25 Kasım 2013 Pazartesi

BEYNİMİZİ GÜZELLEŞTİRELİM!



Cildimize, saçlarımıza, kilomuza çok özen gösteriyoruz.
Peki ya beynimize?
Bu sorunun yanıtı çoğu kişi için ”hayır!”
Oysa kişiliğimizi ve davranışlarımızı belirleyen bu çok önemli organ, gerçek güzelliğin de kaynağı.
Enerji ve zekâyla parlayan gözlere sahip, olumlu düşünen, yaratıcı fikirleri hayata geçirebilen bir insanın güzelliği nasıl da farklı olur, değil mi?
Çünkü bizi biz yapan ve ışıltımızı veren beynimizdir!
Bu yazımda size, beyninizin bakımı ve güzelleşmesi için bazı ipuçları vereceğim.
Bu ipuçlarını yakalar ve bırakmazsanız, bir süre sonra çok farklı bir ‘’siz” olacağınıza emin olabilirsiniz!
• İyi beslenin!
Beyniniz, vücut ağırlığınızın sadece %2’sini oluşturan ama vücuda giren enerjinin % 20’sini tüketen bir organ. Yani çok miktarda enerjiye ihtiyaç duyuyor! Onu, ihtiyacı olan kaloriden yoksun bırakmak, çalışma veriminin düşmesi demek. Bu da, odaklanma güçlüğünden baş ağrısına, gerginlikten başarısız zihinsel performansa uzanan bir dizi ciddi soruna yol açıyor. Çılgın diyetler veya kontrolsüz aşırı kalori tüketimi, beyin dokusuna büyük zarar veriyor. Yeterli ve dengeli beslenme, beyin sağlığı için çok önemli. Balık yiyerek veya besin desteği olarak alınan Omega-3 yağları, beynin sağlıklı çalışmasına büyük katkı sağlıyor.
• Toksik maddelerden uzak durun!
Alkol, sigara ve uyuşturucu kullanımı, çok hassas olan beyin hücrelerini öldürüyor. Bu maddelerin hepsi, beyin dokusunu bozan bazı toksinler içeriyor. Araştırmalar, ağır sigara tüketiminin, bunamayı % 172 oranında arttırdığını ortaya koyuyor. Gereksiz yere çok sık kullanılan antidepresan ilaçlar da beyin kimyasına zararlı. Beyninizi bu zehirli ajanlardan korumazsanız, sağlıklı bir beyne sahip olmanız çok güç olacaktır!
• İyi uyuyun!
Uyku, beynin ve bedenin kendisini onarma ve yenileme sürecidir. Bu süreç iyi değerlendirilmezse, zihinsel ve bedensel yaşlanma hızlanır. Hafıza ve odaklanma sorunları artar. Duygu yönetimi güçleşir. Uykusuzluğa yol açabilecek pek çok neden vardır. Bunların saptanması ve düzeltilmesi için, mutlaka çözüm arayın!
• Ruh sağlığınızı koruyun!
Endişe, stres ve depresyon, beyin kimyasını bozar. O nedenle, çok fazla ilerlemeden ve yan etkisi fazla ilaçlara başvurmadan, bu sorunlarla doğal yoldan başa çıkmanın yollarını araştırın. Kendinizi geliştirmenize yardımcı olacak ruhsal gelişim programları, meditasyon, akupunktur gibi bir çok seçenek, yan etki yapmaksızın, beyin sağlığınızı ve hayat kalitenizi yükseltecektir.
• Hareket edin!
Egzersizin, beyin dolaşımını arttırmak yoluyla onun daha iyi beslenmesine yardımcı olduğunu biliyoruz. Araştırmalar, düzenli egzersiz yapan insanların, beyinlerindeki hafıza merkezinin çok hızla gelişmeye başladığını gösteriyor. Fiziksel aktiviteyi, hayatınızın ayrılmaz bir parçası haline getirin! Ne kadar çok hareket ederseniz, o kadar sağlıklı bir beyine sahip olacaksınız.
• Yeni bilgiler öğrenin!
Beyniniz, hayatla başa çıkmada en önemli dayanağınız. Doğru şekilde yaşamanızı sağlayabilmesi için de, bilgiye ihtiyacı var. Ona yeni bilgiler kazandırın. Bol bol okuyun. Hobiler edinin! Yapıcı her aktivite, beyninizin yeni düşünce kanalları açarak daha hızlı çalışmasına yardımcı olacak ve yıkıcı düşüncelerle dolmasının önüne geçecektir. Hafızanızın da giderek güçlendiğini fark edeceksiniz. Okuma, beynin egzersiz programıdır.
• Sağlığınıza dikkat edin!
Beyniniz, bedeninizin bir parçası. Vücudunuzda yolunda gitmeyen her şey, yüksek tansiyondan, astıma, vitamin ve mineral eksikliklerinden hormonal sorunlara kadar her tür hastalığın beyninizi etkileyeceğini aklınızdan çıkarmayın! Kolesterol düzeylerine özen gösterin. İyi kolesterolün yüksek olması, beyni bunamaya karşı korur.
• Başınızı koruyun!
Başın travmaya uğraması, yani fiziksel sarsıntı geçirmesi veya yaralanması, beyinde ve hafızada kalıcı hasara yol açabilir. Bu nedenle, araba kullanırken kemer, bisiklet veya motorsiklet kullanırken kask giymek zorunludur. Kafanızı sarsıntı ve kazalardan koruyun, dikkatli olun!
Beynimiz, esnek bir organ ve bu özelliğine ”nöroplastisite” adı veriliyor.
Beyin her zaman yeni şeyler öğrenmeye ve gelişmeye açık.
Üstelik her yaşta bu mümkün!
Ona iyi bakın!
Doç. Dr. Şafak Nakajima

23 Kasım 2013 Cumartesi

Doç. Dr. Şafak Nakajima ÖLÜM VE MATEM ÜZERİNE…



Yoksul bir kadının, bin bir güçlükle büyüttüğü biricik evladı hastalanıp ölür.
Kadıncağız bu ölümü kabullenemez. İsyan eder.
Gözyaşları sel olur, ağıtları yürek parçalar.
Yakınındaki herkes çok üzgündür ama ellerinden bir şey gelmez.
Bir komşusu kadına, köyün yaşlı bilgesine danışmasını söyler.
Kadın, bilgenin kapısını çalar ve ondan, evladını hayata döndürecek bir çare, bir ilaç ister.
Yaşlı adam, ona yardım edebileceğini ama gereken ilacı yapmak için bir şartın olduğunu söyler.
Kederli kadına, tahta bir kâse verir ve ona:
”İlacı yapabilmem için, bu kâseyi, hiçbir yakını ölmemiş, hiç kimsesini kaybetmemiş bir ailenin evinden alacağın pirinçle doldurup bana getir!” der.
Kadın, umutlu bir telaşla ilk kapıyı çalar. Evin sahibi:
-Keşke sana yardım edebilsem, ama geçen yıl babam öldü, der.
İkinci kapının arkasındaki matemli ses, kocasını bir hafta önce toprağa verdiğini anlatır.
Kiminin dedesi ölmüştür, kiminin annesi. Evladını yitirenler de vardır aralarında, ağabeylerini, kardeşlerini de.
Kadın, eli boş, yaşlı adamın evine geri döner…
Yaşlı adam, kadına şunları söyler:
-Kederin çok büyük, bu acıyı yaşayacaksın! Ama gördün ki, ölüm, hayatın bir gerçeği. Ondan ve onun mateminden kaçmanın bir yolu yok. Şimdi evine dön ve bu gerçeğin, metanetle içine sinmesine izin ver!
………
Hayatın geçici ve ölümün biz de dâhil, herkes için kaçılmaz olduğunu bildiğimizi zannederiz.
Zannederiz diyorum; çünkü bu gerçeği hakikaten biliyor olsaydık, sevdiklerimizle buluşmayı bu kadar çok ertelemez, onlarla geçirdiğimiz anları, kavga ve gürültü ya da kayıtsızlıkla ziyan etmezdik.
O görüşmenin, belki de son görüşmemiz olacağı gerçeğiyle hareket eder ve birbirimize özenle yaklaşırdık.
Onlarla sevgimizi cömertçe paylaşır, ellerini bir an olsun bırakamazdık.
Pişmanlıklara yer kalmazdı hayatta!
Oysa hepimiz, ölüm yokmuş gibi yaşıyoruz.
Sevdiklerimizi mutlaka bir kez daha göreceğimizi, yapmak isteyip de tembellik edip yapmadıklarımızı bir gün gelip yapacağımızı zannederek, düşünmeden ve özensizce akıp gidiyoruz hayatın içinden…
Ölüm, böylesine bilincimiz dışında tuttuğumuz bir gerçek olduğu içindir ki, onun karşısında çok büyük bir şok yaşıyor, inanamıyor ve acısıyla başa çıkamıyoruz.
Bugün sizleri, ölüm ve matem üzerine düşünmeye davet edeceğim.
Bunu biraz, yaşamın ve sevdiklerinizin değerinin farkına daha çok varmanız için, biraz da, belki halen yaşadığınız veya gelecekte yaşayabileceğiniz matem süreçlerini anlamanız ve anlamlandırabilmeniz için yapacağım.
Yazı, her tür dini inanç veya inançsızlık çizgisinde, tüm insanlara yönelik yazılmıştır ve ölüm olgusuyla daha anlamlı ve sağlıklı başa çıkmanın yollarını anlatmaktadır.
Umarım, bu bilgiler, yakın zamanda hiç birimize gerekli olmaz!
Matemi Anlamak:
Ölüm, çok güçlü bir sarsıntıdır ve insanın içinde muazzam bir anafor yaratır. Anaforun diğer adı girdaptır. Girdap, suyun hızla dairevi bir döngüye girip ortasında bir boşluk bırakması ve bu boşluğa düşen her şeyi, hızla en dibe çekmesidir.
Ölümü izleyen ilk birkaç gün içinde, yitirilen insan, hayatın merkezindedir.
Ama bir süre sonra, kendi acımız o girdabın göbeğini oluşturur ve bize ait her şeyi dibe çekmeye başlar.
Neşe, sevinç, coşku, hayata dair umut, bedensel güç, iştah, uyku, kısaca her şey, artık girdabın insafına terk edilmiştir.
Oradan hiç çıkılamazmış gibi gelir insana.
Bu girdaba kapılma ve sonra da çıkma şiddeti ve süresi kişiden kişiye değişir.
Kimi insan birkaç günde günlük hayatına dönebilirken, bazıları için bu süre, aylar ve hatta yıllarla ölçülür.
Kuşkusuz, yitirilen insanın yakınlık derecesi, o insanın hayatımızda oynadığı rol, ölümden sonra değişen yaşam koşulları, ölenin yaşı ve ölüm biçimi de bu süreci belirlemede önemli rol oynar.
Kaza, cinayet ve intihar, ölüm acısının yanı sıra, ölüm biçimi nedeniyle de yakınlara büyük şok ve travma yaşatır.
Araştırmalar, yakınlarını kaybedenlerin %33 ile 50’sinin, birkaç hafta içinde günlük hayata geri dönebilecek duruma geldiklerini gösteriyor.
Yaklaşık % 10’luk bir kesim ise, bir yıldan daha uzun süreyle derin matem yaşamaya devam ediyor.
Ölüm Karşısında Ne Yapabiliriz?
Kaybımızın ardından yapabileceğimiz bazı şeyler, bu matem sürecini daha sağlıklı ve anlamlı geçirmemize yardımcı olabilir.
Yazının girişindeki öykü, çok evrensel bir gerçekliğe işaret ederken, aslında ölüm karşısında ilk yapmamız gereken şeyin ne olduğunu da bize göstermektedir:
1. Kaçınılmaz olanı kabul etmek!
Bu elbette, söylenmesi kolay ve yapması en zor şeydir ama aynı zamanda, ölümü metanetle karşılamanın ve öleni onurla yad etmenin tek yoludur. Ölüm evrensel bir gerçektir ve hiç kimse için, ondan kaçmanın bir yolu yoktur. Bu acıyı yaşama sırası, bu kez bizdedir yalnızca!
2. Duyguların farkına varmak!
Duyguları ne bastırmak, ne de ölümün hak ettiği sessizliğe gölge düşürecek biçimde abartılı biçimde ortaya koymak gerekir. Ağlamak çok doğaldır. Etrafımızdakilerin bunu engelleme çabalarını nazik bir biçimde geri çevirme hakkına sahibiz. Olduğumuzdan daha fazla güçlü görünmek zorunda değiliz.
3. Desteği reddetmemek, gerektiğinde talep etmek!
Günlük yorucu sorumluluklarımızı, bir süre için omzumuzdan almak isteyenlerin samimi önerilerini kabul etmeli, gerekiyorsa yakınlarımızdan yardım talep edebilmeliyiz.
4. Günlük sorumluluklarımızı yerine getirmek!
Öz bakımımızdan (yemek, vücut bakımı, uyku), etrafımızda bize ihtiyacı olan insanlara olan sorumluluklarımıza kadar her alanda, yapmamız gerekenleri yapmaya en kısa sürede başlamak, acımızın yıkıcı bir hal almasını engelleyeceği gibi, iyileşme hızımızı da arttırır.
5. Ölenin, yaşamın bize bir armağanı olduğu gerçeğini unutmamak!
Yitirmekle acı duyduğumuz her insan, bizim yaşamımızda güzel ve olumlu bir iz bırakmış demektir. Onu ve onunla geçen süreyi, çok kısa sürmüş bile olsa, güzel bir armağan olarak kabul edip bunun için şükran duymayı başarmak, yitirdiğimiz insanı anmanın, belki de en anlamlı şeklidir.
6. Yitirdiğimiz insana bir mektup veya onunla ilgili bir yazı yazmak!
Yazmak, o insanla olan anılarımızın bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçmesini, en güzel anıların yeniden yaşanmasını sağlar. Bir ödül olarak da, söylenmesi gerekenlerin ve sevginin kağıda dökülmesiyle, geride kalana büyük bir huzur yaşatır.
Yakın bir zamanda yitirdiğim teyzem için yazdığım anma yazısı, benim için çok değerlidir. Ona, yeniden ulaşmanın bir yolu olmuştur benim için adeta.
Elveda Güzel Kadın
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=699826106698604&set=a.656522597695622.1073741828.633864736628075&type=1&theater
7. İniş çıkışların olabileceğini kabul etmek!
Ölüm, bizim yaşam hikâyemizi değiştirir. Sarsıcıdır. Bizi kendi ölümlülüğümüzle yüzleştirir. Yalnızlaştırır. Bazen ciddi sosyal ve ekonomik zorluklara sürükler. Tüm bunlar, Herkülvari bir güç gerektirir, başa çıkmak için. Bazı günler güçlü, bazı günlerse kendimizi tamamen mahvolmuş ve çaresiz hissedebiliriz. Bu durumun doğal ama geçici olduğunu unutmamalıyız.
Eğer derin matemimiz, hayatımızı ve sağlığımızı çok yoğun etkiliyor ve birkaç aydan daha uzun bir süredir devam ediyorsa, bu konuda destek almamız gerekli olabilir.
Herkesin ölümle başa çıkma yolu farklıdır elbette.
Ama sanırım en önemli şey, hayatı ve ölümü, hep farkındalık ve bilinçle yaşamak!
Kaybımızı, onurla anmak!
Eğer mümkünse, kaybettiğimiz insanın ışığının yanmaya devam etmesini sağlamak!
1912 yılında Titanik gemisi yola çıktığında, içinde, Harry Elkins Widener’da vardır.
Harry, 27 yaşında, kitap aşığı muazzam bir okur ve Harvard Üniversitesi mezunu, pırıl pırıl bir genç adamdır.
Londra’ya da kitap almak üzere gitmiş, anne ve babasıyla beraber ülkesine geri dönmektedir.
Titanik battığı sırada, çok az sayıda kurtarma botundan birine annesini güçlükle bindirir. Kendisi ve babası ne yazık ki, yeterli kurtarma botu olmadığından, geminin batmasıyla birlikte, yaşamlarını yitirirler.
Oğluna çok büyük bir sevgi ve saygı besleyen annesi, onun ölümünden sonra, üç bin kitaplık koleksiyonunu Harvard Üniversitesi’ne bağışlar.
Fakat üniversitenin kitapları yerleştirecek bir kütüphanesi yoktur.
Onun üzerine annesi, üniversiteye, bir kütüphane inşa etmesi için büyük bir bağış yapar.
Böylelikle, bugün dünyanın en büyük kütüphanesine sahip olan Harvard Üniversitesi’nin, kütüphane merkezi olan ve eşsiz orijinal kitaplar barındıran Widener Kütüphanesi kurulur.
Bizlerin çoğumuzun, bu kadar büyük ve kalıcı eserlerle sevdiklerimizin anılarını yaşatma imkânımız elbette yok!
Ama onlar adına anlamlı insani yardımlar ve gönüllü hizmetler yapabiliriz.
Sevdiğimiz birini yitirdiğimizde, o bir anda gitmez.
Yavaş yavaş gider…
Önce haber alamaz oluruz…
Sonra yastığındaki, giderek evdeki kokusu kaybolur…
Gerçek manada kaybı ise ancak, zihnimizdeki kaybıyla yani unutulmasıyla mümkündür…
Onları, zihinlerde ve gönüllerde en güzel şekilde yaşatmamız demek, ışıklarının hala yanıyor olması demektir…
Doç. Dr. Şafak Nakajima

DUYGUSAL ŞİDDET



Duygusal şiddete uğrayan insanları, çoğu kez ilk görüşte tanımak mümkündür.
Dalgın gözleri kolayca ıslanır, hafif sesle konuşurlar, konuşmalarını bölen sessiz boşluklar vardır; oturdukları yere yerleşmez, adeta ilişirler…
Genellikle iyi kalpli, nazik ve nitelikli insanlar olmalarına karşın çoğunun özgüvenleri zayıftır.
Yaşadıklarını tanımlamakta zorlanırlar, kendilerini sıklıkla suçlarlar.
Yaşadıkları da zaten, tanımlanması zor bir şeydir.
Duygusal şiddet, fiziksel şiddetten farklı olarak, yüz yerine kalbin darbe aldığı, kemikler yerine duyguların kırıldığı, beyin yerine benliğin sarsıntı geçirdiği bir şiddet türüdür.
Kötü olansa, bu şiddet türünün sonuçlarının, fiziksel şiddette olduğu gibi kolayca görülebilir, tanımlanabilir ve suç kabul edilip cezalandırılabilir olamayışıdır.
Duygusal şiddet, bir insanı, korkutarak, aşağılayarak, tehdit ederek, sürekli eleştirerek, suçlayarak, hakaret ederek, ondan hiç memnun olmayarak, sözel, sosyal, maddi ve bazen de fiziksel baskı yoluyla kontrol altında tutmaktır.
Duygusal şiddet, ”ayıp, yasak, günah” gibi, toplumda yerleşik değerlerden beslendiği için, çoğunluk tarafından, kolayca onaylanıp kabul görmektedir.
Duygusal şiddet, anne-babadan, diğer aile büyüklerinden, kardeşlerden, sevgiliden, eşten, çocuklardan, yöneticilerden ve arkadaşlardan gelebilir.
Duygusal şiddet, insanın kendine güvenini, saygısını, değerini yavaş yavaş kemiren bir beyin yıkama süreci olarak tanımlanabilir.
Ne kadar zeki, başarılı, çekici, becerikli olursa olsun, mağdur kendisini ”yetersiz, aptal, beceriksiz, suçlu, günahkâr, kirlenmiş” gibi hisseder.
Şiddeti uygulayan, karşısındakine vicdani sorumluluk yükleyerek kendini aklar.
Bazıları korkaktır ve şiddeti, mağdurun savunmasız olduğu ortamlarda, çoğu kez yalnızlarken uygular.
Dışarıya ise, son derece ilgi, sevgi ve sorumluluk dolu bir insan rolü oynar.
Bazısı ise, toplum içinde de bu davranışları açıkça sergilemekten ve karşısındakini küçük düşürmekten çekinmez.
Duygusal şiddet pek çok farklı biçimde kendini gösterse de, en sık üç şekilde karşımıza çıkar:
• Saldırganlık
İsim takma (salak, aptal, geri zekâlı, şişko, sıska, çirkin ördek), bağırma, aşağılama, suçlama, sorumlu tutma, fiziksel şiddetle, terk etmekle veya parasız bırakmakla tehdit etme, emir verme gibi, açıktan yapılan duygusal şiddet türüdür.
Şiddete başvuran kişi, karşısındakini kendisiyle eşit ve bağımsız bir birey olarak görmez.
Aralarındaki ilişkiye, sağlıklı iki yetişkinin ilişkisi denemez.
Bazen saldırganlık, ”yardım etme, yol gösterme, çözüm bulma” kılığında karşımıza çıkar.
Sorunları tek başına analiz edip kimin ve neyin iyi / kötü, haklı / haksız olduğuna ve çözümün ne olacağına kendi başına karar vermesi, her şeyin doğrusunu kendisinin bildiği algısını dayatması sıkça görülür.
İlişki adeta, bir ebeveynin çocuğuna karşı tutumu gibi şekillenir.
Şiddeti uygulayan, akıl verir, karar verir, ceza verir.
• Yadsımak (Yok saymak)
Bu türde, şiddet uygulayan, karşısındaki insanı dinlemeyebilir, görmezden gelir, cevap vermez, küsebilir, konuşmayabilir ve kendisini duygusal olarak çekebilir.
Karşısındakine isim takarak, mimikleriyle veya ses tonuyla örtülü aşağılama yaptığında, mağdurun itirazı halinde, ”Ben öyle bir şey söylemedim!” veya ”Neden bahsettiğini anlamadım! Nereden çıkarıyorsun bunları!” gibi tepkiler verir.
Verdiği sözleri tutmayabilir. Unutmuş gibi davranabilir.
Haber vermeden kolayca terk edip, aramayabilir!
Mağdur, olan bitene akıl erdiremez, kendisini suçlar ve aklından şüpheye düşer.
• Küçümsemek
Bu tepkide, şiddeti uygulayan, yaşanan olumsuz olayı kabul eder ama karşı tarafta yarattığı incitici sonuçları küçümser.
”Çok hassassın! Abartıyorsun! Amma büyütüyorsun!” diyebilir.
Çok açıktan saldırgan olmayan bu şiddet türünde, mağdur, iç çatışma yaşar, giderek kendinden ve duygularından şüphe duymaya başlar.
Gerçeklik algısı bozulur.
Duygusal şiddet şu durumlara yol açabilir:
Sürekli duygusal şiddete maruz kalmak insanı, korku içinde yaşamaya ve delireceği endişesine sürükleyebilir.
Depresyon bulguları, ölüm isteği ve intihar düşünceleri, madde ve alkol bağımlılığı, endişe bozuklukları, utanç ve suçluluk duyguları ortaya çıkabilir.
Sosyal ilişkiler, aile ilişkileri ve cinsel yaşam bozulur.
Sürekli yorgunluk, uykusuzluk, aşırı yeme veya hiç yememe şeklinde beslenme sorunlarına sıkça rastlanır.
Yaygın ağrılar, çeşitli organ sistemlerinde sağlık sorunları ortaya çıkabilir.
Kontrol etmekte zorlanılan bir öfke duygusu vardır.
Duygusal şiddete uğrayan insanlar, bu davranışları öğrenebilir, benimseyebilir ve başkalarına da uygulayabilir.
Alışık oldukları bir davranış olduğu için, aynı davranışı gösteren insanları arkadaş, eş olarak seçebilirler.
Şiddete eğilimli bireyler tarafındansa, cazip bir av olarak tercih edilebilirler.
Neler yapılabilir:
• Sorumluluk almak:
Yaşanan durumda, mağdurun buna izin vermesinin payı da vardır.
Mağdur, yaşanana baş kaldırmakla sorumludur.
Sürekli yaptığı boyun eğici davranışları değiştirmesi ve bunu net bir biçimde karşı tarafa bildirmesi gereklidir.
Mevcut durumu sürdürmenin bedelinin çok ağır olabileceği gerçeği unutulmamalıdır.
İnsan onurunun bedeli yoktur ve onur, hiçbir şey karşılığında, şiddeti uygulayana teslim edilmemelidir.
• İlişki ve iletişim konusunda yardımcı olabilecek yetkin bir uzmanla çalışmak:
Bu yöntemin başarılı olması, mağdurun kararlılığı ile yakından ilgilidir.
Şiddet uygulayıcı, geleneksel değerleri arkasına alarak, haklı çıkmanın yollarını, tedavi sürecinde de kullanmaya çalışacaktır.
Tedavi sürecinde söylenenleri çarpıtarak haklılığını kanıtlama çabasına yönelik eğilimin olacağı gerçeği her zaman göz önünde tutulmalıdır.
Toparlayacak olursak:
Duygusal şiddet, çoğu kez, en yakınımızdaki, sevdiğimiz ve güvendiğimiz insanlardan ve sinsice gelir!
Baştan çok ilgili ve sevecen görünen kişiyle kurulan ilişki, zamanla, tam bir duygusal şiddet fırtınasına dönüşebilir.
Şiddet uygulayıcısı, aralarda düzgün davranıp, mağduru her şeyin düzeldiğine inandırabilir ve sonra tekrar şiddet eğilimine geri döner.
Mağdurun kendisine bağımlı kalması için elinden geleni yapar. Zamanla onu, çevresinden ve ailesinden uzaklaştırabilir.
Dışarıya karşı çok bilgili, duygulu özenli biri izlenimi verirken, içeride, mağdura kan kusturur.
Karşısındakini tahrik edip, onun tepkisiyle alay edebilir.
Her konuda çifte standardı vardır. Kendisi kızabilir, üzülebilir, yorulabilir; karşısındaki bunları yaptığındaysa, yapılan ona göre, sorun çıkarma, huysuzluk ve kapristir.
Kendisinin sorunu olmadığını, tedaviye mağdurun ihtiyacı olduğunu söyler.
Şiddeti uygulayan çoğu kez ne mağduru sever, ne de kendisini! Sevme bilinci yeterince gelişmemiştir. Çözülmemiş iç meseleleri vardır.
Duygusal şiddet, zamanında tanınmaz ve çözümlenmezse, hayat kalitesini ciddi biçimde düşürebilen, insanın yaşam sevincini öldüren, sağlığı olumsuz etkileyen çok ciddi bir şiddet türüdür!
Unutmayın!
İlişkilerde anlaşmazlık ve uzlaşmazlık olması kaçınılmazdır ama sağlıklı ilişkilerde sorunlar, duygusal şiddete başvurmadan akıl ve sevgiyle çözümlenebilir.
Seven insan, sevginin yanı sıra, saygı ve özen de gösterir.
Seven insan, sizin duygularınıza ve ihtiyaçlarınıza duyarlı, açık ve saygılıdır!
Seven insan, sizi dar alana hapsetmek veya kontrol altında tutmak yerine, yolunuzu açar, güçlenmenize ve gelişmenize destek olur!
Bir insanın onuruna saldırılabilir, incitilebilir, şiddet uygulanabilir ama onur, sahibi eliyle teslim etmedikçe, kimsenin elinden alınamaz!
Doç. Dr. Şafak Nakajima

9 Kasım 2013 Cumartesi

BİRBİRİMİZE BAĞLI OLALIM, BAĞIMLI DEĞİL..

Kendimizi hoşnut etmek hayattaki önceliğimiz olsun!
Bu bencilce birşeymiş gibi geliyor değil mi…?
Kendimizi doyuramadığımız sürece başkalarına verecek bir şeyimiz olmaz.
Bizde olmayan bir şeyi nasıl vereceğiz ki başkalarına…!
Fedakarlık bir erdem değildir,
Fedakarlık ettikçe ilişkilerde beklentilerimiz artar.
Şu anda yakın ilişkilerde olduğunuz insanlara bir bakın;
Evliyseniz eşinize,
Yakın arkadaşlarınıza, dostlarınıza,
Sevgilinize,
Zamanınızı paylaştığınız insanlara bir bakın…
Bunlar şu andaki bilinç seviyenizi belirler.
Onlardan daha iyi ya da daha kötü değiliz,
Aynı frekansta titreştiğimiz insanları kendimize çekeriz!
Aynı zihniyeti taşıyan, aynı duygulara ve dünya görüşüne sahip insanlar bir araya gelirler!
Eğer arkadaş çevrenizde ya da ilişkinizde hoşlanmadığınız ya da enerjinizi aşağıya çeken insanlar varsa, bu dikkatinizi kendinize yöneltip değerlendirme yapmak zorunda olduğunuzu gösterir.
En sağlıklı ilişkiler, birbirimize duyduğumuz sevginin, birbirimize duyduğumuz ihtiyaçtan daha çok olduğu ilişkilerdir.
Varlığımız tam ve bütün!
Elmanın yarısını aramakla geçireceğimiz zamanı “bütün bir elma” olmaya çalışarak geçirelim.
Sağlıklı ve mutlu ilişkiler yaşamak istiyorsak, birbirimize bağlı olalım, “bağımlı” değil…!
Sevgiler
Güzin Yeğin

Farkındalığınızı Artıracak 5 Kişisel Gelişim Kitabı Bir Ömür Nasıl Yaşanır? – İlber Ortaylı “Kendimi geliştirmek istiyoru...