29 Nisan 2013 Pazartesi


İnanç Kalıplarının Kırılması


Günümüzde kişisel ve ruhsal gelişime yönelik çalışmalar bireyin bilinçlenmesi ve farkındalığını arttırmaktadır, ancak bu bilgilere ulaşılırken dini inanç içinde olan kesimler bu öğretilere kuşkuyla yaklaşmaktadır. Nitekim bunun sebebi Allah’ın sisteminin tam olarak idrak edilemeyişindendir. Günümüze kadar kesin doğru olduğu düşünülen ve o şekilde algılanan bilgiler üzerine konuşmak, içinde bulunduğumuz dönemin ehemmiyetinden dolayı yararlı olacaktır. Allah’ın sistemine din adı verilmiştir ve bu sistem bazı kişi ve kişilerce insanlığa aktarılmaya çalışılmıştır. Ne var ki, bu verilen bilgileri insanlığa açıklamaya kalkıldığında bir çok yanlış algılamadan dolayı insanlar yanlış bilgilendirilmiş ve bu yüzden farklı bir bilinç açığa çıkmıştır. Yoksa Hz. İsa yeryüzüne sevgiyi, Hz Muhammette bilgiyi vermek ve yaymak için gelmiştir. Ne var ki, Mevlana’nın da dediği gibi anlatabildiklerin karşıdakinin anlayabildiği kadardır, bu sebeple dini alimler de kendi kapasiteleri dahilinde bu bilgileri yorumlamaya kalkmış ve bir çok farklı anlayışa ulaşılmış, neticesinde de meshep denilen dini bölümler meydana çıkmıştır. İnsanlık verilen bilgiden çok şekle takılmış ve mesajın özünü kavrayamamıştır. Bu sebeple artık insanlığın Kuranda bahsi geçen kavramlara farklı bir perspektiften bakmasının zamanı gelmiştir. Nitekim artık dini kitaplarda bahsedilen kıyamet denilen dönemde bulunuyor olduğumuzdan bilinçlerin şuurlanması ve inanç ve şüphe kalıplarının bilgi ile kırılmasının zamanı gelmiştir. 
DİN
Din: insanların, yapılması ve yapılmaması gereken kurallar bütününe uyulmasıdır. Belli bir zamana kadar dinin tafsiyelerine uyulması, bireyin menfaati açısından gereklidir.
FARZ
”Allah hiç kimseye zulmetmez, onlar kendi özbenliklerine zulmediyorlar.” (Yunus suresi 44).
Bunu bir misalle açıklayayım. Bizim yaşamak için suya ihtiyacımız vardır. İçmezsek ölürüz. Yoksa su içmiyoruz diye Allah bizi cezalandırmaz. Böyle bir şey olmaz. Biz zararı otomatikman kendimize etmiş bulunuruz. Bu yüzden Dinde emir yoktur. Farz, emir demek değildir, yapılması zorunlu demektir. Ama bu, Allah için değil kişinin kendisi için zaruridir.
ABDEST
Abdest almanın temizlenmek olduğu söylenir. Bu doğrudur ancak sadece temizlenmek için değildir. Çünkü su bulamadığınızda toprakla abdest alınabileceği söylenmiştir, halbuki toprakla temizlenme diye bir şey mümkün değildir. Burada amaç topraklanmaktır! Su ve toprak ile insanda bulunan negatif enerjilerin varlığımızdan uzaklaştırılması amaçtır, ve bu yüzden abdest alınır.
ORUÇ
Oruç tutulması olarak bilinen, belli bir süre bir şey yemeden ve içmeden kalma hali kişinin açlıkla terbiye olması, açın halinden anlaması için yapıldığı şeklinde yorumlanmıştır. Ancak asıl oruç tutulmasının sebebi insanın nefsini terbiye etmesi üzerine bir fırsat yaratmaktıir. Çünkü aç kalındığında salgılanan bir hormon kişinin daha sinirli bir hal içine girmesine sebep olur. Eğer kişi sukunet ve tevazu içinde kalabilirse kendi içine yönelebilir ve bu hal içindeyken kozmik enerjilerden yararlanabilir. Bir de susma orucu vardır. O da kişinin içine yönelmesini ve meditatif hale girmesine imkan sağlar.
ZİKİR
Günümüzde mantra olarak bilinen bu tabir oldukça önemli bir kavramdır. Belli bir şeyi sürekli tekrarladığınızda onu kendinize çekmiş olursunuz. Düşünce yaratıcıdır ve herkes düşünceden meydana gelmiştir bunu herkes bilir. Söz ise ifade edilmiş düşünceler olduğundan onlarda yaratıcıdır. Bu yüzden ne söylerseniz onu kendinize çekmeye başlarsınız. Bir kişiye kırk defa deli derseniz deli olur sözü de buna işarettir. Sürekli bela okuyanların başlarının sürekli belada olamsı da bundan kaynaklanmaktadır. O yüzden ne söylediğimize dikkat etmeliyiz.
NAMAZ
Namaz kılmak onun manevi gücünden istifade etmek içindir. Namaz aslında surya namaskar denilen bir tür yogadır. Namaskarın anlamı da güneşe selam demektir. Güneşe tapan sabililerden islam dinine geçmiştir.
HAÇ
İnsanların kutsal topraklar denilen yerlere gelerek kabeyi tavaf etme şeklinde gerçekleştirilen eylemlere bütününe Haç denir. Hacı olan kişiler buradaki enerjiden yararlanılrlar. Burası zamanında Alfa ceturili denilen, dünya gezegenine en yakın yıldızın izdüşümü sebebiyle kutsal topraklar olmuş ve bilinen peygamberlerin hepsi bu bölgede yaşamışlardır. Burada perde ince olduğundan enerjiler yoğun bir şekilde bu topraklara akmaktaydı. Ancak, artık alfa ceturli yıldızının izdüşümü tam olarak Türkiyede hatay denilen bölgeye düşmekte ve burada perde ince olduğundan orada doğanlar geçmiş yaşamlarını da hatırlayabilmektedir. Şu an için Mekke ve kudüsün bir önemi kalmamıştır enerji düzeyinde. Kabenin ve arafat dağının kutsal olamasının ve enerjinin hala orada yüksek olmasının sebebi tamamen oraya giden insanlardan kaynaklanmaktadır. Çünkü siz sürekli olarak bir şeyin etrafında döndüğünüzde elektromanyetik bir canlı olduğunuzdan bir manyetik alan yaratırsınız ve bu manyetik alana giren kişilerde bu enerjiden istifade eder.
KIYAM ET
Kıyamet bilindiği üzere felaket demek değildir. Kuranda kıyamette deprenler olacağı gibi bilgiler verilmiştir. Bu insanlar uyanmaya neyin ne olduğunu anlamaya başladığından depremler onların zihinlerinde gerçekleşmektedir. Ve bu bilgiler kişileri sarsıntıya uğratmaktadır. Bu içte yaşanan depremlerde daha sonra Dünya’ya yansımaktadır. Dünya üst boyuta geçiş aşamasında olduğundan insanlarda teker teker bilinçlenmeye ve boyut atlamaya başlamaktadırlar. Dinlerin hükmü kıyamate kadardır denmiştir ve şu an bu dönemde olduğumuzdan da dinlerin hükmü kalkmaktadır. İnsanlar inanmaktan çıkıp bilmeye başlamaktadırlar.
ALLAH
Arabistan’da, islamiyetten önce iki tanri vardi. Birisi disi yani gunestanrisi, digeri ise erkek yani aytanrisi(Allah=Al-ilah). Anlatildigina gore bu iki tanri evlenmis ve uc tanri cocuk olmus. Bunlara Allahin kizlari denilmis, isimleri ise Allat, Al oza ve Manat’dir. Arabistanda, İslam öncesi toplumlar puta tapıyorlardı. Bu taptıkları baş putlar; Al oza, Manat ve Allat’tır. Allat kelimesi aynı zamanda Allah diye yazılıp Allat diye okunmaktadır da. (Araplar üç tane h harfi kullanırlar) Ortadogu arastirmacisi Alfred Guillaume Arapcada Ay tanrisinin adlarindan birinin ALLAH oldugunu ispatladı. Tek tanrili din sadece erkek olarak nitelendirilen Ay tanrisi Allaha tapmaktir. Muhammed erkek tanri olan Allaha muritlerinin tapmasini istemis. Unutmayalimki Muhammed bir sabii dir. Kisacasi Muslumanlarin taptiklari Allah incilde ve tevratta bahsedilen Allah degildir. Erkek olan Aytanrisidir. Diger acidan yani tarihsel acidan bakilirsa o donemin arabistaninda cok tanrili inanclari gorulur, bunlardan biride havadaki gorunen nesnelere yani aya, gunese, yildizlara tapan sabii ler gelir, muhammedde bu inancin bir elemani idi ve bu inancla buyudu. Muhammed peygamber de, ordaki tanrının, islamın tanrısı olduğunu söyledi. Zaten kendi tanrılarına inanan arapların da, böylece islama geçişleri daha kolay oldu. 
Bu durum aşağıdaki ayetlerden de anlaşılmaktadır:
Hiç bir bilgiye dayanmaksızın O’na oğullar ve kızlar yakıştırıp-uydurdular. O ise nitelendiregeldikleri şeylerden yücedir, uzaktır. (EN’AM SURESİ / 100)
Ve Allah’a kızlar isnad ediyorlar, (haşa) O yücedir. (NAHL SURESİ / 57)
(Allah) Kızları, erkek çocuklara tercih mi etmiş? (SAFFAT SURESİ / 153)
LA İLAHE İLLALLAH
Kuran meallerine Allah’tan başka Tanrı yoktur, şeklinde tercüme edilmektedir. Ayetin anlamı tam olarak şudur: Allah’tan gayrı İlah yoktur. Burada gayrı kelimesi sadece ve başka anlamlarına gelen bir kelimedir. Ancak ayet şu şeklide tam olarak doğru olacaktır: Tanrı yoktur, gayrı Allah vardır. Yani Tanrı yoktur, sadece Allah vardır. Buradan da anlaşıldığı gibi Allah’ın bir Tanrı olmadığı görülmektedir. Allah tapınılası bir varlık değildir. O sonsuz ve sınırsız olduğu için bizi kendinden yaratmıştır. Bir nevi okyanusta yaşayan su damlacığı kendini bir birey olarak algılamış ancak Okyanusun bir damlası olduğunu idrak edememiştir!!!
DUA
Dua; bir çok insanın isteklerini  yaratıcıya bildirmek amacıyla yapılan bir eylemdir. Dua’nın işleyiş biçimi bilinmediğinden, insanlar dualarımız kabul edilmedi olarak düşünürler. Allah insanların dualarını dinleyip duruma göre karar verip onlarını isteklerini yerine getirmez. O’nun sistemi vardır ve buradan ayarlamalar otomatik olarak yapılır. Bu bir kanundur. 
Dua, istek duası değil, şükür duası olduğunda o arzu edilen yerine getirilir. Ancak dışarıdaki bir güçten değil içindeki güçten bunu talep ettiğinde bu isteklerin yerine gelecektir.
KADER
Bizler kendimiz için hangi geleceği yaratıyor hangi şekilde yaşamayı seçiyor olursak olalım, Allah tüm seçimlerimizi ve sonuçlarını bilir. Bu yüzden kaderimizi yaşamız oluruz. Bir de dünyaya gelirken yapmış olduğumuz anlaşma gereği, belli dersler ve diğer insanlarla ortak yaratımda bulunmak için, kendi oluşturduğumuz ortak senaryolar vardır. Zamanı gelince de içsel yönlendirmelerle ve kendi seçimimizle bu senaryoları yaşarız. 
Allah’ın belli bir sistemi vardır ve herşey otomatik olarak buradan yerine getirilir. Yoksa Allah duruma göre karar verip insanın kaderini yok vaz geçtim şöyle olsun demez. O genelde gözlemcidir. Yaratıcılık işini ise bizler aracılığıyla gerçekleştirir.
Sonuçta seçtiğimiz her şey bizim kaderimizdir, özgür irade ile neyi seçersek seçelim bu O’nunı için istenmeyen bir şey değildir ve O’nun için her şey mükemmeldir. 
KAZA
Kaza ya da tesadüf olarak bilinen durumlar aslında bizlerin seçimlerinin sonucudur. Bilinç altı düzeyde seçtiğimiz şeylerin yansımasıdır. Kendimizle ilgili olarak düşündüğümüz olumsuz şeyler zamanla o düşündüğümüz şeyi yaşamamıza sebep olur. Çekim yasası vardır ve bu şekilde bu durumu kendimize çekeriz. Bu sebeple başımıza gelen her şeyin sorumlusu biziz. O yüzden bu perspektiften baktığımızda anlaşılacağı gibi tüm ölümler aslında bir tür intihardır!!!
İMAN
İman etmek sanıldığı gibi inanmak değildir. İman etmek güvenmek demektir. Kayıtsız şartsız hayata, varoluşa, yaratıcıya ve kendine güvenmektir. 
İSLAM
Hakiki insan demektir. Bir gün herkes islam olacak derken buna işaret edilmiştir.
Sevgili dostlar inanç kalıplarının kırılması ve gerçek bildiğimiz doğrular üzerinde düşünülmesi sebebiyle bu bilgileri sizlerle paylaşmaktayız. Atatürk Türkiyesinde yaşayan ve neyin ne olduğunu artık herkesin bilmeye başladığı bu kıyamet dönemi yani uyanma döneminde görevimiz insanları bilgilendirmek ve bilinçlendirmektir. 
TUĞCAN ÖZEN

26 Nisan 2013 Cuma


Dün aksamustu uzaktan İzmir Limanından ayrılmıs Ege sularını terketnekte olan rotasının neresı oldugunu bılmedıgım bır gemıye iç gecıcrerek baktım. Ah dedım o gemıde bende olsaydım uzaklara gıdebılseydım ama sonra aklıma Orhan Velı'nın şiiri geldı...Serde Serpillik var ve sevdıklerım var nasıll bırakırım dedım...Iyıkı varsınız sevdıklerım ...♥

Bakakalirim giden geminin ardindan;
Atamam kendimi denize, dünya güzel;
Serde erkeklik var, aglayam..

Orhan Veli

22 Nisan 2013 Pazartesi


-Joanne Greenberg- Sana Gül Bahçesi Vadetmedim

Bak, dinle beni. Sana hiç bir zaman gül bahçesi vaad etmedim ben.

Hiç bir zaman kusursuz bir adalet vadetmedim...

Ve hicbir zaman huzur ya da mutluluk da vadetmedim.

Sana ancak bütün bunlarla savaşma özgürlüğüne kavuşmanda yardımcı olabilirim.

Sana sundugum tek gerceklik savaşım.

Ve sağlıklı olmak, gücünün yettigi kadarıyla, bu savaşımı kabul edip etmemekte özgür olmak demektir.

Ben yalan seyleri vadetmem hic.

Kusursuz güllük gülistanlık bir dünya masalı koca bir yalandır...

Üstelik böyle bir dünya cok can sıkıcı bir yer olur!

-Joanne Greenberg-

(Sana Gül Bahçesi Vadetmedim Kitabından alıntıdır.)

19 Nisan 2013 Cuma


KALEİDOSKOP


Kim mutlu olmayı istemez ki?
Herkes yaşamında mutluluğu ister. Hep daha çok nasıl mutlu olurum, sonsuz mutluluk içinde yaşarım arayışında hayatını geçirir. Günebakanların güneşe dönüşü gibi bizlerde mutluluğun parıltısını takip ederiz. 
Evet işte hayatımın en mutlu günü deriz bulduğumuzda, ama ne yazık ki ardından kısa süre sonra bu hazzın da aradığımız olmadığını anlar, sonra tekrar arayışımızı sürdürürüz. Mutluluğun çözümünü varlıkta ararız, fakat tüm dünyaya sahip olsak da bunun coşkusu geçici olur.
Peki nedir mutluluk, nerede bulunur, sonsuz mutluluk var mı?
Doğduğumuz günden itibaren aslımızdan ve birlikten uzaklaşmanın üzüntüsü ile ağlayarak doğarız hayata. Hüzün varoluşun temelinde vardır. Bu esasında sınırlandırılmanın kabullenilişinin hüznüdür. Eğer bu hüzünden kurtulmak istiyorsak teslimiyeti deneyimlememiz lazım.
Mutluluk aslında bir  zihin durumudur. 
Mutlu olmak bir tercihdir. 
Bu konuma ancak mutlu olmayı seçmekle ulaşabiliriz.
Bazı insanlar görürsünüz, yaşamında temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamazken gözünde bilgece ve mutlu bir bakış yakalarsınız. Bu insanlar, temel mutluluk anahtarına sahip insanlardır. 
Nedir bu anahtar?
Sürekli söylediğim gibi esas zenginlik, elinizde olanların varlığını bilmek ve bunlara şükretmektir. Sahip olamadıklarınızın ah vahlarına kapılan bir birey, isterse dünyaya sahip olsun, en fakirimizdir.
Eğer mutlu olmak için ne kadar çok şeye ihtiyaç duyar ve araştırırsanız, hayatınız o kadar hayal kırıklığı ve üzüntüyle dolar.
Mutluluk için temel olan ben merkezinden uzaklaşmaktır. Siz ne kadar ego yönelimli yaşarsanız o kadar zor mutlu olursunuz.

Çok sevdiğim bir söz var:
"Duygu dünyasında kalıcı bir ev bulamazsınız. Çünkü değişim, titreşimsel varoluşun temel kuralıdır. Kaleidoskoptaki tek bir görüntüyü durdurup, o sahneye gözyaşı dökmenin hiçbir yararı yoktur." 
The Light on the Path

Güzel veya çirkin her şey hayat nehrinde yıkanıp bizlerden uzaklaşır. Çünkü hayat durağan değildir. O yüzden dışarıdaki herhangi bir koşula bağlı olan mutluluklar bu akışa karşı koyamaz. Hepimiz büyük mutluluklara ulaşmak istiyorsak, ufak mutluluklardan feragat etmeyi öğrenmeliyiz. Amacımız yüksekler, daha yüksekler olmalı.
Gerçek mutluluk, çok kısa süreler de olsa kendimizden uzaklaştığımız anlarda saklıdır. Kendinizin çok güzel bir müzik dinlediğinizdeki, enfes bir manzaraya baktığınızdaki veya bir sanat eserini gördüğünüz anlardaki hislerinizi hatırlayın. Kısa süreli de olsa sonsuz bir huzur hissini deneyimlediğiniz o keyifli anları. Ya da yapmaktan çok hoşlandığınız bir hobinizi gerçekleştirebildiğiniz o özel anları. 
Tüm bunlarda aslında mutluluğun sebebi, kendimizden uzaklaşmış olmamız. İşte bu süreleri, anlardan daha uzun zamanlara uzatmak istiyorsak, üstbenliğimizle bağlantımızı kurmayı öğrenmek ve bu  bağlantı içinde yaşamaya çalışmak lazım. Yani özümüze dönmek ve üstbenliğimiz ile diyaloğumuzu geliştirmek. Meditasyonlarınızda yaşadığınız bağlantı hissinizi yaşama taşımak. 
Mutluluk peşinde koşarak geçirdiğiniz her an, mutsuzluk zincirleri sizi daha sıkı bağlar.
Beklentili yaşamak, olmanızı engeller.
Burada amaç mutluluğu aramak değil, yaşam yolumuzu daha yüksek frekanslı bir alana taşımak olmalı. 
İlahi akışta olun, karşı koymadan, çaba göstermeden. Mutluluk, peşinde olmadığınız an yanınızda belirir.

Sevgiyle kalın.
Erkan Sarıyıldız

17 Nisan 2013 Çarşamba

Nefes kesen manzaralar DUBAI...

Nefes kesen manzaralar





Bir kimsenin kendi Ruhunun daha geniş bir parçası bedende kalmaya geldiğinde bir iniş gerçekleşir. Ruhun inişleri Işıkbeden Yükseliş sürecinin önemli bir parçasıdır. Herkes, süreçte değişik zamanlarda Işıkbedenlere dönüşümlerinin parçası olarak İnişi deneyimleyecek. Bazen, geçişler öyle derin olacak ki kişi bedenine birinin girdiğini (walk - in) sanacak. Çoğu zaman, Ruh bedene inerken, kişi olağanüstü kendinden geçme (coşku) ve çok büyük mutluluk hisseder. Bir açığa vurma, genişlemişlik, amaç berraklığı hissi olabilir ve her şeyi yeni gözlerle görme duyumu olabilir.

Hoş olan çok büyük mutluluk durumundan tam bir yönünü şaşırma durumuna kadar, öznel deneyimler değişir. Bir inişin ne kadar dramatik hissettireceği, kişinin önceden entegre olduğu Işığın derecesine, kişinin kim olduğu ve neden burada olduğu ile ilgili inançlarının katılığına ve bu zamanda Ruhun bedeni ne kadar kapsamlı olarak yeniden - modelleyeceğine bağlıdır. Bir iniş zamanında, Ruh, Işıkbeden yapılarının titreşimini artırırken, zihinsel, duygusal ve eterik mavikopya bedenlere bilinçliliğin tümüyle yeni modellerini kurar. Farklı bedenler ondan sonra geçiş yapmalı ve realitenin daha geniş resimlerini barındırmak için genişlemeli ve sınırlılığın eski modellerini salıvermelidir.

Zihinsel bedenin fonksiyonu "gerçeğin" ne olduğunu belirlemek ve tanımlamak ve sizi nasıl canlı tutacağına odaklanmak olduğu için, yaşamı sürdürme modellerinin salıverilmesi çok büyük karışıklığa neden olabilir. Zihinsel beden "yaşamaya devam etmeyi isteyebilir miyim veya ister miyim ?" sorusunu sorabilir. Ölüm korkusu ve ölme isteğinin birleşimi bedende depolanan otomatik yanıtların çoğunu sallayıp atabilir. Ayrıca, Ruh’un realite resimleri o kadar geniş ve non-lineerdir ki, zihinsel beden onları tanımlayamayabilir. Bu hiçbir şeyin gerçek olmadığı hissini ortaya çıkarabilir. Bu zihinsel bedeni hayatta kalma yönlendirmesinden - gerçek olanı savunma ve geleceği tanımlama - Şimdide Ruh’u takip etmeye geçişini sağlar.

Ruh’un duygusal bedene yerleştirdiği yeni modeller genellikle insanlara, yerlere, nesnelere ve fikirlere önceden olan bağlılıkların salıverilmesini hızlandırır. Birey depolanmış duygular ve ifade edilecek blokajlar özgür kalırken çok büyük mutluluk ve coşku ile bir çok farklı duygular arasında dalgalanmalar hissedebilir. Duygusal bedenin bağlantıları (tutkunlukları), blokajları ve depolanmış duygular bu yaşamdaki ve diğer enkarnasyonlardaki deneyimlerden geliştirilir ve bunların tümü geçmişe başvurur. Ruh, lütfun gücü vasıtasıyla geçmişle bağı kopartır, böylece kişi her anında Ruhunun genişliğini ve büyük mutluluğu deneyimleyebilir. Eterik mavikopya beden, fiziksel beden için bir kalıp olarak ve duygusal ve zihinsel bedenler için bir regülatör olarak işlev görür. Bu beden fiziksel şekil için mavikopyadır ve DNA ile birlikte bedenlerin tümündeki Işıkbeden dönüşümlerini ayarlar. Bir İniş başladığında, fark edilen ilk değişim genellikle fiziksel bedende karıncalanma/ürperti veya elektrik hissidir. Buna, uyuyan Işıkbeden yapılarını aktive eden eterik mavikopyaya Işığın güçlü aşılanması neden olur. Bu, zihinsel ve duygusal bedenlerin geometrilerinin dönüşünü ve tüm hareketini hemen değiştirir. Aynı zamanda, o fiziksel bedenin hücrelerine ATP üretimini artırmaları için sinyal gönderir. O zaman, DNA Ruh’tan Daha Yüksek Işık kodlarını alır ve Işıkbedenin daha çoğunu gerçekleştirmek için dönüşür. Fiziksel bedenin titreşimsel hızı, ışığın hücresel seviyedeki bu güçlü aşılanması nedeniyle çoğu zaman dramatik olarak artar ve duygusal ve zihinsel bedenlerden eski modelleri salıverir.

Bazen, kişi bedeninin molekülleri sanki ayrılıyormuş gibi hisseder. Tüm seviyelerdeki bu radikal değişmeler ile, çoğu zaman başağrısı, mide bulantısı, yorgunluk, ishal, ateş, bedende ağrılar ve başdönmesine neden olan fiziksel formdan yoğunluğun salıverilmesi başlatılır. Bu genellikle 72 saat içinde geçer. Bazen bireyler yönünü şaşırmış hisseder, çünkü "Ben kimim ve neden buradayım?" sorusuna eski yanıtlar artık mevcut değildir. Herhangi bir rahatsızlığa rağmen, çoğu insan canlanma, büyük coşku ve özgürlük hisseder. Psişik ve çok - boyutlu farkındalık gelişirken, kimliğin ve amacın yeni geniş bir hissi tezahür eder. Ruh geçmişe basvurmayı tamamen kırmak ve çok büyük, sınırsız, çok - boyutlu Işık Üstadı olarak ŞİMDİDE yaşamak için aktivasyon sağlar.

Yeni : Işıkbeden aktivasyonu ile, kalp çakrası daha yüksek fonksiyonlarına açılır ve diğer çakralar üzerinde üstünlük sağlar. Bu, ayrıca diğer altı çakranın kendi daha Yüksek İlahi fonksiyonlarında işlemesini başlatır. Yedi mühür açılır ve çakralar konik şekilden küresel şekle dönüşür. Sonra onların hepsi, birleşik çakra olarak adlandırdığımıza birleşmeye başlar. Fiziksel bedenin dışında bulunan diğer yedi çakra sekizinci, dokuzuncu ve onuncu çakralarla birlikte aktive olmaya başlar. Bu daha yüksek çakralar birleşik çakraya açılır ve duygusal, zihinsel ve Ruhsal bedenlerin birleşmesini hızlandırır. Kalp çakrası çok - boyutlu olarak açılırken, diğer çakralar da daha fazla birleşir ve enerji bedenleri olur.

Bu, Ruhüstü (oversoul) olarak, Mesih ruhu olarak yükseliş için araç olan birleşik enerji alanını oluşturur ve BEN’ İM varlığı onunla birleşmek için iner. Kök veya İlk Çakra omurganın tabanında yerleşiktir. O, bedeni gezegene bağlar ve bedende yaşam - gücünü düzenler. O ayrıca hemen onun üzerinde ve arkasında yerleşik olan İçgüdüsel Merkezle bağlıdır. Sakral veya İkinci Çakra bedende cinsel ve yaratıcı enerjiyi yönetir. Solar Plexus veya Üçüncü Çakra gücün ve ego yoluyla iradenin gücünün merkezidir. "Ego" Alt Bedenlerle birleşiktir, Fiziksel, Duygusal ve Zihinsel Bedenler. Kalp veya Dördüncü Çakra göğüsün merkezinde bulunur. O Birleşik Çakra için temeli ve merkezi oluşturur. O sevginin ve tezahür ettirmenin kaynağıdır.

Boğaz veya Beşinci Çakra kişinin gerçeğinin ifade edilmesini yönetir. Üçüncü göz veya Altıncı Çakra gerçeğin algılanışını yönetir. Üçüncü Göz yapısı tam onun önündedir. Taç veya Yedinci Çakra bedenle daha yüksek çakraları ve Spiritüel Bedeni birleştirir. Alfa Çakrası başın 8 inç (20 cm) yukarısında ve Omega Çakrası omurganın 8 inç aşağısında yerleşiktir ve ikisi arasinda Elektrik, Manyetik ve Yerçekimsel fonksiyonun Metatron’unun Dalgalarını oluşturur. Onlar çapa olarak işlev görür - Alfa alt bedenleri üst - boyutsal benzerlerine (kopyalarına) bağlar ve Omega alt bedenleri enkarnasyonlarının holografik ızgarasına bağlar.

(<http://www.alchemicalmage. com/tools/descension.htm> den alınmıştır)

(Çeviri ; Saffet Güler)

15 Nisan 2013 Pazartesi

 Çoğu zaman hayatın ne kadar cömert ve güzel olduğunu insanlara anlatmaya kalkıştığımızda bu düşünceyi şeytandan gelmişçesine reddederler
İnsanlar hayallerinin gerçek olmayacağından korktukları için hayattan çok fazla şey istemeye yanaşmazlar
Ama yürekten savaş vermek istiyorsan keşfedilmeyi ve de ele geçirilmeyi bekleyen muhteşem bir hazine olarak görmelisin dünyayı
Tüm yıldızları bir araya getirebilecek bir güç yok, olsa idi evren koskocaman, bomboş bir alana dönüşürdü ve varlık sebebini yitirirdi
Her yıldızın kendi alanı ve kendine has özellikleri vardır
Buradan baktığımızda birbirine benzeyen binlerce cisim görürüz, oysa insan aklının alamayacağı kadar farklı, milyonlarca şey var orada
Tıpkı insanlar da böyledir
Hayal etmekten asla vazgeçmemelisin
Hayaller ruhun besinidir, tıpkı yemeğin bedeni beslediği gibi hayaller de ruhu besler
Hayatımızda birçok defa hayallerimizin paramparça olduğuna, isteklerimizin yerine gelmediğine şahit oluruz
Bunlara rağmen hayal kurmayı bırakmamamız gerekir
Bırakırsak ruhumuz ölür.

PAULO COELHO

10 Nisan 2013 Çarşamba


YEDI ANAHTAR

Epiktetos yirmi asir önce demistir ki:

"Kader eninde sonunda söyle veya böyle günahlarimizin bedelini önümüze koyar. 
Görünen ya da görünmeyen zaman içinde herkes günahlarinin bedelini öder.
Ektigini biçer”.

Bunu bilen kisi kimseye hiddetlenmez, gücenmez, kimseyi asagilamaz, kimseyi itham etmez, kimseden nefret etmez, kimseye kin tutmaz. Bunu bilen kisi karsilastigi aksiliklere sasmaz. Önüne çikan maddi-manevi engellerin kendi günahlarindan baska bir sey olmadigini bilir."

Düsmanlarinizi düsünmek için ayiracaginiz bir dakika bile düsmanlarinizdan daha degerlidir. Nefret ve intikam hissi size büyük zararlar verir.

Aristo söyle der : "Ideal insan iyilik yapmaktan zevk alir. Kendisine iyilik yapilirsa mahcubiyet duyar. Çünkü iyilik yapmak üstünlük isareti, bir iyilige muhtaç duruma düsmek zaaf isaretidir."

Karsilasacaginiz nankörlüklere üzülmemek için hazirlikli olun. Karsilik beklemeden iyilik yapin.

Mutluluk minnet beklemekte degil, minnet gösterilmesinden rahatsizlik duyulacak olgunluga erismektir.

Iste yedi anahtar:

1) Dinlemek......  Gerçekten dinleyin. Kesmeden, hayal kurmadan, vereceginiz cevabi düsünmeden... Can kulagiyla dinleyin.

2) Sevmek..... Kucaklamalar, öpücükler, sirt sivazlamalar ve el tutmalar konusunda cömert olun. Bu ufak hareketler, aileniz ve dostlariniza olan sevginizi daha açik  göstermenizi saglayabilir.

3) Neseli olmak..... Fikra anlatin, neseli hikâyeleri paylasin. Bu armaganiniz "seninle birlikte gülmeyi seviyorum" anlamina gelir.

4) Yazmak...... Basit bir "Yardimin için tesekkürler" notu, ya da belki bir siir... 
Kisa, elle yazilmis bir not bazen ömür boyu hatirlanir.

5) Iltifat etmek... Basit, içtenlikle söylenen bir söz ("Bu renk sana ne çok yakismis", "Harika bir is çikardin", "Yemek nefis olmus" gibi) karsinizdakinin içini aydinlatir.

6) Iyilik etmek..... Her gün, rutinin disina çikip birisine hos, nazik bir sey yapin.

7) Yalniz kalmak..... Bazen tek istedigimiz yalniz kalmaktir. Bu anlara duyarli olun ve ihtiyaci olana yalniz kalma armaganini verin.

9 Nisan 2013 Salı

İŞTE PROBLEM BU…








Tibet dağlarının ücra köşelerindeki bir manastırda Üstadın başdanışmanı vefat etmişti. Üstad kendisi için bir başdanışman seçmeliydi. Başdanışmanlık görevini yürütebilecek düzeydeki talebelerini topladı ve durumu açıkladı:- Bana yardımcı olacak bir başdanışman lazım. Birazdan vereceğim problemi çözen kişi benim başdanışmanım olacak.
Bunu söyledikten sonra sehpanın üzerine, zarif bir gülün bulunduğu antika bir vazo koydu. Üstad “İşte problem bu”, dedi ve öğrencilerine başka hiçbir şey söylemeden gözlerini yumdu. Herkes vazonun ve gülün güzelliğine hayran oldu. Ortada bir problemin olduğunu ve onun çözümünün bulunması gerektiğini bilen talebeler kafa yormaya başladılar.
Ansızın talebelerin birisi yerinden kalktı ve elinin tersiyle sehpadaki vazoyu yere savurdu. Üstad gözlerini açtı ve “Artık benim başdanışmanımsın”, dedi. Talebeler olan biteni anlayamadı. Üstad ise sözlerine şöyle devam etti:- Sizler problemin içindeki cazibeye kapılarak onu çözmekten aciz kaldınız. Bu kardeşiniz ise problemin problem teşkil ettiğinin bilincinde olarak onu ortadan kaldırdı. Hayatımızda cazibesine kapıldığımız bir sürü problem olur, kalbi okşayan ama sorun yaratmaktan başka işe yaramayan ve vazgeçmek istemediğimiz ilişkiler, alışkanlıklar ve istekler gibi. Önemli olan çözüme odaklanmaktır, bizi çözümden uzaklaştıran problemin içindeki güzelliğe değil.
PAULO COELHO

8 Nisan 2013 Pazartesi




İstediği gibi bir hayat sürmenin tek yolu ne istediğini bilmek, ne istediğini bilmenin tek yolu da… kendini iyi tanımaktır. Uzmanlar ‘kendini tanımak’ denilen ‘komando parkuru’nun 6 etaptan oluştuğunu söylüyorlar.
Hayatta gerçekten istediğini yapan, istediği okula giden, istediği mesleği seçen, istediği gibi giyinen, istediği insanlarla arkadaşlık eden… özetle, istediği gibi yaşayan kaç kişi vardır acaba? Ezici bir çoğunluk, kendini tesadüflere, olayların akışına, hayatıyla ilgili önemli kararları da başkalarına bırakır. Başarısızlık korkusu ve toplumun, ailemizin bizden bekledikleri gibi hareket etme güdüsü, gerçek istediklerimizi yapmamızı engeller. Mesela bütün toplumlarda para kazanmak ve zengin olmak insanlara bir ‘başarı şartı’ gibi empoze edilir. Halbuki bu, bizim gerçek arzumuz ve hayalimiz olmayabilir. Biz gerçekten zengin olmak mı istiyoruz? Biz gerçekten büyük bir şirkette tepe yönetici mi olmak istiyoruz? Bizi mutlu edecek olan şey, bu mudur? Yoksa ‘sosyal normlara uymak, başkalarının bizi başarılı bulması için gerçek hayallerimizden fedakarlık mı ediyoruz?
1-Önceliklerinizi alt alta yazın
Uzmanlar “İnsanın kendine bağlanabilmesi için önce diğer bağlantıları kesmesi, cebini, internetini kapatması lazım” diyorlar. Kaslarınızı gevşetin, kafanızı boşaltın ve sadece içinde yaşadığınız anı yaşayın. Meditasyon yapanların yöntemiyle, her gün 5 dakika dikkatinizi vücudunuzun bir yerine, mesela ellerinize yahut nefes temponuza fokuslayın. İyice rahatladığınızı hissettiğiniz anda kendi kendinize sorun: Benim için hayatta önemli olan nedir? Bir kağıda, düşünmeden, alt alta yazın. Aptalca bir düşünce de olsa aklınıza her geleni yazın. Sonra, yazdıklarınızı ikişer ikişer karşılaştırın: A ile B’den hangisini daha çok istiyorum. B ile C’den… Aynı yöntemi en güzel hatıralarınız için de uygulayın, hayatınızın kendinizi en özgür ve kendinizle en barışık hissettiğiniz anları için de uygulayın. Listenizdekileri tek tek temizledikten sonra kalan 2-3 istek, sizin gerçek isteğinizdir.
2-Başarısızlıklarınızı abartmayın
Başlayıp da bitirmediklerinize değil, tamamladığınız projelerinize hatta başarılarınıza fokuslanın. Koçların her zaman tekrarladığı gibi “başarısızlıklarımız, başarı yolunda geçmemiz gereken me rhalelerdir.” Başarılı insanların hemen de tamamı böyle başarısızlıklar (hem de ne başarısızlıklar) yaşamış, yılmamış, aksine bundan ders ve fayda çıkarmayı bilmişlerdir. Aklınızdaki projeyi, istediğiniz bir şeyi gerçekten yapmak istediğinizi bilmek istiyorsanız, kendi kendinize “Bunu başarmak için yapmak gerekenlere hazır mıyım? Zorluklara ve bu yolda yaşayabileceğim küçük büyük başarısızlıklara hazır mıyım?” diye sorun. Evet cevabı veriyorsanız, hiçbir zorluk sizi engelleyemez.
3-Doğal becerilerinize güvenin
Öyle şeyler vardır ki insan zorlanmadan, doğal şekilde yapar. Size garip gelecek bir örnek verelim: Mesela telefonda saatlerce bir arkadaşınıza dil dökmek, gece yarılarına kadar internette sörf yapmak, yahut da sabah işe 11’de gidince müdürünüzün gazını almak için binbir gerekçe bulmak… Bunlar her zaman övünülecek şeyler olmayabilir. Bu aynı zamanda sizin meraklı, sabırlı, yaratıcı ve iletişimi kuvvetli birisi olduğunuzu gösterir. Zaaflarınız, kendi kendinize bile itiraf etmekten utandığınız küçük kötü alışkanlıklarınız ve huylarınız… sizin gerçek kişiliğinizin göstergesi olabilir. Proje yaparken, ne yapmak nasıl yapmak istediğinize karar verirken, bu ‘küçük günahlarınızı’ dikkate alın. Sabah 11’lere kadar uyumayı sevenlerdenseniz mesela, semt pazarında takı satmaya kalkmayın…
4-Zevkin farkına varın ki zevk alın
Çocukken oynadığınız oyunları hatırlayın: Zamanın nasıl geçtiğiniz fark etmezdiniz, anneniz babanız ‘Hadi gidiyoruz’ deyince akşamın geldiğini fark eder isyan ederdiniz. Zaman dururdu, çünkü çok zevk alırdınız ve tamamen oyuna konsantre olurdunuz. İnsanın zamanı ve kendini unuttuğu bu ‘tam keyif hali’ çok önemli. Yaptığınız her işte bu ortamı yakalamak çok önemli. Çünkü (1) insan böyle bir ruh hali içinde işini en iyi şekilde yapar; (2) büyük bir ihtimalle bu kadar zevk alarak yapacağınız şey, sizin hayalinizdeki şeydir. Koçlar şöyle bir yöntem öneriyorlar: Akşam yatağa yattığınızda günün olaylarını aklınızdan geçirin: Kendinizi en mutlu hissettiğiniz anlar hangileri? Duşta ıslık çalarken mi? Kedinizi severken mi? Bir gofret yerken mi? Uzmanlar söylüyor: Ne kadar çok zevk alırsak, nöronlarımız beyni o zevki yaratan bölgesini o kadar iyi uyarıyorlar. Ve motive olmak ve mutluluğun sonuna kadar gitmek için buna ihtiyacımız var.
5-İçinizdeki oyunbozanın oyununu bozun
“Ne istediğimizi bilmek neden bu kadar zor?” sorusuna uzmanlar hep bir ağızdan “Çünkü kendimizi yeteri kadar tanımıyoruz” cevabı veriyorlar. Bizimki gibi geleneksel(ci) toplumlarda, ömrümüz önümüze koyulan modellere uymaya çalışmakla geçiyor. Ailede ve okulda aldığımız eğitim, kültürümüz, meslek çevremiz bizi hep bu yönde şartlandırıyor ve zorluyor. Bu da projelerimizi baltalıyor, “kendimiz gibi” yaşamamızı engelliyor. Evde ve okuldu sık sık işittiğimiz, motivasyonumuzu bozan “Sen de beceriksiz adamsın!” yahut “Senden bir halt olmaz” gibi olumsuz yorumlar da etkili oluyor. Uzmanların “içimizdeki oyunbozan” dediği içses bize sürekli aynı şeyi tekrarlıyor. Bize devamlı başaramayacağımızı söyleyen bu içsesten nasıl kurtulacağız? Aynı uzmanlar “Susturmaya çalışmak yerine barış yapmayı deneyin” diyorlar: Mesela size “Beceriksizin birisin!” dediğinde ona sorun: “Emin misin? Nereden biliyorsun? Kim söyledi? Ne yaptım da beceremedim? Denememe izin vermedin ki…” İçinizdeki oyunbozanın oyununu böyle birkaç kere bozdunuz mu, göreceksiniz bakın sesi artık eskisi kadar gür çıkmayacak.
6-Gözleriniz açık rüya görmeyi öğrenin
İnsan, neden hoşlandığını ve zevk aldığını bilmek için hayal kurmalı, diyor uzmanlar: En sevdiğiniz hayal hangisi? Gözünüzün önüne üç adım yahut yüksek atlamaya hazırlanan atletleri getirin, sizin yapacağınız da aynı şey aslında. Ne yapmak, neyi başarmak istiyorsanız en küçük detaylarına kadar gözünüzün önüne getirin, hayalini kurun. Sık sık hem de. Başarınızı sahneye koyun, kendinizin rejisörü olun. Senaryoyu siz seçin, diyalogları siz yazın, dekoru, oyuncuları siz belirleyin. Tabii ‘esas kız / esas oğlan’ rolünü kimseye kaptırmayın. Başardığım zaman neler olacak, nasıl mutlu olacağım, ne değişecek?
Kaynak: Femme Actuelle

2 Nisan 2013 Salı


ONULMAZ HASTALIK

Erkan Sarıyıldız
Tüm dünyada en çok sayıda insanı etkileyen hastalık nedir diye sorduğumda aklınıza hangi hastalıklar geliyor? Doktorum ya, illaki hastalıklardan bahsetmem gerekir ya....
Aklınızdan kanser, tansiyon, şeker hastalığı geçiyordur eminim. Ama inanın bence bunlardan çok daha zararlı bir tanesi var, söyleyince şaşıracaksınız.
Bu soruyu kendime sordum, ardında düşünüp taşındım ve klinik çalışmalar yaptım (metodik olmak zorundayım) ve son kararımı açıklıyorum
KURGULAMA HASTALIĞI
Şimdi bu hastalık nereden çıktı diye düşünüyorsunuzdur?
Nasıl bir hastalıktır, belirtileri nelerdir, ne gibi komplikasyonları vardır?
İnsanları en çok  mutsuz eden, yerlerde süründüren, dert üstüne dert açan, dramalar yarattıran hastalıklı bir düşünce kalıbından bahsediyorum.
İnanın biraz düşününce beni haklı göreceksiniz.
Bu kalıbı farkettiğimden beri kendimi en çok rahatsız eden olayların, hayatımı  zindana çevirdiğim onlarca deneyimimin altında hep bu sinsi düşman yatıyormuş. Çok şükür tedavisini oldum. Darısı sizin başınıza..
Nasıl mı tedavi oldum?
Kurgulamalarımı aldırdım.
Bir düşünün yaşantınızı, ilişkilerinizi, karşınıza çıkan sorunları, ilişkilerdeki çıkmazları. Tüm bunların üstündeki şatafatlı dram giysilerini soyun ve olayı çıplak görün. Karşınızda  tüm bunları yaratanı, zihninizde büyük bir zevkle kahkahalar atarak oturan bu kalıbı bulacaksınız.
Arkadaşınız uzunca bir süre sizi aramaz ve buna çok üzülürsünüz. Bu hastalığın etkisindeki zihniniz size çok güzel  planlanmış kurgular yaratmaya başlar.
"O seni önemsemiyor. Bak hayatında senden daha önemli şeyler var. Sen artık onun için geri plandasın. "
Hemen bu kurgular içinizde bir öfke patlamasına dönüşür; ardından acı dolu ,bol gözyaşlı saatler gelir, kırgınlıklar da cabası.
Eşiniz eve gelir ve suratı asıktır. Yeni yaptırdığınız saçınızı farketmez.  Evet yine yaratık işbaşında:
"İşte artık seni sevmiyor. Bak saçını bile farketmedi. Şu suratına bak nasıl da asık, sana sevgisi azalmış belli.
Zaten  sen onun için önemli değilsin."
Ardından surat asmalar, kavgalar, başağrısı nöbetleri.
İşe gidersiniz. Yöneticiniz sabah size baktığında gülümsemedi. Günaydınınıza da kısa bir bakışla cevap verdi. Hadi bakalım:
"Kesin sen artık gözde elemanı değilsin. Zaten şirketin işleri kötü. Yakında ilk işten atılacaklar arasına seni de sokarlar."
Şu anda bu örnekler ne kadar komik geliyor değil mi?
Kendinize dürüst olun lütfen, bunları hepiniz yapıyorsunuz. Başkalarını kendi kafanızda yarattığınız kalıpların içine sokup, bu kalıplarda işleyip hem de daha onlara sormadan kendi Zannetme fabrikasının acımasız çarklarına sokup, daha o kişinin haberi bile olmadan asıp kesiyorsunuz.
Bütün bu karmaşık, kaotik düşünce saçmalığından çıkıp basitçe ve net olarak düşünmüyorsunuz.
 Belki arkadaşınız çok yoğun olduğu için telefon açamamıştır. Bunu ona sormadan kendi kafanızdaki infaz yargıcının kararını uyguluyorsunuz. O, çok sevdiğinizi söylediğiniz??? arkadaşınıza bu acımasızlığı uygulamanız, ona olan sevginizi sorgulatmaz mı?
Belki eşiniz işinde çok büyük sorunlar yaşadı, eve geldiğinde kafası çok meşgul olduğu için sizin için önemli olan bu saç meselesini farkedemedi. Hemen öfkeleneceğinize neden onu anlamak için uğraşmıyorsunuz? En çok sevdiğinizi düşündüğünüz insan bu kadar çabayı hakketmiyor mu?
Yöneticinizin özel hayatında sorunları olduğu için size tepkisiz kalabileceğini düşünemediniz mi?
Örnekler onlarca sıralanabilir.
Tamamen kendi yaratımınız olan kurgulamalar içinde debelenip, mutsuzluklar yaşıyorsunuz.
Bundan kurtulmak istiyorsanız zihninizin etiketleme ve yargılama çarkları devreye girmeden durdurmaya çalışın. Baktınız aynı olay cereyan edecek, hemen farkındalığa geçin işte o zaman bunu başarabiliyorsunuz
Şunları sürekli söyleyin kendinize.
Bir olay illa ki bir sebepten oluşmaz.
Herşeyi isimlendirmek, kurgulamak zorunda değilsiniz.
Herşeyi kişisel algılamak zorunda değilsiniz.
Olanı olduğu gibi deneyimlemeyi, insanları kendi doğalarında görmeyi öğrenmelisiniz.
Yaşamınıza giren insanları kendi zihinsel kalıplarınızdan özgürleştirin. İnanın, bu hamleye etrafınızdakilerin ve daha önemlisi  sizlerin çok ihtiyacı var.
Sevgiyle kalın
Erkan Sarıyıldız

Farkındalığınızı Artıracak 5 Kişisel Gelişim Kitabı Bir Ömür Nasıl Yaşanır? – İlber Ortaylı “Kendimi geliştirmek istiyoru...