7 Ekim 2015 Çarşamba


Çin Tıbbına Göre 140 Yaşına Kadar Yaşamak İstiyorsanız ”Zu San Li” Noktasına Her Gün Basmalısınız…



acupuncture-st36-leg-three-miles-zusanli-29625567[1]
zusanli-noktası2-260x260[1]
Efsaneye göre: Üç bin yıl önce Çin İmparatoru Song, adamlarını ülkenin en yaşlı kişisini bulmak için görevlendirir. Görevliler, 90 yaşındaki Li’yi bulup, getirirler. İmparator, uzun yaşamasının sırrını sorunca, “Zusanli noktasını ısıtıyorum”der. Elli yıl sonra İmparator Song yerine Tang geçer.O da ülkenin en yaşlı kişisinin bulunmasını ister. En yaşlı kişiyi arayanlar, bir kez daha Li’yi bulur.140 yaşındaki Li şöyle der: “Ayda bir defa, dolunay çıktığında zusanli noktasını ısıtıyorum.” Siz de bu yaşlı köylü gibi yapın. Zusanli ya da ‘yaşam enerjisi noktası’, ‘dizin üç parmak altında’ dizin pürüzlü derisinin sona erdiği yerdedir. Mümkünse her sabah bu noktaya masaj yapın.
Geleneksel Çin tıbbı, vücudu bir enerji sistemi olarak görür  ve ”Zu San Li Aktivasyon” noktası da ömrü uzatan ve 100 hastalığa iyi gelen çok önemli bir merkezdir…
Bu  sihirli nokta Zu San Li nerede  bulunur? 
Dizkapağı altında yer almaktadır. Yere oturup dizlerinizi kendinize doğru çekin. Dizinizin altında daha yüksek bir alan fark edeceksiniz. Parmağınızı onun üzerine koyup bastırın.
Bu nokta:
  • vücudun alt yarısını kontrol eder
  • gastrointestinal sistem, genital, böbrekler ve böbreküstü bezlerinin çalışması için kısmen sorumlu omurilik aktivitesini kontrol eder;
  • Kan basıncını normalleştirir;
  • glukoz, insülin normalleştirir;
  • tüm vücut iltihabı ortadan kaldırmak;
  • Bağışıklık sistemini düzenler;
  • Sindirimi iyileştirir;
  • gastrointestinal sistemin Cure hastalıkları;
  • Bir inme etkilerini davranın;
  • Hıçkırık
  • Kabızlık
  • İdrar kaçırma tedavi edebildiği hastalıklardan sadece bir kaçıdır…
Bu noktaya basarak  güven geliştirmek , stres ve gerginliği ortadan kaldırmak ve iç uyumu sağlamak mümkün olacak.
Kaynak: rana bağbek forum

2 Ekim 2015 Cuma

Kişilik ve Ego Arsındaki Fark Nedir?


Kişilik Maskesi (Persona): Antik Roma tiyatrosunda, oyuncularpersona denilen maskeler takıyorlardı. İngilizce’ deki person (kişi-kişilik-karakter) kelimesi o çağlardan geliyor, taktığı maske oyuncunun tiyatrodaki kişiliğidir, asıl kişiliği (öz benliği) değildir!

Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün!   
Her türlü kişilik sahtedir, iyi maske taksan da kötü maske taksan da maskenin arkasına gizlenmiş olan kişilik sahtedir. Esas olan ve gerçek olan sadece senin öz benliğindir (üç yaşına kadar olan halindir), sonradan edinilen iyi-kötü her türlü kişilik sahtedir.(Bak C4.2- EGO ve Öz Benlik

Bilinç ve kişilik (yani öz bilinç ve öz kişilik) gelişiminin önünde bize öğretilen (giydirilen) diğer kişilikler engeldir, yalnızca size giydirilen kişiliğe tutunup kalırsanız ne bilincinizi ne de kişiliğinizi geliştirebilirsiniz! Bu nedenle, çocuklarınızın çevreden görerek giydiği veya sizin giydirdiğiniz kişilik elbisesinin-maskesinin sahte olduğunu ve elbiseyi-maskeyi üzerinden nasıl çıkarabileceğini anne-baba olarak sizin öğretmeniz gerekir.
                                                                                               
Dünyada şu anda uygulanan eğitim sistemindeki temel eksiklik de budur: çocuklar-gençler-yetişkinler giydikleri kişilik elbisesinin-maskesinin sahte olduğunu, bu elbiseyi niçin ve nasıl çıkarabileceklerini bilmiyorlar. 

Bize ücretsiz olarak dağıtılan kişilik elbisesi ve maskesi kimin işine yarıyor biliyor musunuz? Bizi yönetenlerin, ülkemizi yönetenlerin, dünyayı yönetenlerin işine yarıyor, bu sayede hepimizi-ülkemizi-dünyayı çok kolay ve istedikleri şekilde yönetebiliyorlar. Maskeyi neden ve nasıl çıkarmanız gerektiğini öğrenmek için; KENDİNİ TANI bağlantısını tıklayınız.

Mükemmellik, abartı, mübala ve felaketlere odaklanmak gelişmeyi engeller.   
Çocuklarınızı dış dünyanın tehlikelerinden korumak için başından ayağına kadar zırh giydirmeyin! Zırh içinde çocuk nasıl gelişebilir? Aksine içinde rahat hareket edebilmesi (kendi kendisini geliştirebilmesi) için, mümkün olduğu kadar geniş ve çıkarması kolay elbise (şalvar) giydirin. 

Eğer zırh giydirmiş iseniz, bu zırhın size ait olduğunu ve bu zırhı (hatıra olarak saklanan eski gelinlik gibi) size de annenizin hediye ettiğini söyleyin, zırhı kendisinin niçin ve nasıl çıkarması gerektiğini öğretin!

DDY KİTABI; C4.2- EGO: Kişilik küremizi oluşturan ikinci boyutu EGO olarak adlandırabiliriz. EGO = ID + Ego + Süper Ego katmanlarından oluşmaktadır. 

ID (identification): Ego boyutumuzun temelini (iç katmanını) ID oluşturur.  ID, alt kimlik veya alt benlikveya ilkel benlik olarak adlandırılabilir. ID doğuşumuzdan itibaren var olan ve kalıtsal olarak oluşan ilkel benliğimizdir, içimizdeki doyumsuz hayvandır (hayvansal kimliğimizdir). ID, kendisini yalnızca ihtiyaçlara göre ayarlayan, eleştiri kabul etmeyen, içgüdüsel ve durdurulamayan yanımızdır. ID’ye verilebilecek en iyi örnek cinsellik-saldırganlık gibi arzular ve kin-öç alma gibi duygulardır. Bu yönü ağır basan birey vicdan olgusundan yoksundur.
Resimde çocuk anne ve babası ile değil,
onlara ait maske ile iletişim halinde!
Bu nedenle maskeli olarak yetişiyor...


Ego ben onurludur, ego gururludur, ego bilinci tutsak kılar. 
Ego: Ego, benlik veya bencilik olarak adlandırılabilir. Ego diğer insanlara kendimizi sevdirmek-kabul ettirmek-üstün göstermek amacıyla görünür kişiliğimizi saklamak için kullanılan bir çeşit maskedir. Kişinin kendine güveni (öz güveni) arttıkça bu maskeye olan ihtiyacı azalır. Maskeden tamamen kurtulmak için kişinin her türlü zayıflığı (zaafı) ile yüzleşip mücadele etmesi ve güçlü kişilik (öz kişilik)oluşturması gereklidir. Bu maske sanıldığı gibi zamanla değil, kişinin kendi çabasıyla (içsel yolculuk yaparak) yok edilebilir. Milliyetçilik, bizcilik, ailesine aşırı tutkunluk ve fanatik taraftarlık da egodur. (Bu konuyuKişisel Özellikler ve Kişilik Yönetimi başlığı altında daha ayrıntılı olarak irdeleyeceğiz: KİŞİLİK BİLİNCİ GELİŞTİRME bağlantısını tıklayarak ayrıntılı bilgi edinebilirsiniz.) 
                                                                            
Süper Ego: Süper ego kendi oluşturduğumuz öz benlikveya üst benlik veya vicdan olarak adlandırılabilir. Süper ego kural ve değerler bütünlüğü içinde insana yön veren ego katmandır. Bu bölüme vicdan da denilebilir. Bu bölüm daha çok emir ve yasaklara göre bir yol belirler. İyi ya da kötüyü birbirinden ayırmaya başladığımız süreçlerde gelişir ve olgunlaşır. Ata-anne-baba-çevre-okul-din ve geleneklerden öğrendiklerimizi zaman içinde içselleştirerek kendi öz değer ve öz saygımızı oluşturabiliriz. 

Bir ben var benden de içeri. 
Bir bebeğin henüz dış dünyadan olumlu-olumsuz ve iyi-kötü hiçbir şey öğrenmeye başlamadan önce (üç yaşlarına kadar) sahip olduğu en saf-temiz ve suçsuz kişiliğini öz benlik olarak adlandırabiliriz. 
                                                                      
Ego, ID ve süper ego arasında dengeleyici görev yapar. Ego’nun temel görevi kişisel güvenlik sağlamak ve ID’nin bazı isteklerine izin vermektir. Süper ego baba figürünün ve kültürel adetlerin içselleştirilmiş bir sembolüdür. Süper ego ID’nin gereksinim ve arzularıyla çatışma halindedir. Süper ego ID’ ye karşı saldırgandır ve tabuları ayakta tutar. ID ilkel benliktir ve süper ego ile sürekli çatışma halindedir. Ego ise ara bulucudur.

Ego’ nun olumlu yönüne kaba bir örnek verelim; ID: Sıçmak istiyorum der, SÜPER EGO: Oğlum ilkelsin işte, milletin içinde sıçılır mı? der,  ID: Milletin içinde de sıçarım der, EGO: Bütün millet bana bakıyor sokağın ortasında bir çöküp bir kalkıyorum, ikinize de kıyamıyorum, gelin bir tuvalete gidelim de ikinizin de gönlü olsun... diyerek bu içsel çatışmayı bitirir.

Bu arada, sözde doğal yaşamı koruyanların hobi (oyuncak) olarak beslediği-koruduğu kedi ve köpeklerin insanların yaşam alanlarını (modern şehirleri-caddeleri-evleri ve yapay parkları) pisletmesini, yani uygarlığın içine edişini hep birlikte gözlüyoruz! Eskiden açık hava sineması gibi açık hava tuvaletleri vardı: İnsan ve hayvan dışkıları kendiliğinden gübreye dönüşerek bitkileri besliyordu! Doğanın döngüsü-evrimi-gelişimi otomatik olarak (kendiliğinden) devam ediyordu! Şimdi şehirde yaşamak zorunda bırakılan hayvanların suçu ne? Temel ihtiyaçlarını görecek yer-gömecek toprak bulamıyorlar! 

İnsanoğlu farkında olarak veya olmayarak kendi yarattığı pislikleri, kendi yaşamını sürdürebilmek için kendi elleriyle temizlemek zorunda kalacaktır! (Bak EK7.E- İnek ve Kedi Hikâyesi) Çünkü doğanın bu pislikleri kendi yararına dönüştürme dengesi de insanoğlunun kendisi tarafından bozulmaktadır! 

İnsanoğlu tarafından tasarlanan-üretilen-yapılan bütün yapay şeylerin, kendisini ve doğayı olumsuz yönde etkileyen bir yan etkisi mutlaka vardır veya zaman içinde olduğu görülecektir! Çünkü insanoğlu bulunduğu ormanın içinde ağaçları keserken ormanın alev alev yandığını ve alevlerin hızla kendisine doğru yaklaştığını fark edemiyor! Ancak, alevler kendi bedenine sıçradığı zaman fark edecektir: Ormanın yok oluşunu, ormanı yaratan veya ormanın önemini ve değerini bilenler (ormana bir bütün olarak dışarıdan bakabilenler) fark edebilir!Ormanı yakararak veya keserek yok eden de insanın kişilik katmanları arasına gizlenmiş olan bireysel çıkarcılık (bencilik) özelliği, yani kendi egosu değil mi!

Şimdi de kişilik ile ego arasındaki farkı ve benzerliği göstermek için, size bazı örnek sorular soracağım:                                                                                                                                            
İnsan karşısındakini mutlu ettiğinde onun sevindiğini görmek için mi, yoksa bu mutluluk kendi başarısı olduğu için mi haz duyar? 
İnsan Allah’a layık bir kul olabilmek için mi, yoksa cennete gitmek için mi ibadet eder?
İnsan diğerinin gereksinimi olduğu için mi, yoksa ne kadar iyi bir insan olduğunu göstermek için mi yardım eder? 
İnsan öğretmek için mi, yoksa bilgisini gözler önüne sermek için mi bilgi verir?

Yukarıdaki örnek sorulardan anlaşılacağı gibi, kişilik ile ego arasında çok ince bir çizgi bulunmaktadır. Freud’un buzdağı örneğinde suyun üstünde olarak gösterdiği kişiliği ben kendi oluşturduğumuz öz kişilik olarak ve içsel yolculuk yaparak (kişisel gelişimimizi tamamlayarak) geliştirdiğimiz öz kişiliğimizi ise gelişmiş kişilik olarak tanımladım. 

Freud’un sanal olduğu için (zihnimizde böyle fiziksel bir alan bulunmadığı için) buz dağı örneğinde göstermediği karakteri, ben kişiliğimizin (kişisel özelliklerin) oluşmasına direkt etkisi olduğu için, üçüncü kişilik boyutu olarak irdeleyeceğim...

Konunun devamını ve öncesini DOYA DOYA YAŞAMAK bağlantısını tıklayarak okuyabilirsiniz. 

25 Ağustos 2015 Salı

OLUMSUZ DUYGU DÜŞÜNCELER


İnsan bünyesinden sevgi enerjisinin geçişine engel oluşturan en büyük etken, olumsuz duygu ve düşüncelerdir. Kutsal kitaplar direkt olarak, bizim araştırmamıza yer bırakmadan hatırlatmıştır bu tür duyguları. Çünkü insanın içinde kin, nefret, kıskançlık, kibir, alınganlık, vesvese, sistematik şüphecilik, korku, hatta aşırı hayranlık ve özenme olunca, sevgi tezahür etmiyor. Hep bunları söylemeye çalışmışlar.

Olumsuz duygu ve düşüncelerin kaynağı korkudur. Bu sadece fizyolojik değil, ayrıca yaşayış düzenindeki herhangi bir değişikliğe karşı olan korkuları da kapsar. Bazı insanlar ölümden korkmaz, ama mahrum olmaktan korkar. Elbisesinin olmaması, arkadaşlarının terk etmesi, aç kalması, hor görülmesi, bulunduğu mevkiden düşmesi gibi. Başka insanların kendisi hakkındaki değerlendirmeleri çok daha önemlidir o korkuyu yaşayan insanlar için.
Bu korkular da, sevgi akışının kendi bünyemizden geçişine engeldir. Aşırı tutuculuğa, ihtiyata götürdüğü için başkalarına sevgiyi yansıtamayız. Günümüzde, herhangi bir yerde bir insanla göz göze gelmek, merhabalaşmak, hatır sormak bile bir korku haline gelmiştir. “Acaba bunun arkasından bir şey mi çıkacak?” “Benden çıkar mı umuyor?” gibi türlü düşünceler gelebiliyor. Çünkü o korkular, güvensizliği de yaratmaktadır.


Olumsuz duygu ve düşünceler objektifliği de önler. Yani gerçeği yorum katmadan göremeyiz ve anlayamayız. Sübjektif olduğumuzda bir olaya veya bir manzaraya kendi yorumlarımızı da katarız. Olayın veya manzaranın içinde olmayan bir şeyi, sırf hoşumuza gidiyor diye katarız, ekleriz. Halbuki objektiflikte yorumlara, kişisel ilavelere gerek yoktur. Ne görüyorsak o şekilde yorumlamamız gerekir. Olumsuz yorumlara girdiğimiz için, olmayan şeyler yarattığımız için de o obje veya olaylar hakkında gerçek bilgi sahibi olamıyoruz, tanıyamıyoruz. Kendimize göre bir benlik havasına giriyoruz. Kendini beğenen, kişi ve olaylara yabancı olanlar kendi ve başkası diye ayrımlar koyar. Ve sevgi de bu ayrımları kolay kolay aşamaz…


ALINTI

18 Ağustos 2015 Salı

SESSİZ İZLEYİCİ
Ben zihni gürültücü bir anlatıcıya benzetirim. Hani belgesel izlersiniz çok değişik doğa manzaralarına dalarken arkadan sürekli bir anlatıcı sizin manzarayla bütünleşmenizi engeller ya, işte ona.
Dışarı çıkarsınız hava biraz serindir. Zihniniz hemen yoruma başlar.
"Hava çok serinmiş."
Aslında hiçbir şey değişmese de, yani bu yorum olmasa da havanın serin olma gerçekliği sürse de zihin sizi koruma güdüsüyle bu yorumlamasına devam eder.
"Sıcak bir yerlere gitsen ne güzel olur. Üstüne bir şeyler giymelisin...."
Zihin dış dünyanın şartlarını değiştiremiyeceğini bildiği zaman iç dünyanıza göndereceği komutlarla sizi koruduğu yanılsamasını bir korunma mekanizması olarak kullanır.
İnsan zihni hava durumunu, gelişecek olayları kontrol edemiyeceğini gördüğünde güvensiz bir durumda kaldığı için dış dünyadaki kontrol edemiyeceği şeyleri yargılayıp, etiketleyip, kendi kabul edebileceği bir forma sokup kontrol etmeye çalışır.
Böylece biz dışarıdaki nesne veya olayın gerçekliğinden çok, kendi bakış açımızdaki haliyle uğraşırız.
Yani aslında zihin, bizim gerçeklerle başedebilme aracımız olarak çalışan bir emir eri.
Ve biz zavallı zihnimize sürekli emirler vererek ondan çok şey bekleriz.
"Herşeyin yolunda gitmesini istiyorum. Herkesin benden hoşlanmasını ve beni kabullenmesini istiyorum. Kimse benimle tartışmasın. Yaptığım her konuşma doğru şekilde anlaşılsın. Hiç bir şeyin bana zarar vermesini istemiyorum...."
Liste uzar gider. Bizim sevgili hizmetkarımız olan zihin, emirleri yerine getirmek için sürekli uğraşır. Fakat bu kadar yoğun isteğin karşılanması hiç de olası olmadığı için zihnin gevezeliği gittikçe artar, çıkmazlara sürüklenir. Zihnin kaosunda kalan bizler de gerçeklerle başedemediğimizden ötürü içsel çatışmalar yaşamaya başlarız.
Şunu tekrar tekrar hatırlatmak gerekiyor.
SİZ ZİHNİNİZDEKİ DÜŞÜNCELER DEĞİLSİNİZ. SİZ ZİHNİ SESSİZCE SEYREDENSİNİZ.
Yapılması gereken sessiz olmak. Zihni susturmak zorunda değilsiniz. Biliyoruz ki zihni susturmaya çalışmak, Don Kişot'un yeldeğirmenleriyle savaşmak gibidir. Ayrıca siz susturmaya çalıştıkça sesi azalacağına daha da artar. Siz zihin değilsiniz, bu gürültücüyü sessizlik ve huzur içinde gözleyensiniz.
Bu esasın farkındalığına geçtiğinizde yaşam her zaman aynı olsa da yaşamı yorumlamanız tamamen değişir.
Tüm yaşamın sürekli şekil değiştiren bir geçit töreni olduğunu görmeye başlarsınız. En önemlisi de değişen formların hiçbirine bağlanmadan geçip gitmelerine izin vermeyi deneyimlersiniz. İlla ki her olanı kendimize uydurmaya çalışmadan sadece oldukları gibi kabul ederek, herşeyi olduğu gibi.
Bu alana geçip yaşamaya başladığınızda hayatınızdaki herşeyin tam zamanında ve en doğru şekilde oluştuğunu görmeye başlarsınız. Siz ne kadar teslimiyet içinde ve direnmeden yaşarsanız, hayat o kadar nazik ve kolay hale gelir.
Bu dirençsizlik sizi yaşamın akışına uyumlu bir hale getirir. Yaşamın dingin sularında çabasızca akışla bütünleşirsiniz.
Karşımıza çıkan her sorunun kaynağına indiğinizde ve bu sorunlarla yüzleştiğinizde içsel blokajların teker teker ortada kalktığını farkedersiniz.
Korkularınızı ciddiye almayıp üstlerine doğru yürüdüğünüzde, ortadan kaybolduklarını görüyorsunuz.
Yaşama karşı kendinizi kaparken, hayata tüm açıklığınızla karıştığınızı görüyorsunuz.
Spiritüel yaşam hayattan kopuk bir yaşam değil, tam tersi hayatı tam anlamıyla onurlandırararak yaşama şeklidir.
Bu tip yaşama geçtğinizde yaşamla ilgili şablonlar yokolur. Hayatın nasıl olması gerekliliği önemini yitirir ve yaşamın getirdikleri her mucizesiyle ve coşkuyla karşılanır. Yaşamın müziğiyle muhteşem bir uyumla dansetmeye başlarsınız.
Bu düzlemde artık zihnin dış gerçekliği kontrol etmek için gösterdiği çabalar ortadan kalkar ve zihin, sadece yeni güzellikler yaratmak için kullanılır.
Kendinizin farkındalıklı bir bilinç olduğunuzu ve gücünüzü bilin.
"Ben Ben'im"
Aslında bulunduğunuz alanda korkuya yer yok.
Bu düzlemde problemler yok. Herşey doğallığıyla kendiliğinden çözülüyor.
Bulunduğunuz alanda olan şey sadece sevgi.
Zihin kaosundaki belirsizlik ve korku mu? yoksa saf sevgi mi? kararınızı verin.
Sevgiyle kalın
Erkan Sarıyıldız

31 Temmuz 2015 Cuma

Bilinçaltı temizliğinin 5 yolu

AA9G7hd[1]
Değişim Uzmanı Mehmet Başkak’a göre otomatik hale gelmiş davranış kalıplarından kurtulmak her zaman mümkün. Otomatik hale gelmiş davranış kalıplarından kurtulmak ve bilinçaltınızı olumsuz düşüncelerden temizlemek için işte size 5 ipucu…
1- Yaşam kalitenizi bozan hakim düşünce kalıplarınızdan, öncelikli olarak kurtulmak istediğiniz düşüncelere samimiyetle odaklanarak, bilinçaltı çekirdek inançlarınızı tespit edin. Çok yemek yeme, spora gitmek istememe ya da hep aynı tarz ilişki yaşamaya yönelik düşünce ve davranış kalıplarınız olabilir. Nerede kendi kendini sabote etme kalıbı varsa, bu bilinçaltının duruma müdahil olduğunu gösterir. Düşünce kalıplarınızı tanımlayarak, bu bilinçaltı inançları bilinçli bir şekilde gözlemleme ve değiştirebilmek için yüzeye çıkarma imkanına sahip olursunuz.
2- Her davranış bir amaca yöneliktir. Düşünce kalıbınızda var olduğunu düşündüğünüz amaç ya da pozitif niyeti tespit edin. Bu inanç hangi amaç ya da pozitif niyete hizmet ediyor (etti)? Mesela aşırı yemenin arkasındaki pozitif niyet rahatlama, kontrol etme, keyif alma, stres atma ya da yemeğin size eşlik etmesi inancı olabilir.
3-Duygular bilinçaltı beyninizin temel dili olduğu için, düşünce kalıplarınızı bilinç düzeyine çıkardığınızda, orada birikmiş olan duygu enerjisini ifade imkanınız olur. Duygular sizi geçmiş tecrübelerinize ve düşünce kalıplarınıza bağlayan yapıştırıcı gibidirler. Değiştirmek istediğiniz davranış kalıbını yapmadığınızda rahatsızlık duygularını zihninizde oluşturduğunuz bir balona üfleyin ve o duyguları balonun üzerine yazarak, hayalinizdeki o balonu patlatın. O davranışı yapınca hissettiğiniz olumlu duyguları da tespit edin, rahatlama, tatmin duygusu, mutluluk hissi olabilir. Bu inançlarla ilgili olduğunu fark ettiğiniz her duyguyu hissedin ve açığa çıkarın.
4-Şu anki hayatınız ve imkanlarınızı düşünerek size rahatlama, tatmin duygusu ve mutluluk hissi yaşatacak, bu pozitif niyeti besleyecek alternatif yollar, davranışlar belirleyin. Eğer bilinçaltınızdaki pozitif niyeti tatmin edecek yeni bir şey bulmazsanız, beyniniz hemen eski düşünme kalıbınızı devreye sokacaktır. Buna engel olmak için, mutlaka o pozitif amacı besleyecek yeni meşguliyetler belirlemeli ve uygulamalısınız, Zorlandığınızda otohipnoz yapmayı öğrenin, arkadaşlarınızla daha çok vakit geçirin, biraz danışmanlık alın ya da başka haz ve ödül kaynakları bulun.
5- Hayatınızın bu alanına yönelik daha sağlıklı düşünceler, oto telkinler belirleyin ve onları zihninizde tekrarlayın, sık sık mırıldanın. Mesela, çok yeme eğiliminiz varsa, kendinize şunları söyleyebilirsiniz: İdeal bedenimin ihtiyacı kadar yer ve mutlu olurum. Az yiyip tam doymadan kalkıyorum ve kendimi hafif hissediyorum. Kendimi seviyor ve ihtiyacım kadar besleniyorum.

14 Temmuz 2015 Salı

TANRI'NIN MAHKEMESİ
"Bir adam ölmüş ve öbür dünyada yargılanmak üzere sırasını bekliyormuş. Sıra kendisine gelip mahkeme salonuna girdiğinde bir de ne görsün? Yargıç kürsüsünde bir insan oturuyor. Tanık sandalyesinde ise Tanrı yerini almış. Adam şaşkın, “Aman Tanrım, bu nasıl oluyor? Beni senin yargılayacağını sanmıştım. Oysa orada hakim olarak bir insan oturuyor.” Tanrı gülümsemiş, “Ben hiçbir zaman sizi yargılamadım. Sonsuz sevgimle, ne yapmayı seçtiyseniz, sizi seçiminizde özgür bıraktım. Bana yargılamak değil, sevmek yakışır. Çünkü ben saf sevgiyim. Sizi kendimden yarattığım için sizi yargılamak kendimi yargılamak olur. Ayrıca benim yargılamama ne gerek var ki? Her şeyi bilen ben sadece burada tanıklık ediyorum. Dünyada olduğu gibi burada da insanlar tarafından yargılanıyorsunuz. Birazdan salonu hayattayken, senin zarar verdiğin, hoşgörülü davranmadığın, yargıladığın, kalplerini kırdığın insanlar dolduracak. Onlara kendini affettirmeye çalış. Onlar seni affederse ne ala. Çünkü cennetin yolu onların affından geçiyor.” demiş. Adam merakla sormuş: “Peki ya affetmezlerse ne olacak? ”Tanrı yine sevgiyle gülümsemiş, “Ben cenneti de, cehennemi de yeryüzünde yarattım. Seni tekrar yeryüzüne göndereceğim. Orada öyle bir yaşam süreceksin ki, tüm yaptığın kötülükler, verdiğin zararlar sana aynen yaşatılacak. Yani ettiğini bulacaksın. Ama bunun amacı sana ceza vermek değil. Sadece o insanların hissettiklerini bizzat yaşayıp anlaman, yaptığın kötülüklerin bilincine varman. İşte o zaman sen kendini affetmiş olacaksın.” Adam bir süre düşünmüş, “Peki, cennet nasıl bir yer?” diye sormuş Tanrı’ya. “Cennet, bir yer değil, bir bilinç düzeyidir evladım. Dünyada mutlu, huzur ve sevgi dolu, insanlara destek olmaktan haz duyan, yarattığım canlı ve cansız her varlığa saygı göstermeyi bilen insanlar var ya, işte onlar, dünyada cenneti yeniden yaratmaları için geri gönderdiğim cennetliklerdir. Cennet de dünyadan başka yerde değil.” demiş Tanrı. “Ama kutsal kitap bana öyle öğretmedi.” diye karşı çıkmış adam. “Kutsal olan tek şey yaşamdır. Ben o kitapları kutsal kılmadım. Siz kıldınız. Her şeye sevgi ile bakmasını bilerek yaşayan insan, en büyük ibadeti yapandır.” demiş Tanrı. “Peki dünyaya döndüğümde doğru yola görmemde yardımcı olacak mısın?” diye sormuş adam. “Ben bunun için siz insanların içine “vicdan” denen bir pusula koydum. Eğer bu pusulanın etrafına ördüğünüz kalın bencillik duvarlarını yıkarsanız, vicdanınızın yani benim sesimi kolaylıkla işitebilirsiniz.” “Peki biz insanlara ne kadar yakında bulunuyorsun?” diye sormuş adam. “Hem size şah damarınızdan daha yakınım, hem de düşman olduğunuz kadar sizden uzağım.” demiş Tanrı. “Çünkü düşmanlarınız da Ben’im. Siz de Ben’im.” “Yani mahkeme salonunda insanlara hiç mi hesap sormuyorsun Tanrı’m?” “Sadece iki sorum oluyor tüm insanlara.” diye gülmüş tanrı. “Dünya okulunda ne kadar sevmeyi öğrendiniz? Ne kadar bilgi kazandınız?"

HAYATIN TADINA VARMAK İÇİN ... !

Hayat dermiş ki; Sevdiğin insanda arayacağın ilk şey iyi niyet olmalıdır. O yoksa başka özelliklerinin anlamı kalmayacaktır Hayat dermiş ki; Dost dediğin sadece kötü gününde yanında olan değildir, aynı zamanda sevincine de en az senin kadar sevinebilendir Hayat dermiş ki; Başarmak için sıradan olandan ayrılmak zorundasın. Bırak insanların karşı duruşunu, doğru bildiğine sarıl ısrarla Hayat dermiş ki; Daha önce görmediğin biriyle karşılaştığında ilk dakikalara dikkat et. O insanın pozitif yada negatif enerji veren biri olduğunu anlayacaksın Hayat dermiş ki; Yaptığın seçimlerden dolayı başın derde girerse eğer, ilk suçlaman gereken kişi sensin. Sızlanmak ve başkalarını suçlamak yerine, hatanı bulmaya çalış Hayat dermiş ki; Bir yıkımla karşılaştığında yas tutma. O yıkımı, ne yap et öğretmenin haline getir Hayat dermiş ki; Hayvan sevmeyen insanlardan uzak dur. Doğal ve güzel olanı sevemez onlar çünkü. Hayat dermiş ki; İnsanlara kendini defalarca anlatmak zorunda kalma. Ya oradan ayrıl yada bildiğini oku Hayat dermiş ki; Hedeflerin konusunda kararlı ol. Engelleri düşünme. Ya bir yol bul,ya bir yol aç. Hayat dermiş ki; İçgüdülerinin sesine çok iyi kulak ver. Unutma ki, onca hayvan türü onlar sayesinde varlığını sürdürüyor milyonlarca yıldan beri Hayat dermiş ki; Kendini saygın bir birey haline getir. Aksi taktirde, boşuna beklersin başkalarının sana saygı duymasını Hayat dermiş ki; Başına bir şey geldiğinde, neden başkalarının değil de benim başıma geldi bu iş diye sızlanma, durduğun yere bak..

9 Nisan 2015 Perşembe


Varlık, Zihin….




Beden doğal bir tepki verdiği zaman, buna İÇGÜDÜ denir…
Ruh doğal bir tepki verdiği zaman, buna SEZGİ… denir.
Bunlar birbirine benzer, ancak çok farklıdır.
İçgüdü bedene aittir ve kabadır.
Sezgi ise ruha aittir ve incedir.
**************
İkisinin arasında ise uzman olan ZİHİN bulunur..
Ve zihin asla doğal tepki vermez. Zihin, BİLGİ demektir. Bilgi doğal olamaz…

**************
İçgüdü akıldan daha derindedir.
Sezgi ise akıldan daha üsttedir.
İkisi de aklın ötesindedir. Ve ikisi de iyidir…
**************
Sezgi VAROLUŞÇU dur, içgüdü ise DOĞAL…
AKIL, karanlıkta yol bulmaya çalışmak gibidir…
Aklın ötesine ne kadar hızlı geçersen o kadar iyi olur.
Ötesinde hiçbir şey olmadığını düşünenler için akıl bir duvar oluşturabilir.
Akıl ötesinde bir şey olduğunu anlayanlar için ise çok güzel bir geçiş yolu olabilir..
BİLİM akılda durmuştur.

O yüzden benlik hakkında hiçbir şey ortaya koyamamaktadır.
**************
Sezginin uyanık olmadığı bir akıl,
dünyanın en tehlikeli şeylerinden biridir.
**************
Ve sen aklın tehlikeleri altında yaşıyorsun.
Çünkü, akıl bilime çok büyük bir güç vermiştir.
Ancak bu güç çocukların elindedir, bilge insanların elinde değil.
**************
Sezgi, bir insanı bilge yapar.
**************
Buna aydınlanma de, uyanma de, ne dersen de,
bunlar sadece bilgelik için verilmiş olan isimlerdir.
Ancak bilgeliğin ellerinde olduğu zaman akıl,
güzel bir uşak olarak kullanılabilir…

ZEKA, görme ve kavrama kapasitesidir.
Kendi hayatını, doğana uygun yaşamaktır… Zeka budur.
**************
Peki ya APTALLIK nedir?
Başkalarını takip etmek. Başkalarını taklit etmek.
Başkalarına itaat etmek. Onların gözleriyle görmek.
Onların bilgisini, kendi bilgin gibi görmek… Aptallık budur…
**************
Varlık tektir..
Dünya çokludur…
Bu ikisinin arasında ise, BÖLÜNMÜŞ ZİHİN bulunur.
İkilemde kalmış bir zihin…

Tıpkı büyük bir meşe ağacı gibi;
gövdesi tektir, ama sonra iki ana dala ayrılır, ilk çatallanma.
Buradan binlerce farklı çatallanmalara gider ve dallar ortaya çıkar…
VARLIK, tıpkı ağacın gövdesi gibidir.
Tektir, bütündür.
ZİHİN, ağacın ikiye ayrıldığı ilk çatallanmadır.
Orada ikileşir…Diyalektik ortaya çıkar..
Tez ve anti-tez…
Kadın ve Erkek…
Yin ve Yang…
Gündüz ve Gece…
Allah ve Şeytan…
Yoga ve Zen…

Bütün bu dünyevi ikilikler,
aslında zihinde oluşmuş ikiliklerdir.
Bu ikiliğin altında ise varlığın tekliği bulunur.
Eğer bu ikiliğin altına ulaşabilirsen, o tekliği bulursun…
“Mantığın Ötesini Bilmek (Bhagwan Shree Rajneesh)”

26 Şubat 2015 Perşembe

Cesaret güçlüklerle başa çıkma gücüdür. Aklınızdan gelir ve dış koşullardan daha güçlüdür. Problemlerinizden daha büyük olduğunuzu fark ettiğinizde, her şeyi yenecek cesareti kazanırsınız. Önünüzdeki engeller sizin büyük ya da küçük olmanıza göre büyür ya da küçülür. Cesaret hayal edilenin karşısında durma kapasitesidir. Size gerçeğin üzerinde yükselme yeteneği verir.
Siz problemlerinizin herhangi birinden çok daha önemlisiniz.
Laura Rooney
Kıskançlık; basit bir gerçeği görememektir. Sana kendini başkalarından aşağı veya başkalarından üstün bir yere koyman öğretildi. Ve sen neredeyse; bu olan bitene bilinçsiz hale geldin ve sürekli olarak insanları üstün, aşağılık; iyi, kötü; doğru, yanlış olarak yargıladın. Yargılama. Herkes sadece kendisidir. Herkesi olduğu gibi kabul et. Ama bu durum; yalnızca sen kendini olduğun gibi, utanmadan, değersizlik hissi olmadan kabul edersen mümkündür. Kıyas ile her iki yönden de çok uzaklara gitmiş olursun. Birinci yön senden üstün olan insanların bitmeyen sırası; diğeri ise senden aşağıda olan insanların sırasıdır. Ve sen; ikisi arasındasındır. Senin; kendini anlayacak zamanın yok. Sen; önündeki insanın yerini almak için sürekli bir mücadele içindesin ve aynı zamanda arkandaki insanı da itmektesin. Rekabeti bırak, kıskançlığı bırak. Bu durum tamamen anlamsızdır. Bu yüzden asla kendin olamıyorsun.
Osho

11 Şubat 2015 Çarşamba

Geç Kalmayın



Victor Hugo’nun muhteşem bir sözü vardır : ”Yollar gitmek için gidilir varmak için değil. ”
Eğer çıktığınız yolda amacınız varmak ise yoldaki portakal bahçelerini göremezsiniz. Yola çıkıştaki amaç bir yere ulaşmaksa o yol daima eziyet olur sizlere. Ve o yolun bıraktığı sadece kaybedilmiş bir zaman dilimidir zihinlerinizde.
Tıpkı meslek kazanmak için gençliği heba etmek gibi. Tıpkı ailesini güzel yaşatabilmek için çabalayan ve bu çabasını öfkeyle dışa vuran bir baba gibi. Anı yakalayamayan bir insanın pişmanlıkları tükenmeyecektir. Planlar eğer gününüzü yaşamanıza mani ise faydalı değillerdir.
Ve unutmayın ki yarın için endişelenip kahrolmak sadece bu günün gücünü tüketir,yarınlar için hiçbir şey katmazlar.
O yüzden geç kalmayın hayata ve yolda seyretmeyi unutmayın kıymetli insanları,sizi bağlayan bu hayata.
”Gündem Psikoloji”

Kalp kırıklığı acısını çekenler okusun lütfen



Farkında olmadan geldik hayata, farkında olmadan üzülebiliyoruz, farkında olmadan kırılıyor kalplerimiz..
Bazen aşk acısı çekiyoruz, bazen sevdiğini paylaşamama acısı, karşılıksız sevme acısı, Çok yakınına kırılma acısı..
Gülmek tek çeşit, fakat üzülmenin çeşidi çok fazla..
Üzüntünün insan vücuduna biyolojik olarak hiç bir faydası yoktur. Aksine sürekli hüzünlü olma durumu, tüm hastalıkların tetikleyicisi durumundadır. Üzüntü hali ile biyolojik ve psikolojik bir çok hastalığa yakalanabiliriz. Ayrıca bu hastalıkların hasarları çok kalıcı olabilir.
Kalp kırılması, bildiğiniz üzere üzüntünün baş tetikleticisi durumundadır. En çaresiz olduğu zaman ise, kalbini üst üste kıran birini hala koşulsuz sevmek ve her zaman acı çekmektir.
Kalp kırılmasını bu örnek üzerinden değerlendirecek olursak, bununda çözümü vardır. Kalpten sevginin,kırgınlığın komple söküp atılması imkansızdır. Ama çekilen acı çeşitli tekniklerle hafifletilebilir, hatta yok edilebilir.
Çok seven kalp, çok kırılır. Çünkü sevdiğinden çok şey bekler.. Sevgisine karşılık hep gülümsemek ister.. Bu beklenti çok normaldir. Burada sorun sizde değil, sevdiğiniz ve beklenti kurduğunuz kişidedir.
***
Öncelikle kendinize, “Bu dünyada ki en değerli şey benim!” mantığını yüklemeniz gerekmekte. Bu dünyanın en değerli varlığı sizsiniz,başka kimse değil!
Sessiz biz ortama geçin, kendinizi gevşetin..
Şimdi kendinize bu mantığı yükleyin. Unutmayın, en önemli kişi,sizsiniz.
Şimdi duygusuz biri olun! Sizin duygunuz yok,bir hakem pozisyonuna geçin..
Gözlerinizi kapayın, onu seven biri olarak değil de, en önemli kişi ve hakem olarak o kişinin sizin kalbinize karşı yaptığı acımasız davranışları tarafsız biçimde tartarak gözden geçirin..
Bu sırada içiniz sızlıyorsa tekrar deneyin. İçiniz sızlamayacak! Sadece onun dünyanın en önemli kişisinin kalbine yaptığı acımasızlıkları irdeleyeceksiniz.
Bu aşamada o kişiye karşı kalbiniz değil de mantığınız konuşmaya başlayacaktır. Duygusuz değilsiniz, hafif sızlama hissedeceksiniz ama unutmayın şu an siz seven değil, bir hakemsiniz!
“Kendi kendine konuşanlara deli derler” demiş eskiler. Onlar halt etmişler! Şimdi sessizce hakemliğe bürünüp kalbinize laf anlatmaya çalışın.. “O sana böyle böyle yapıyor, sen ona nasıl kalbini verebilirsin ki? Şu şu olayda yaptığını hatırlasana,hayatını mahvetmesine neden izin veriyorsun ki,Bak, sen kırıldın diye göz ağlıyor, moralin bozuluyor. Gözün ağlamaktan yoruldu, 2 gün daha ağlarsın geçer zamanla unutup gideceksin!” gibi..
Bu aşamadan sonra vücudunuzda bir rahatlama hissedeceksiniz.. Dünyanın en önemli kişisi gevşiyor! Dünyanın en önemli kişisi sensin!
Gözlerinizi sakın açmayın! Siz daha doğmadınız ki. Gözlerinizi açtığınızda yepyeni bi hayata doğacaksınız.. Dünyanın en önemli kişisi, hakemiyle birlikte kendini parçalamayacak,üzülmeyecek ağlamayacak.
Gözlerinizi açın..
Aynanın önüne gelip gözlerinizin içine bakın.. Konuşun gözlerinizle.. “Çok güzel gözlerim var dünyanın en önemli kişisi benim. O gözler daha kimleri sevecek, kimlere bakacak. hayata bir kere geliyorum, bu acı değer mi” gibi.
Bu aşamadan sonra, eğlenceli bir müzik dinleyin, komedi dolu bir film izleyin, size ferahlık verecek biz gezide bulunun.. Bunların hepsini detayla inceleyin.. “hayatın ne güzel yönleri varmış,hep acı değilmiş ki!”deyin kendinize.. Gülümseyin, kahkaha atın, komşunun bahçesindeki ağaçtan elma çalın, ağzınıza bulaştıra bulaştıra çikolata yiyin.. Hayat budur, hayat acı değildir,hüzün değildir!
Ey dünyanın en önemli kişisi.. Gülümse artık  :))))
alıntı….

7 Ocak 2015 Çarşamba

Bu akşam yemeğini hazırlamak için, dünün çöp tenekesinin içinde malzeme arar mıydınız? Öyleyse yarının deneyimlerini yaratmak için dünün zihinsel çöp tenekesini karıştırmak niye? Geçmişte sizi üzen, yaralayan, kızdıran, hasta eden ne varsa bırakın gitsin. O düşünce veya inanç artık size hizmet etmiyorsa bırakın gitsin. Louise Hay


Bu akşam yemeğini hazırlamak için, dünün çöp tenekesinin içinde malzeme arar mıydınız?
Öyleyse yarının deneyimlerini yaratmak için dünün zihinsel çöp tenekesini karıştırmak niye?
Geçmişte sizi üzen, yaralayan, kızdıran, hasta eden ne varsa bırakın gitsin. O düşünce veya inanç artık size hizmet etmiyorsa bırakın gitsin.
Louise Hay

Farkındalığınızı Artıracak 5 Kişisel Gelişim Kitabı Bir Ömür Nasıl Yaşanır? – İlber Ortaylı “Kendimi geliştirmek istiyoru...