benden geçti” diye söyleniriz, yaşım artık buna uygun değil. Veya tam tersi vardır, “ben bu nokta için henüz çok gencim, yaşım çok erken”.

Ben bu nokta için henüz çok gencim, yaşım çok erken…
Bu düşünceler sadece “düşünceden” ibarettir oysaki. Gerçek hayatta yaşayıp da sonucunda gerçekten bu çıktıya varmamışızdır. Kendimiz düşünüp kendimiz karar verip yine kendimize kendi kendimize sonuca erişmişizdir. Peki, sadece bu yol uygun değil ise? Ya bize sunulan bu “öğrenilmiş” yaş “sınırlılıkları” dışında bir yol mümkün ise? Ya yapacaklarımızı hayata katmak için gerçekten altmış yıl beklememiz gerekiyor ise? Veya bizler otuz yaşımızda da olsak birçok daha ileri yaşlı olan kişiye göre fikirlerimizle tecrübelerimiz ve kendi kendimiz olmakla bu dünyaya katabileceğimiz “yaşımızdan” çok ama çok daha büyük olanlar var ise? 
İşte ben bu yazımda, sizlerle özellikle “yaş” konusunda toplumumuzun da küçük yaşlarımızdan itibaren dayattığı algılar, inanış şekilleri ve bu yüzden kendi potansiyelimizden vazgeçtiğimiz, geride durduğumuz ve hatta denemekten bile korktuğumuz zamanlarımızdan bahsedelim istiyorum. Bu konuda bizi korkutan “yaş” bariyeri hakkında kendi kendimizle yüzleşelim. 
Öncelikle bu süreç çok küçük yaşlarımızdan itibaren başlar, annelerimiz korumacı bakış açılarıyla, tabii ki tüm iyi niyetleriyle bizleri sakınırlar. “Aman yapma, küçüksün düşersin!”, “Evladım sen bunu şimdi deneme ayağına koluna başına bir şey olur.” Okulda belki bizlerden büyük sınıftakilerle bir kavgaya tutuşmuşuzdur ve gelen cümle “Onlar senin kalemin mi senin yaşın daha çok küçük, onlara nasıl meydan okuyorsun?” olur. 
Bu konuda bizi korkutan “yaş” bariyeri hakkında kendi kendimizle yüzleşelim. 
Bize “küçük” olduğumuz, bir şey denediğimizde genel olarak yaşımızın buna uygun olmadığı, yaşımızın müsaade etmeyeceği öğretilir. Sonra üniversite çağlarımıza geliriz, “ben bambaşka bir kıtada bir yıl çalışacağım” dediğimizde “Sen daha çok gençsin oralarda nasıl tek başına yaşayabileceksin?” cümlesi gelir. “Nasıl kendi kendine bakacaksın, nasıl kendi ihtiyaçlarını karşılayabileceksin, hasta olduğunda sana kim bakacak? Annen baban yanında olmayacak, sen gerçekte yirmili yaşlarındasın ama hala çok küçüksün” olarak nitelendirilmektesindir.  
Sonra daha da ileri yaşlarımıza gidelim. “Evlenmek istiyorum” dediğimizde hala “oğlum veya kızım, sen daha çok gençsin, henüz yirmili yaşlarını bile bitirmedin, tek başına nasıl karar verebiliyorsun, daha çok küçüksün ve ben senin kararını onaylamıyorum” olur değil mi? Öyle bir noktaya gelirsiniz ki, koskocaman otuz yaşına varmış insan oluruz ama hala “genç yaşın yetmez bunu bilmeye” ve “bunun hakkında kendince karar vermeye yetmiyor olan” oluveririz. 
Hayatımızın kırklı yaşları işte bunca “yaşın yetmez, senin aklın ermez, henüz küçüksün” ile gelir. Bir de tam tersi olanlar vardır, bir gün ellili yaşlarımızın başında “Ben dans kursuna gitmek istiyorum” dediğimizde sizce çevremizden ne tepki görürüz? Ben hemen birkaç örnek ile açıklayabilirim; “Bu yaştan sonra dans mı öğreneceksin otur oturduğun yerde!”, “Bu yaşından sonra dans etmeye mi merak sardın çok yaşlı değil misin?”, “Sen yaşının kaç olduğunu biliyor musun, artık gençlik yıllarında değilsin nasıl yapacaksın?”. Ve buna benzer birçok yaşından dolayı yapamazsın, edemezsin, başaramazsın, erişemezsin ve yetersizsin mesajı içeren onlarca yorum duyarız değil mi? 
“Bu yaştan sonra dans mı öğreneceksin otur oturduğun yerde!”
Peki, bunlara inanmak ve inanmamak kimin elindedir? Bunlarla kendimizi kısıtlamak, kendimize sınırlar koymak ve “sadece” bir düşünce olarak “yapamazsın” kelimesinin ardına sığınmak veya sığınmamak kimin elindedir? Cevap yine kendimizden geçer. Evet, ne seçim yapıyorsak veya yapmamayı seçiyorsak işte yine bizlerden bizlerin elinden geçer. 
Bakın sevgili David Schwartz, Büyük Düşünmenin Büyüsü isimli eserinde yaş ile gelen sınırlılık inançlarımızı nasıl yorumluyor; 
…Yaş mazeretçiliği, “bir türlü doğru yaşta olmama” başarısızlık hastalığı kolaylıkla tespit edilebilen iki formu içerir: “Çok yaşlıyım” türü ve “Çok gencim” türü.  
Her yaştan yüzlerce insanın hayattaki sıradan performanslarını şuna benzer şekilde açıkladıklarını duymuşsunuzdur: “Şimdi yapmak için çok yaşlıyım (veya gencim). Yaş engelimden dolayı yapmak istediğim veya yapabileceğim şeyleri yapamam.”
Gerçekten, şaşırtıcı olan ise ne kadar az kişinin yaş anlamında kendini “doğru noktada” hissettiğidir. Bu bir talihsizliktir. Bu mazeret, gerçek fırsat kapısını binlerce bireye kapatıyor. Onlar yanlış yaşta olduklarını düşünürler, bu yüzden deneme zahmetinde dahi bulunmazlar. 
“Çok yaşlıyım” türü, yaş mazeretçiliğinin en sık rastlanan türüdür. Bu hastalık hemen göze çarpmayan biçimde, sinsice yayılır.” 
Yaşınız her ne olursa olsun, dünyaya katacaklarınız için kendi kendinizin önüne koyacağınız bir engel olmasın.
Hayatta potansiyelimizi belirleyen olduğumuz yaşımız değil, gerçekten kim olduğumuz ve bunu tüm dünyaya göstermek için içimizde nasıl bir istek duyduğumuzdur. Mimar Sinan elli yaşından sonra mimarlığa başlamış ve en güzel eserlerini altmışlı yaşlarında bizlere kazandırmıştır. Bir kişinin en verimli yaşları veya bu yaşlarda dünyaya nasıl bir katkı getirebileceğini belirleyen olduğu yaşı değil içinde var olan yeteneğini kullanma azmi ve istekliliği ile ölçülebilir.  
Bugün bu yazımı okuyorsanız; her ne yaşta olursanız olun “yaşım” diyerek mazeret bulduğunuz her şeyde başka bir bakış açısı, başka bir çıkış yolu mümkün… Bu çıkış yolunu belirleyecek olan, bu gerçekliği yaratacak olan sadece ve sadece sizin inancınızdır. 
Yaşınız her ne olursa olsun, dünyaya katacaklarınız için kendi kendinizin önüne koyacağınız bir engel olmasın, mazereti yaş olmasın, o muhteşem potansiyelinizi dünya ile paylaşmak için hiçbir zaman “çok erken” veya “çok geç” yoktur. 



Devamı: https://www.uplifers.com/hayallere-engel-olan-mazeretler-benden-gecti-veya-daha-cok-gencim/#ixzz5AIAMBj00

15 Mart 2018 Perşembe

”Doğruyu söylemek” ile ”patavatsızca doğruyu söylemek” arasında büyük fark vardır.”Doğru söyleyince dokuz köyden kovulanlar”ın çoğu aslında,doğruyu söylediklerinden değil,patavatsızca doğruyu
söylediklerinden onuncu köye gitmek zorunda kalmışlardır.
(Bihin Edige)

5 Mart 2018 Pazartesi



Sağlıklı bir sindirim sistemi için sabahları uygulayabileceğiniz 6 yöntem
Derler ki sağlık da hastalık da bağırsaklardan gelir… Aslında birçoğumuz, sindirim sisteminin sindirimden çok daha fazlasını ifade ettiğinin farkında değiliz. Sindirim sistemi, hayatımıza ve bedenimize giren her şeyin öğütülüp, sindirilmesini sağlar. Bu yüzden düşüncelerimiz, duygularımız ve etrafımızda olup bitenler sindirim sistemimizin çalışmasını ve dolayısıyla sağlığımızı yakından etkiler.
Sindirim sisteminiz ne kadar iyi çalışıyorsa, bedensel ve zihinsel sağlığınız da o kadar iyi olur. İyi bir sindirim sisteminin püf noktası ise sabahları güne nasıl başladığınızda gizli. İyi bir gece uykusu sırasında hücreler yenilenir ve beden kendini gece boyunca tedavi eder. Biraz dikkat ederseniz, sindirimle ilgili çoğu problemin gün içinde kötüleştiğini fark edebilirsiniz. İşte bu nedenle gece boyunca kendini tazeleyen bedeninizle güne nasıl başladığınız çok önemli. İşte sağlıklı bir sindirim sistemi için güne başlamanın 6 yöntemi:
1. Alarmınızı 10 dakika öncesine kurun
Sabahları acele etmeden güne sakin bir başlangıç yaparak, sindirim sistemini açısından da yumuşak bir geçiş yapmış olursunuz. Alarmınızı 10 dakika erkene kurarak, sabahları gereksiz aceleden ve geç kalma endişesinden kurtulabilirsiniz. Böylelikle uyanır uyanmaz yataktan fırlamak yerine sabah kalktığınızda 10 derin nefes alıp vermek ve sakince hazırlanmak için vakit kazanabilirsiniz.
Derler ki sağlık da hastalık da bağırsaklardan gelir…
2. Karın bölgenize masaj yapın
Yatakta sırtüstü uzanın ve derin nefesler alın. Bir elinizi veya yumruğunuzu kullanarak karın bölgenize masaj yapın. Sağ kalça kemiğinizin iç bölgesinden başlayın ve yavaş yavaş sağ kaburganızın altına kadar masaj yaparak çıkın. Daha sonra elinizi sol kaburganızın altına getirin ve sol kalça kemiğinize kadar inin. Bu turu birkaç dakika boyunca veya en az 5 defa tekrarlayın. Masaj yaparken kendinize nazik davranmaya ve sakin kalmaya özen gösterin.
3. Limonlu ılık su için
Çeyrek veya yarım limonun suyunu bir bardağa sıkın. Bardağın yarısını oda sıcaklığında suyla, kalan yarısını yeni kaynatılmış suyla doldurun. Böylelikle su çok sıcak olmayacağı için limonun içindeki C vitamini de kaybolmayacaktır. Limonlu ılık su, karaciğeriniz için çok faydalı olmakla birlikte sindirim sisteminizi uyarır ve uyku sonrası ortaya çıkan su ihtiyacınızı karşılamanıza yardımcı olur.
4. Dengeli bir kahvaltıyı atlamayın
Birçok insan sabahları daha lifli gıdalar tüketir ancak gün içinde şişkinlik sorunu yaşar. Bunun nedeni yeterince sıvı tüketmemektir. Oysa bedeninizin en çok ihtiyacı olan şey, dengeli bir kahvaltı. Sabahları kahvaltınızı hazırlarken, bilinçli olun. Dikkatinizin dağılmasına engel olun. Çok değerli bedeninizi beslemek için vakit ayırdığınızı unutmayın.
5. Keten tohumu yağı tüketin
Bağırsaklarınızı, iyi yağlandığı zaman daha verimli çalışan bir makine gibi düşünebilirsiniz. Sabahları 1 yemek kaşığı keten tohumu yağı tüketmeye başladığınızda, farkı kısa sürede hissedebilirsiniz. Aynı zamanda keten tohumu yağı enfeksiyon riskini azaltıyor, cildi ve saçları besliyor ve beynin çalışma kapasitesini artırıyor.
Bedeninizin en çok ihtiyacı olan şey, dengeli bir kahvaltı.
6. Tuvalette vakit geçirin
Düzenli olarak tuvalete çıkmak, sindirim sisteminizin sağlıklı çalıştığının en önemli göstergelerinden biri. Bazıları bundan bahsetmekten utanıyor ancak doğanın sesine kulak verin ve bedeninizin kendini rahatlatması için düzenli olarak tuvalete çıkmanın ne kadar önemli olduğunu unutmayın, bunun için tuvalette daha düzenli vakit geçirin ve sindirim sisteminizi yakından takip edin.
Uplifers/Yaşam

Farkındalığınızı Artıracak 5 Kişisel Gelişim Kitabı Bir Ömür Nasıl Yaşanır? – İlber Ortaylı “Kendimi geliştirmek istiyoru...