30 Aralık 2013 Pazartesi



2014 Hoşgeldin.

1- Yeni bir sporla tanışın veya yeni bir spora başlayın.
2- Yeni bir yabancı dil öğrenin yada az bildiğiniz yabancı dilinizi ilerletin.
3- Daha çok kitap okuyun (enazından ayda bir) daha az tv izleyin.
4- Doğa ile daha fazla iç içe olun .2013 te yapamadıysanız bir ağaç dikin yada bir çiçek yetiştirin.
5- Yıllık izninizde daha önce hiç gitmediğiniz bir yere gidin.
6- Sağlığınıza daha çok dikkat edin. Üç beyazdan uzak durun.
7- Sevdiklerinizle daha çok vakit geçirin.
8- Yeni bir hobi edinin.
9- Aşık değilseniz aşık olmak ıcın evrene olumlu mesajlar yollayın
10- .Sinemaya, tiyatroya, sergilere gidin. Sevdiğiniz sanatçılarının konserlerıne gıtmek ıcın daha çok vakıt ayırın.
11- Bilgisayar başında daha az vakıt harcayın.
12- Bayramlarda ve fırsat buldukca yaşlıları ve hastaları zıyaret edin.
13- Bulunduğunuz kenti keşfedın gıtmedıgınız yerlerıne gidin. Muzelerını tarıhı dokularını zıyaret edın.
14- Önyargılarınızdan kurtulun ve daha çok empati yapın.
15- Eğer işinizden yada eşinizden memnun degılsenız yapılacak hıcbırsey kalmadıysa yasamınıza yenı bir başlangıç yapın..
16- Daha çok gülümseyin….

Bu onaltı madde benım ılk aklıma gelenlerdi, bu maddeleri çoğaltmak bizlerin elınde. Yeterkı yaşamın içinde nefes alalım, yasadıgımız anların hakkını verelım..

Yaşamımız anlardan ibaret. Sizde 2014 te anlarınızın kıymetını bilin.
Sağlıkla, sevgiyle ve de Mutlulukla kalın….

Sonsuz Sevgilerimle…♥

Serpil Söztutar…

29 Aralık 2013 Pazar

Para ile her şeye sahip olunacağı söylenir.
YİYECEK satın alabilirsin ama 
İŞTAH satın alamazsın...

İLAÇ satın alabilirsin ama ,SAĞLIK ALAMAZSIN...

GÖSTERİŞ alırsın ama GÜZELLİK alamazsın...

EĞLENCE alırsın ama NEŞE alamazsın...

TANIDIK alırsın ama DOST alamazsın...

HİZMETÇİ alırsın ama SADAKAT alamazsın...

BOŞ vakit alırsın ama HUZUR alamzsın...

PARA ile herşeyin KABUĞU alınır.

Hiç bir şeyin ÇEKİRDEĞİNİ alamazsın...

anne gorbord...

27 Aralık 2013 Cuma

Bir Tanrı Var mıdır?
J.Krishnamurti
Soru: Bir Tanrı'nın var olup olmadığını gerçekten bilmek isterdim. Eğer yoksa, hayatın hiç bir anlamı yok. İnsan, Tanrı'yı bilmeden, binlerce inanç ve görüntü içinde Tanrı'yı bulmuş. Bütün bu inançların doğurduğu bölünme ve korku insanı kendi türünden ayırmış. Bu bölünmenin acı ve zararından kaçmak için daha da çok inançlar yaratıyor; çoğalan acı ve zihin karışıklığı insanı bir girdabın içine çekip yutmuş. Bilmeden "inanıyoruz. Tanrı'yı bilebilir miyim? Hem Hindistan'da hem de buradaki birçok ermişe bu soruyu sordum ve hepsi de inanç üzerinde ısrarla durdular: "İnan, o zaman bileceksin  inancından hiç bir zaman bilemezsin." dediler. Siz ne düşünürsünüz? 
Krishnamurti: Anlamak için inanç gerekli mi? Öğrenmek, bilmekten çok daha önemli... İnancı öğrenmek, inancın sonudur. Zihin inançtan kurtulduğu zaman bakabilir. Bağlayıcı olan, inanç ya da inançsızlıktır; çünkü inançsızlık ve inanç aynıdır: Aynı paranın ters yüzleridir bunlar. Böylece olumlu ve olumsuz inancı bütünüyle bir yana koyabiliriz; inançlı ve inançsız, aynıdır. Bu gerçekleştiği zaman, "Bir Tanrı var mıdır?" sorusu oldukça değişik bir anlam kazanır. Bütün gelenek, bellek, akılsal ve duygusal anlatımlarıyla "Tanrı" kelimesi; bütün bunlar, Tanrı değildir. Kelime, gerçek değildir. Demek ki, zıhın kelimeden kurtulabilir mi? 
Soru: Bunun ne demek olduğunu bilmiyorum.
Krishnamurti: Kelime, gelenektir; umut, mutlağı bulma isteği, en yüce olan için savaşmak, varoluşa canlılık veren harekettir. Demek ki, kelime kendisi en yüce olan oluyor, ama aynı zamanda kelimenin, "şey" olmadığını da görebiliyoruz. Zihin, kelimedir ve kelime düşüncedir. 
Soru: Ve kendimi kelimeden soymamı istiyorsunuz. Bunu nasıl yapabilirim? Kelime, "geçmiş zamandır: bellektir. "Eş" kelimedir, "ev" kelimedir. Başlangıçta kelime vardı. Aynı zamanda, kelime iletişim (haberleşme), özdeşleşme (hüviyet) demektir. İsminiz, siz değilsiniz, ama isminiz olmadan sizi soruşturamam. Ve bana, zihnin kelimeden kurtulup kurtulamayacağını soruyorsunuz. Yani, zihin, kendi etkinliğinden (faaliyetinden) kurtulabilir mi? 
Krishnamurti: Ağaç durumunda, nesne, gözlerinin önünde ve evrensel sözleşme ile kelime, ağaca yükleniyor. Ama ''Tanrı'' kelimesi söz konusu olduğu zaman kelimenin yükleneceği herhangi bir şey yok; hiç bir referans olmadığı için de her insan ona ait kendi görüntüsünü yaratabiliyor. Din bilimci bir biçimde, entelektüel başka bir biçimde, inançlı ve inançsız da, kendi yollarında yapıyorlar bunu.
Umut, sonra da arayış ortaya çıkarıyor bu inancı. Bu umut, umutsuzluğun sonucu; dünyada, çevremizde gördüğümüz her şeyin umutsuzluğu, Umutsuzluktan umut doğuyor; bunlar da aynı paranın iki yüzü. Umut olmadığı zaman cehennem var ve bu cehennem korkusu bize umudun canlılığını veriyor. Sonra da yanılsama başlıyor. Demek ki kelime bizi yanılsamaya götürmüş durumda, hiç de Tanrı'ya değil. Tanrı, tapındığımız yanılsamadır; inançsız kişi de taptığı başka bir tanrının yanılsamasını yaratıyor - devlet, bir ütopya, ya da bütün hakikati içerdiğini düşündüğü bir kitap - o Böylece, yanılsamasıyla birlikte kelimeden kurtulup kurtulamayacağınızı soruyoruz size. 
Soru: Bunun üzerinde derince düşünmeliyim.
Krishnamurti: Eğer yanılsama yoksa geriye ne kalır?
Soru: Sadece, olan.
Krishnamurti: O "olan" en kutsal olandır. 
Soru: Eğer "olan" en kutsalsa o zaman savaş, nefret. kargaşa, acı, hırs, yağma en kutsal. O zaman hiç bir değişmeden söz etmemeliyiz. Eğer "olan" kutsalsa, o zaman her katil, yağmacı ve fırsatçı, "Bana dokunma, yaptığım kutsaldır." diyebilir. 
Krishnamurti: "Olan, en kutsal olandır." cümlesinin basitliğinin ta kendisi büyük yanlış anlamaya götürüyor, çünkü ondaki hakikati görmüyoruz. "Olan"ın kutsallığını görürseniz, adam öldürmezsiniz, savaşmazsınız, umut etmezsiniz, sömürmezsiniz. Bu şeyleri yapmış olduktan sonra, uymadığınız bir hakikatten ayrıcalığınız olduğunu öne süremezsiniz. Siyah göstericiye, "Olan kutsaldır, karışma, yakma ... " diyen beyaz adam bir şey görmemiştir, çünkü eğer görseydi, zenci onun için kutsal olacaktı ve yakıp yıkmaya da gerek kalmayacaktı. Demek ki, eğer her birimiz bu hakikati görürse, değişmenin olması gerekir. Hakikati böyle görmek, değişmedir. 
Soru: Buraya Tanrı'nın var olup olmadığını öğrenmeye geldim, ama siz tamamen aklımı karıştırdınız. 
Krishnamurti: Tanrı'nın var olup olmadığını sormaya geldiniz. Biz de dedik ki, "kelime", bizi taptığımız yanılsamaya götürür ve bu yanılsama için birbirimizi isteyerek yok ediyoruz. Yanılsama yokken "olan" en kutsaldır. Şimdi "olan"ın gerçekte ne olduğuna bakalım. Belirli bir anda, "olan", korku olabilir, derin umutsuzluk, ya da kabına sığmaz neşe olabilir. Bu şeyler sürekli olarak değişiyor. Ama aynı zamanda. "Çevremde bütün bunlar değişiyor, ama ben değişmeden kalıyorum." diyen bir de gözlemci var. Bu bir hakikat mi, gerçekte "olan" o mu? O da değişmiyor mu, kendisine bir şeyler ekleyip kendisinden bir şeyler çıkartmıyor mu; değişiyor, kendini uyduruyor, oluyor ve yok olmuyor mu? Demek ki hem gözlemci hem de gözlenen sürekli olarak değişiyor. "Olan" değişmedir. Bu bir hakikattir. "Olan" budur.
Soru: O zaman aşk değişebilir mi? Eğer her şey bir değişme hareketiyse, aşk da o hareketin bir parçası değil mi? Ve aşk değişebilirse, o zaman ben bir kadını bu gün sevebilirim ve yarın da bir başkasıyla yatarım. 
Krishnamurti: Aşk mı o? Yoksa aşkın, aşkın dile getirilmesinden değişik olduğunu mu söylüyorsunuz? Yoksa anlatıma aşktan daha büyük bir önem veriyor da böylece bir çatışma, çelişki mi yaratıyorsunuz? Aşk, değişim çarkının içinde yakalanabilir mi hiç? Eğer öyleyse, o zaman nefret de olabilir; o zaman aşk, nefrettir. Sadece hiç bir yanılsama olmadığı zaman, "olan" en kutsaldır. Hiç bir yanılsama olmadığı zaman "olan" Tanrı'dır, ya da başka bir ad kullanılabilir. Demek ki Tanrı, ya da ona hangi adı verirseniz verin, siz olmadığınız zaman vardır. Siz varken, o yoktur. Siz yokken, aşk vardır. Siz varken, aşk yoktur.
( Değişmek Zorundayız - J.Krishnamurti )

26 Aralık 2013 Perşembe

İmgeleme ve Fizyolojik DeğişimDr. Martin L.Rossman
İmgelemenin ( imajinasyon ) iyileştirici gücü, belki de en çok onun doğrudan fizyolojik etkileri aracılığıyla bilinmektedir. İmgeleme sayesinde bedensel fonksiyonlarınızın birçoğunda genellikle bilinçli bir etkiyle ulaşılamayacağı düşünülen değişimleri yaşama geçirebilirsiniz.
İşte size basit bir örnek: Parmağınızla burnunuza dokunun. Bunu nasıl başardınız? Belki de şaşıracaksınız ama bunu tam olarak hiç kimse bilemez. Bir nöroanatomist beyinde hareketi başlatan ilk sinirin bulunduğu noktayı bize söyleyebilir. Hareket uyaranını, beyinden hareketi gerçekleştirecek kaslara kadar ileten sinirlerin oluşturduğu zincir de belirlenebilir. Ancak burnunuza dokunmayı düşündükten o zincirdeki ilk hücrenin harekete geçmesine kadarki süreçte nelerin yaşandığını hiç kimse bilemez. Yalnızca o hareketi gerçekleştirmeye karar verirsiniz ve gerçekleştirirsiniz. Bunu nasıl yaptığınızı bilmeniz bile gerekmez.
Şimdi de ağzınızı sulandırmayı deneyin. Muhtemelen bunun hiç de kolay olmadığını anlayacaksınız ve hatta gerçekleştiremeyeceksiniz. Çünkü tükürük salgılamak genellikle bilinçli kontrolümüzün dışındadır. Sinir sisteminin iradi hareketleri, düzenleyen kısmından farklı olarak belirlenir. Merkezi sinir sistemi, iradi hareketleri düzenler. Salgı ve normalde bilinçli kontrolümüzün dışında işleyen diğer fizyolojik fonksiyonlarımızı ise özerk sinir sistemi düzenler. Otonom sinir sistemi bizdeki "salgılamak" gibi alışılmış düşüncelere tepki vermeye hazır değildir. Ancak imgelemeye tepki verirler.
Bir an için gevşeyin. Sapsarı ve sulu bir limonu kavradığınızı imgeleyin. Onun serinliğini ve sertliğini hissedin. Elinizle bir tartın. Ortadan ikiye kestiğinizi ve suyunu bir bardağın içine sıktığınızı imgeleyin. Bardağın içine limonun etli kısmından da bir kaç parça ve birkaç çekirdek de düşebilir. Bardağı dudaklarınıza götürdüğünüzü ve ekşi limon suyundan bir yudum aldığınızı imgeleyin. Ağzınızın içinde dolaştırın, ekşiliğini tadın ve yutun.
Ağzınız nihayet sulandı mı? Dudaklarınızı büzdünüz mü ya da yüzünüzü ekşittiniz mi? Bunu yapabilmeniz, limon suyunu imgelemeniz sonucunda özerk sinir sisteminizin harekete geçtiğini gösterir. Limon suyunu içtiğinizi düşünmek için muhtemelen çok fazla zamana ihtiyacınız olmaz. Bununla birlikte benzer bir mekanizmayla alışkanlık olarak düşündüklerinizin de bedeniniz üzerinde önemli etkileri olabilecektir. Zihniniz tehlike fikriyle dolup taşıyorsa, sinir sisteminiz stres tepkisini harekete geçirir; uyarılırsınız ve geriliminiz artar. Böylece sizi o tehlike ile karşılaşmaya hazırlar. Oysa sakin ve huzur dolu sahneler imgelerseniz, "tehlike geçti" işaretini verir ve bedeniniz gevşer.
Biyofidbek, hipnoz ve meditasyon üzerine yapılan araştırmalar, insanın kendi kendini düzenleme kapasitesinin oldukça yüksek olduğunu göstermiştir. Gevşemişken gerçekleştirilen ve belirli bir noktaya odaklanan imgeleme, tüm bu yaklaşımlardaki ortak motiftir. Çeşitli imgeleme türlerinin kalp atışlarını, kan basıncını, solunumu, alman oksijen miktarı ve verilen karbon diyoksit miktarını, beyin dalgalarının ritmini ve motiflerini, derinin elektriksel karakteristiklerini, lokal kan akışını ve ısıyı, mide ve bağırsakların reaksiyonlarını ve salgılarını, cinsel tahriği, kandaki sinirsel iticileri ve değişik hormonların düzeylerini, bağışıklık sisteminin işleyişini etkilediği görülmüştür.  Tüm bunlar imgelemenin, bedenin temel kontrol sistemlerini etkileyebildiği anlamına gelir. İmgelemenin iyileştirici potansiyelleri, fizyoloji üzerindeki basit etkilerinin çok ötesindedir.
Kaynak; İmgelemenin İyileştirici Gücü - Dr. Martin L.Rossman

24 Aralık 2013 Salı

Zamanı geldiğinde kayığı terk edebilmek

Kayık tüm zamanlarda en çok kullanılan sembollerden birisi olmuştur. Mesela eski Mısır papirüslerindeki kayıktaki kuş tasviri ölümü, fiziksel dünyadaki bedeni terk edişi simgeler.
Gidişiyle bir hareketi gösteren kayık, her şeyden önce, yolculuğun, belli bir hedefe doğru yol almanın, taşınmanın sembolüdür. Kayık daha çok bireysel yolculuğu simgeler. 
Ne zaman sorunlu bir işin, sorunlu bir evliliğin sonlandığını, mevcut sorunlardan uzaklaşmak için kalıcı şehir veya ülke değişikliği yapıldığı haberini alsam hemen Hint mitolojisindeki kayığın terk edilmesi hikayesi gelir aklıma. Hint mitolojisine göre, “Tirthankaralar'ın karşı kıyıya geçirdiği ölülerden bazıları karşı kıyıya geçtikten sonra da kayığı bir türlü terk etmek istemezler, yollarına, kayığı sırtlarına alarak devam etmek isterlermiş. Dağları tepeleri böyle geçmeye çalışır ve bir süre sonra da yorgunluktan çöküp kalırlarmış.” (Kayık, yalnızca bu hikayeye özgü olmak üzere, burada, bedenini terk etmiş olan varlığın, vazgeçemediği maddi bağlarını, dünyasal alışkanlıklarını ve geri düzeyli duygu ve düşünceler içinde olmaya devam etmesini simgeler.) Kayıklarını ırmağı geçince terk edebilenler ise yollarına rahatlıkla devam ederler. 
“Kayıkla yolculuk sembolizminde tutkular denizini aşmaktan söz ediliyorsa, bu deniz yolculuğu, kendisini yeryüzüne bağlayan maddi tutkulardan kurtulma, nefsini yenme serüvenini, yani "huzur adasına yolculuğu” simgeler. Bu adaya varana, yani nefsini yenmiş kimseye, maddi tutkular denizi sularının üzerine çıkmış olmayı ifade etmek üzere "suların üzerinde yürüyen" anlamında narayanadenirmiş.”
Hayatın içinde acaba hangi kayıkları zamanında terk edebildik, hangileriniyse farkında olmadan halen sırtımızda taşıyoruz? Bu çok zorlu bir yüzleşme biliyorum. Çok spiritüel geçinen ama güvende kalma duygusuyla sürekli maddi kaygılarla hareket eden, iki yüzlülüğü kendisine gösterildiğinde bunu büyük bir öfkeyle karşılayan dostlarınız yok mu etrafınızda? Benim vardı, yıllar sonra ben ikiyüzlüyüm diye makaleler yazdılar hatta. Bende gülümseyerek ve onlar adına sevinerek okudum. Sonra bindikleri kayığı terk edemeyişlerini izledim ve böyle zamanlarda başkalarını suçladıklarını duydum sıkça. Şimdi nihayet bırakabildiklerini duyduğumda, yine sadece gülümsüyorum.
Hepimizin bir gün bindiğimiz bu kayıklardan inme tercihimiz var, ya da hikayede olduğu gibi vurup sırtımıza altında çökene kadar devam edebiliriz. Sonra çöküş anı geldiğinde de büyük olasılıkla kayığı suçlarız. Okuduğumuz okullar, bizlere çok değerli bilgiler kazandıran öğretmenlerimiz, geçiminizi sağlamak için yaptığımız işler, çalıştığımız şaşalı büyük şirketler, spiritüel olarak bize aydınlanma yaşatan kitaplar ve yazarları, kendimizi daha yakından tanımamıza olanak sağlayan psikologlar, yaşam koçları vs. hep zamanı geldiğinde inip yolumuza onlarsız devam etmemiz gereken tekamül araçlarıdır sadece. Kimseyi ne gözünüzde büyütün derim, ne de yargılayın yaptıklarını acımasızca. Sadece kullandığı tekamül araçlarını zamanında bırakıp bırakamadığına bakın, bakın bakalım hala o koca kayıkları üzerlerinde mi taşıyorlar?
Kayıkla yolculuk sembolünün genellikle farklı anlamlara gelen iki şekilde kullanıldığını fark ettim. Kayık ya ırmağın karşı kıyısına geçmek için, ya da bir ırmağın akıntısı yönünde yol almak üzere kullanılıyor. Siz siz olun sizi sadece karşı kıyıya taşıma görevi olan kayıkları zamanı geldiğini fark ettiğinizde mutlaka geride bırakın ve kendi doğrunuzu yaratmak için onsuz devam edin yolculuğa. Ama birlikte akıntıya kapılabildiğiniz biriyse bu kayık, akıntının en güçlü anlarında daha da sahip çıkın aranızdaki ilişkiye.
Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL

21 Aralık 2013 Cumartesi

Ruhum Bana Fısıldadı ve dedi ki;

“Ruhum bana fısıldadı” diyor Halil Cibran bir şiirinde. “Ruhum bana fısıldadı ve güçlü ve zayıf olarak ikiye ayırdığım insanların aslında benim gibi olduğunu söyledi. Acıdığım veya imrendiğim insanların, takip ettiğim veya meydan okuduğum insanlardan aslında hiçbir farkım olmadığını söyledi.”

Her yaptığım çalışmada, neredeyse her yaptığım seansta bende aynı şeyi fark ediyor ve irkiliyorum. Terapist neyse danışanı O’dur derler, ne kadar doğruymuş. Ben hangi konuda kendimi geliştirip, o konuda daha iyi sonuçlar almaya başlasam, tamda o konuda daha fazla iyileşme ihtiyacı duyanlar gelmeye başlıyor. Bu elbette tesadüf değil, gerçekte çekim yasası.

“Biliyorum benim özüm, onların özü. Benim vicdanım, onların vicdanı. Benim içimde parlayan ışık, onlar sayesinde yanıyor. Benim yolculuğum, onların yolculuğu aynı zamanda. Onlar yükseldiğinde, bende yükseliyorum. Onlar ışıldadığında bende şarj oluyorum.”

Ruhum bana fısıldadı ve dedi ki “Işığı taşıyan olsan bile, sen ışığın kendisi değilsin.”Danışanlarım benliklerini bana açtıkça, hiçbir sırrın kalmadığını fark ediyorum kendi yüreğimde de. Onların ruhsal yolculuğunda mesafe aldıkça kendime yaklaşıyorum ve kendime yaklaştıkça onların ruhlarını daha iyi anlıyorum.

Ruhum bana fısıldadı ve dedi ki “Dokunduğun her şey arzunun bir parçası, ama asıl arzuladığın cisimlenmemiş olana duyduğun özlemdir.”
Ruhum bana fısıldamadan önce inanıyordum, ruhum bana fısıldadıktan sonra şimdi biliyorum. Ruhum bana fısıldadı ve dedi ki “Zamanı dün, bugün ve yarın diye ayırma. Geçmişi asla geri gelmeyecek, geleceği asla ulaşılamayacak sanma, yapılan her şey şimdi ve burada değişebilir. Unutma, burası, orası, şurası yok. Sen her yerdesin.”

Ruhum bana fısıldadı ve dedi ki “İnsanların iyisini ve güzelini sevmek kolaydır. Zor olan hor görüleni sevmektir. Şimdi biliyorum ki sevgiye en çok ihtiyaç duyanlar, aslında onu en az hak ediyor görülenlerdir.”
Ruhum bana fısıldadı ve dedi ki; “Yaratanı ve yarattığı her şeyi tanımaya çalış, her şeyi sev, ama önce kendinden başla!”

Aşkla ve sevgiyle kalın,
Kartal ÖZAL
PDR ve Davranış Bilimi Uzmanı

16 Aralık 2013 Pazartesi

Anasayfa  FEEL UP  Psikoloji  Güçlü bir zihne sahip olan insanların yapmaktan kaçındıkları 10 şey

Güçlü bir zihne sahip olan insanların yapmaktan kaçındıkları 10 şey

zihin gücü
Çalışan her insan fiziksel sağlığını sporla ya da düzenli uykuyla destekleyerek, gün içinde oluşan yorgunluğunu bir şekilde azaltmaya çalışır. Özellikle girişimciler, yaratıcı işlerle uğraşanlar; yani yaptığı işte bedenini değil zihnini kullanan insanlar içinse, zihin sağlığı da en az vücut sağlığı kadar önem taşır.
Bugüne kadar sizlerle paylaştığımız çeşitli makalelerde zihin sağlığını desteklemek için neler yapılması gerektiğiyle ilgili birçok bilgi paylaştık. Bu kez de zihinsel yönden güçlü olan insanların nelerden uzak durduklarını incelemek istedik.
Klinik Psikolog Amy Morin’in geçtiğimiz günlerde yayınladığı ve zihinsel olarak güçlü olan insanların nelerden uzak durduğunu anlatan makalesinden bazı maddeleri sizler için derledik.
İşte zihinsel olarak güçlü olan insanların yapmadıkları 10 şey;
1. Kendilerini üzerek zaman geçirmezler
Zihinsel yönden güçlü olan insanlar etraflarında olup biten olumsuz şeylerle ilgili kendilerini suçlamazlar ve bunlar için kendilerini üzmezler. Hayattaki sorumluluklarını anlamaya ve onları en iyi şekilde yerine getirmeye çalışırken; hayatın kolay olmadığının ve herkese eşit şekilde davranmayacağının da bilincindedirler.
2. Başkaları tarafından kontrol edilmezler
Güçlü bir zihne sahip olan insanlar, diğer insanların kendileri üzerinde kontrol kurmasına izin vermezler. Örneğin, güçlü bir akla sahip olan bir insandan “Bugün patronumun söylediği şey yüzünden kendimi çok kötü hissediyorum.” gibi bir cümle duyamazsınız. Çünkü bu insanlar kendi duygularını kendilerinin kontrol ettiklerinin ve yaşadıkları olaylara verdikleri tepkileri seçebilme şansları olduğunun farkındadırlar. Yani kısacası, siz ne yaparsanız yapın onlar nasıl isterlerse öyle hissederler.
3. Değişim karşısında bocalamazlar
Zihinsel anlamda güçlü olan insanlar değişimden kaçmaya çalışmazlar. Bunun yerine pozitif değişiklikleri olgunlukla karşılarlar ve değişimin gelişim getireceğine inanırlar. Değişim karşısında karmaşa yaşamamalarının sebebi aynı zamanda, bununla başa çıkabilecek güçte olduklarına inanmalarından gelir.
4. Kontrol edemeyecekleri şeyler için zaman harcamazlar
Zihni güçlü bir insanın kaybettiği valiz ya da trafik yüzünden üzüldüğünü ve şikâyet ettiğini görmek oldukça zordur. Kontrol edemedikleri olaylar yüzünden kendilerini üzmek yerine, hayatlarındaki kontrol edebildikleri şeylere odaklanırlar.  Çoğu zaman da hayatlarındaki en iyi kontrol edebilecekleri şeyin davranışları olduğunun bilincinde olurlar ve davranışlarını kullanarak değiştiremeyecekleri hiçbir şey üzerine düşünerek zaman harcamazlar.
5.Herkesi memnun etmeye çalışmazlar
Zihinsel olarak güçlü olan insanlar her zaman herkesi memnun edemeyeceklerinin farkındadırlar ve bunun için ekstra bir çaba sarf etmezler. Gerekli gördüklerinde hayır demekten ya da konuşmayı kesmekten çekinmezler. Nazik ve adil olmaya çalışırlar ancak karşılarındaki insanı memnun edemeyeceklerini anladıklarında daha fazla üstüne gitmezler.
güçlü insanlar
6. Risk almaktan korkmazlar
Mantıklarına yatmayan ya da aptalca gördükleri riskleri almasalar da, önceden planladıkları ve akıllarına yatan riskleri almaktan çekinmezler. Zihinleri güçlü olan insanlar alacakları riskleri ve bunun sonucunda neler kazanacaklarını çok iyi hesaplarlar. Risk almadan önce her şeyi mutlaka artılarıyla ve eksileriyle değerlendirip ona göre hareket ederler.
7. Geçmişe takılıp kalmazlar
Güçlü zihinlere sahip insanlar geçmiş hakkında düşünmekten ve “keşke” demekten her zaman kaçınırlar. Bunun yerine geçmişte yaptıkları her şeyden ders çıkarmaya ve bu dersleri kişisel gelişimlerine katkı sağlayacak şekilde kullanmaya bakarlar. Geçmişte olumlu ya da olumsuz ne yaşadılarsa geride bırakırlar ve yalnızca bugünü yaşayıp, gelecek için plan yaparlar.
8. Aynı hataları üst üste tekrarlamazlar
Zihinsel açıdan güçlü olan insanlar, davranışlarının sorumluluklarını üstlenirler ve geçmişte yaptıkları hataları kabul edip, onlardan ders çıkarmaya çalışırlar. Bu şekilde, aynı hataları üst üste yapmaktan kaçınırlar.
9. Diğer insanların başarılarını kıskanmazlar
Güçlü bir zihne sahip olan insanlar, hayatlarında var olan diğer insanların başarılarını kutlamayı ve takdir etmeyi bilirler. Bu insanlara karşı kıskançlık, öfke gibi negatif duygular beslemezler. Başarının uzun bir çalışmanın ürünü olduğunun farkındadırlar ve başarıya ulaşmak için başka insanlara engel olmak yerine, kendi hayatlarında düzenlemeler yapmayı tercih ederler.
10. İlk yenilgilerinde pes etmezler
Zihinleri güçlü olan insanlar, başarısızlığı vazgeçmek için bahane olarak kullanmazlar. Bunun yerine nerede hata yaptıklarını bulmaya çalışarak kendilerini geliştirmeye çalışırlar. Doğru sonuca ulaşana kadar denemekten ve hata yapmaktan kaçınmazlar.

Bu yazının sevdiklerinizin ruh sağlığına katkıda bulunacağına inanıyorsanız, onlarla paylaşmayı deneyin :)

Mutlu insanların farklı yaptığı 10 şey


“Mutluluk, hayatın bir yerinde var olan ve bulunmayı bekleyen bir duygu değildir; onu elde etmek için çaba sarf etmeniz gerekir.” 
Dalai Lama
Mutluluk nedir sorusu sorulduğunda bir çok insanın aklına şans, para, başarı gibi şeyler gelir. Peki, mutluluğun kaynağı aslında nerede gizli hiç düşündünüz mü? Sınırsız para, şans ve başarı tek başına mutlu olmanız için yeterli mi?
Uplifers olarak “Mutluluk nedir?” sorusu üzerine biraz düşündük ve mutlu insanları farklı kılan 10 şeyi sizler için derledik.
İşte mutlu insanların farklı yaptığı 10 şey;
1. Hayatı dengeli yaşarlar
dengeli yaşam
Mutlu insanların ortak özelliklerinin en başında, sahip oldukları şeylerle yetinmeleri ve endişe, stres gibi duygular yaratabilecek durumlar üzerine zaman harcamamaları yer alır. Mutsuz insanlar ise bunun tam tersi bir hayat tarzını benimsemişlerdir; sahip olmadıkları şeyler üzerine gereksiz yere düşünür ve çok zaman harcarlar.  Mutlu insanlar hayatlarını dengeli yaşarlar ve aile, arkadaşlar, kariyer, sağlık, din gibi kendileri için önemli olan konular dışında pek fazla şeye kafa yormazlar.
2.  Çevrelerindeki insanlara önem verirler
saygı
Mutlu insanlar karşılarındaki insanlara saygı duyarlar. Çevrelerindeki insanların duyguları ve düşünceleri konusunda her zaman hassastırlar. Çoğu zaman da bu davranışlarının karşılığını saygı duydukları insanlardan alırlar.
3. Küçük şeyleri kafalarına takmazlar
küçük şeyler
Mutlu insanları mutsuz insanlardan ayıran belki de en önemli özellik “boşvermek”tir. Bazen ne kadar iyi bir insan olursanız olun kötü durumlarla karşılaşabilirsiniz. Mutlu insanlar bu durumun farkında olan ve tatsız durumların hayatlarının akışına engel olmasına izin vermeyen insanlardır. Mutsuz insanlar ise bu tarz durumlarla karşılaştıklarında genellikle üzüntü, suçluluk, sinirlenme gibi duygularla kendilerini hırpalarlar.
4. Yaptıkları her şeyin sorumluluğunu kendi üstlerine alırlar
yenilgiyi kabullenmek
Mutlu insanlar mükemmel insanlar değillerdir ve kendileri de bunun farkındadırlar. Başarısızlıklarına bahaneler bulmak yerine kabullenmeyi seçerler. Hatalarından dersler çıkarıp, bu dersleri kişisel gelişimlerine katkı sağlayacak şekilde kullanırlar. Mutsuz insanlar ise yaptıkları hataları genellikle başkalarına yıkmaya ve bahaneler üretmeye yatkındırlar.
5. Çevrelerinde mutlu insanlar barındırırlar
mutlu insanlar
Mutlu insanların önemli bir özelliği de sürekli kendileri gibi insanlarla zaman geçirmeleridir. Mutsuz insanlar ise genellikle negatif enerjilerini etraflarındaki insanlara da yansıttıkları için sürekli mutsuz ve gergin ortamlarda bulunmak zorunda kalırlar. Bu nedenle kendinizi üzgün, mutsuz ve çaresiz hissettiğiniz durumlarda sizi mutlu edebileceğine inandığınız arkadaşlarınızı ya da aile üyelerini aramanız, size pozitif enerji olarak geri yansıyabilir.
6. Kendilerine ve çevrelerindeki insanlara karşı dürüsttürler
dürüstlük
Mutlu insanlar genelde güven ve dürüstlük gibi değerlere sahiptirler. Karşılarındaki insanda olumsuz bir imaj yaratabileceklerini bile bile doğruları söylemekten asla vazgeçmezler ve size objektif geri dönüşlerde bulunurlar. Ayrıca, kendileri için yapılan dürüst ve açık eleştirileri de saygı ve hoşgörüyle karşılarlar.
7.  Mutlu olduklarını belli ederler
gülmek
Bu, mutlu ve mutsuz insanları ayırt etmede kullandığımız en basit ancak en emin olduğumuz özelliklerden biridir. Çok mutlu olduğunu bildiğiniz bir arkadaşınızı düşünün. Kafanızda beliren resim büyük bir ihtimalle gülen, kahkaha atan ve mutlu olduğu her hareketinden belli olan bir portre. Diğer taraftan, mutsuz olan insanlara baktığımızda karşımıza çıkan tablo; genelde ciddi, özgüveni düşük ve gülmeyen yüzlerdir.
8. Tutkuludurlar
tutku
Mutlu insanların bir diğer ortak özelliği de hayatı tutkulu yaşamaları ve bu tutkularını hep yükseklerde tutmak için çabalamalarıdır. Mutlu insanlar genelde aradıkları şeyleri hayatlarının bir yerinde ya da bir döneminde bulan ve daima sevdikleri şeyleri yaparak zaman geçiren bireylerdir.
9. Engellerden fırsatlar yaratırlar
zorluklar
Mutlu insanlar genelde hayatın onlara sunduğu zorlukları kabul eden ve bu zorlukları kendilerini geliştirmek için fırsata çeviren insanlardır. Olumsuzluklardan olumlu durumlar yaratırlar ve her zaman bardağın dolu tarafına odaklanırlar. Kendi kontrolleri dışında gelişen olaylara takılıp kalmak yerine, problem yaratan durumlara yaratıcı çözümler bulmakla uğraşırlar.
10.  Anı yaşarlar
anı yaşamak
Mutsuz insanlar geçmişlerine takılı kalıp gelecek hakkındaki endişeleriyle zaman harcarken, mutlu insanlar içinde bulundukları anın tadını çıkarmakla meşguldürler. İçinde bulundukları anın değerini bilirler ve o anı mümkün olabildiğince kendi mutlulukları doğrultusunda dolu dolu yaşamaya çalışırlar.
Bu yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, daha mutlu bir hayata ilk adımı atmalarına katkıda bulunabilirsiniz :)

14 Aralık 2013 Cumartesi

İyimser Olmanın Gücü

İyimser olmak, her şeye olumlu bir bakış açısıyla bakmak, hayatta karşımıza çıkan zorlukları, engelleri aşmamızı sağlayan bir güçtür. Her şartta seçenekler üretebilen, kötü durumlar için iyi bir şeylerin yapılabileceğine inanan, çözümlere yönelen bir düşünce tarzıdır. İyimserler olumsuzlukları olumluya çevirmeyi bilirler. Kendi hayatları kadar çevresindekilerinin hayatlarını da olumlu yönde etkilerler.
Tıpkı Francie Baltazar Schartz’a ait yazının kahramanı Jerry’nin yaptığı gibi;
Herkes İçin Biraz Mutluluk
Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi. Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu bir şey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile, “Bu adam, bu halde nasıl bu kadar iyimser olabiliyor” diye. Birisi nasıl olduğunu sorsa “Bomba gibiyim” diye yanıt verirdi hep. “Bomba gibiyim”.
Jerry doğal bir motivasyoncuydu. Yanında çalışanlardan biri o gün, kötü bir günündeyse, Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı. Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni.
Bir gün Jerry’e gittim “Anlamıyorum” dedim. “Nasıl oluyor da, her zaman, her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun? Nasıl başarıyorsun bunu?”
“Her sabah kalktığımda kendi kendime Jerry bugün iki seçimin var. Havan ya iyi olacak ya kötü derim. Havamın iyi olmasını seçerim. Kötü bir şey olduğunda yine iki seçimim var: Kurban olmak ya da ders almak. Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim. Birisi bana bir şeyden şikâyete geldiğinde, yine iki seçimim var. Şikâyetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını göstermek. Ben hayatın olumlu yanını seçerim.”
 
“Yok yahu” diye protesto ettim. “Bu kadar kolay yani? “Evet kolay” dedi Jerry. “Hayat seçimlerden ibarettir. Her durumda bir seçim vardır. Sen, her durumda nasıl davranacağını seçersin. Sen, insanların senin tavrından nasıl etkileneceklerini seçersin. Yani sen hayatını nasıl yaşayacağını seçersin.”
Jerry’nin sözleri beni oldukça etkiledi. Onu uzun yıllar görmedim ama hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek yerine seçim yapmayı tercih ettiğimde hep onu hatırladım. Yıllar sonra Jerry”nin başına çok tatsız bir olay geldi. Soygun için gelen hırsızlar, paniğe kapılıp, Jerry’i delik deşik etmişler. Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış. Taburcu edildiğinde, kurşunların bazıları hala vücudundaymış.
Ben onu olaydan altı ay sonra gördüm. “Nasılsın?” diye sorduğumda, “Bomba gibiyim” dedi. “Bomba gibi…
“Olay sırasında neler düşündün Jerry” dedim.
“Yerde yatarken, iki seçimim var diye düşündüm. Ya yaşamayı seçecektim ya ölümü, ben yaşamayı seçtim
“Korkmadın mı? Şuurunu kaybetmedin mi?”
“Ambulansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı. Bana hep “iyileşeceksin merak etme” dediler. Ama acil servisin koridorlarında sedyemi hızla sürerlerken doktorların ve hemşirelerin yüzündeki ifadeyi görünce ilk defa korktum. Bu gözler bana “Bu adam ölmüş” diyordu. Bir şeyler yapmazsam, biraz sonra ölü bir adam olacaktım gerçekten.”
“Ne yaptın?” diye merakla sordum.
“İri yarı bir hemşire yanıma yaklaştı ve herhangi bir şeye alerjim olup olmadığını sordu. “Evet” diye yanıt verdim.” “Var.” Doktorlar ve hemşireler, merakla sustular. Derin bir nefes alarak kendimi topladım ve bağırdım: “Benim kurşunlara karşı alerjim var!” Doktorlar ve hemşireler gülmeye başladılar, tekrar bağırdım. “Ben yaşamayı seçtim. Beni bir canlı gibi ameliyat edin, otopsi yapar gibi değil.”
Jerry, sadece doktorların büyük ustalıkları sayesinde değil, kendi olumlu tavrının büyük katkısı ile yaşadı. Yaşaması bana iyi bir ders oldu. Her gün, hayatımızı dolu dolu yaşamayı seçme şansımız ve hakkımız olduğunu ondan öğrendim ve her şeyin kendi seçimimize bağlı olduğunu.
 Francie Baltazar – Schartz
İyimserlik insanın hayatını zenginleştirir, daha kaliteli ve sağlıklı bir yaşam sürmesini sağlar. İyimser insanlar olumlu bakış açısına sahip oldukları için yaşamlarına her zaman olumlulukları çekerler. Düşündükleri; inançları, değerleri haline gelir ve bu inanç ve değerler ise davranışlarını oluşturur. Davranışlar ise sonuçları etkiler.
  
Bir düşünün; suratınız asık olduğu zamanlarda mı yoksa neşeli olduğunuz zamanlarda mı insanların size yaklaşımı olumlu oluyor? Tabiî ki güler yüzlü olduğunuz zamanlar. Peki bunun sebebi ne? Tabiî ki sizsiniz, sizin düşünceleriniz. Siz güler yüzlü olursanız aldığınız tepkiler de olumlu olur, eğer siz asık suratlı iseniz aldığınız tepkilerde doğal olarak olumsuz olur. Aldığınız tepkilerin olumlu veya olumsuz şekilde sonuçlanması tamamen davranışlarınızla bağlantılıdır. Bu çok basit bir örnek ama hayatın her alanında bu böyledir. Tepki etkiye göre oluşur.
Bu konuya uygun olarak gördüğüm ve benim de çok sevdiğim bir sözü sizinle paylaşmak istiyorum. Mevlana der ki: “Kardeşim sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünürsün, gülistan olursun. Diken düşünürsün dikenlik olursun.” İşte, iyimser insanlar da olumlu düşünmeleri sayesinde hayatlarına her zaman güzellikleri çekerler.
Hayatta her durumda bir seçim vardır
Yukarıdaki hikâyede Jerry, karşılaştığı her olayda bir seçiminin olduğuna inanmakta ve davranışlarını ona göre sergilemektedir. Gerçekte de böyledir bu. Hayat seçimlerden ibarettir ve bu seçimler iyi veya kötü yönde hayatımızı etkiler. Hikâyenin kahramanı Jerry’i etkilediği gibi.
Başımıza ne geleceğini, hangi olaylarla karşılaşacağımızı belirleyemeyiz ama bunlara nasıl yaklaşacağımızı biz belirleriz. Olaylara karşı nasıl bir tutum içine gireceğimizin seçimi ve bu seçimlerin sınırları her zaman bize aittir. Unutmayalım evren hiçbir zaman sınır koymaz.
Kahramanımız Jerry, talihsiz bir kaza geçirmiş, bu, başına gelen bir olaydı ve bunun başına gelip gelmemesini seçemezdi ama o olaya olan bakışını, nasıl davranacağını seçme hakkı ona aitti ve yaptığı bu seçimler onun hayatı dolu dolu yaşamasına sebep oldu.
Bizi mutlu veya mutsuz yapan, hayatı keyifli yaşamamıza sebep olan olayların kendisi değil o olaylara yüklediğimiz anlamlardır, düşünce biçimimizdir. Aynı olay birçok kişi tarafından farklı yorumlanabilir, biri o olay karşısında üzülüyorsa diğeri üzülmeyebilir.
Farz edelim ki masanın üstünde bir nesne var ve o nesneye aşağıdan, yukarıdan, sağdan, soldan çeşitli açılardan bakalım. O nesnenin bize görünüşü, baktığımız açıya göre değişecektir. Olaylar da böyledir işte. Nasıl bakıyorsanız o olay size o şekilde görünür.
Aklınıza şöyle bir soru gelebilir. Bu olay bir kaza gibi üzücü bir durum olabilir nasıl olur da iyimser bu duruma bile olumlu bakabilir?
Burada asıl yanlış olan iyimserliğin polyannacılık gibi düşünülmesidir. İyimser elbet üzülür böyle bir duruma ama o her zaman yıkılmak, hayata küsmek yerine ders almayı seçer, o olay karşısında birden fazla seçiminin olduğunu bilir, sorunun üstesinden gelmek için seçimlerinin çözüm getirecek şekilde olmasını sağlar ve her olayı gelişimi için bir fırsat olarak görür.
Bir olay karşısında birçok seçeneğe sahibizdir ve bu yaptığımız seçimlerle ya o olayın üstesinden geliriz ya da yıkılırız.
Birçok seçeneğe sahibiz dedik ve konunun daha iyi anlaşılabilmesi için bunları iki ana grupta toplamak istiyorum. Dışsal seçimler ve İçsel seçimler. Bu seçimlerin nasıl olduğunu ise bir örnekle açıklayalım.
Diyelim ki sevdiğiniz biriyle kavga ettiniz ve bu kavga sonucu birbirinizle konuşmamaya başladınız. Bu sizin için olumsuz bir olaydır. Gelin, şimdi bu olaydaki dışsal ve içsel seçimler ne olabilir onları inceleyelim:
Arkadaşınızla barışmak istiyorsunuz ve bu yüzden de aranızdaki sorunu halletmek için ararsınız, konuşmak istersiniz veya barışmak için başka yollar bulup eyleme geçersiniz. Hiçbir şey yapmadan aradaki gerginliğin yumuşamasını bekleyebilirsiniz. Karşı tarafın adım atmasını istersiniz ve sizde bu adımın gelmesi için pasif eylemlerde bulunabilirsiniz. Sevdiğiniz halde hiçbir girişimde bulunmamayı da tercih edebilirsiniz ve bunun gibi birçok seçenek dışsal seçimlerdir. Bu dışsal seçimlerin altındaki nedenler de içsel seçimlerdir. Adım atmamanıza sebep olan korku, gurur, kızgınlık gibi duygular ise içsel seçimlerinizdir ve dışsal seçimlerinizi etkileyende budur.
Unutmayalım başımıza gelen olayları değiştiremeyiz ama o olaya olan düşünce biçimimizi, algımızı değiştirme gücümüz her zaman vardır ve iyimserler bunu en güzel şekilde başarırlar.
Deniz Taşkın

7 Aralık 2013 Cumartesi

Bedri RUHSELMAN

 RUH VE KAİNAT, Cilt –II’den günümüz Türkçesine uyarlanarak Selman GERÇEKSEVER tarafından hazırlanmıştır.

   Aklımıza çoğu zaman şöyle bir soru gelir. Acaba evrende olup duran tüm olayların oluşumundaki amaç nedir? Şimdiye kadar ileri sürülmüş olan fikirler bu soruya tam bir yanıt vermek konusundaki aczimizi göstermeye yeterlidir. Bununla birlikte bugünkü realitemiz içinde şu kadar söyleyebiliriz ki, çevremizde gördüğümüz tüm olayların cereyanında sürekli olarak derece derece bir ilerleme ve asla geri dönmeyen bir ilerleme tekâmül gidişi vardır. Her şey iyiliğe, güzelliğer doğru  ve daha yüksek kudret kazanmak üzere ilerliyor.
  Yaşamımız boyunca ortaya çıkan olayları genellikle hoş görmeyiz ve hattâ onların kendi varlığımız için tehlikeli olduğunu düşünürüz. Bu da nedensellik hakkındaki bilgisizliğimizden kaynaklanan yanlış bir anlayıştan ibârettir. Nasıl ki, önceden çirkin ve zararlı görünen ve belki de sâdece görünüş olarak felâketimize neden olan bir olayın, sonradan yararlı sonuçlar doğurduğuna çok kez tanık olmuşuzdur. Şahsen ben yaşamımda hiç hoşuma gitmeyen ve üzüntüyle karşıladığım birçok olayın; uzun zaman sonra, gerçek esenlik ve mutluluğuma yardım edici başka büyük olayları hazırlamış olduğunu görerek, bir zamanlar onlara karşı isyankâr davrandığımı anımsadıkça üzülmüşümdür. Herkesin yaşamında da, bunun en az birkaç örneği vardır:

  Bir gün en büyük felâketle karşılaşırsanız, o gün o felâketin sizle hiçbir anlamlı iyi tarafı yoktur. Hatta siz onu bir gaddarlık biz zulüm olarak kabul edersiniz ve teselli kabul etmez ıstıraplar içinde kıvranırsınız. Tüm isyan hisleriniz kabarır, her şeye ve hatta sizce kutsal tanınmış varlıklara bir küfredebilirsiniz. Dünyadaki iyilik ve adalet kavramlarının boş şeylerden ibâret olduğunu söylemeye başlarsınız. Fakat bu karanlık hükmünüzde ne kadar aldanırsınız! Sizin bu durumunuz, evde kimse yokken beş katlı bir binanın üst katından aşağı yuvarlanmasın diye, kapalı bir odaya hapsedilen küçük ve bilgisiz bir çocuğun ıstıraplı ve isyankâr durumundan farksızdır. Eğer çocuğun o sıradaki arzu ve eğilimlerine nüfuz edebilirseniz, onun bu durumundaki mantıksızlığın, sizinkinden daha çok sâfiyâne ve masumâne olmadığını anlarsınız. Onun göz yaşlarıyla sizinkiler aynı nedenin, yani bilgisizlik ve görgüsüzlüğün sonucudur. Nasıl ki siz de az çok bir zaman sonra, ıstırabınızı gerektiren olayların, sizi büyük tehlikelerden korumağa ve size huzur dolu günler getirmeye neden olduğunu görebilecek bir duruma gelince, önceki isyanlarınızın ne kadar yersiz olduğunu dudaklarımızda hafif bir tebessümle anımsayacak ve filozofça düşünmeye başlayacaksınız.

  Her şey iyiliğe, her şey Mutlak Yaratıcı’nın hiçbir şeyle karşılaştırma kabul etmeyen, ancak sevgi sözcüğüyle ifâde edebileceğimiz, O’nun İlahi İlgisi’nin çekimine kapılmış olarak ebedi olgunluk mertebelerine doğru ilerlemektedir. İşte bu yükselişi hazırlayan ön safta görebildiğimiz yasa da Sebep-Sonuç Yasası’dır. Bu yasa, evrenlerin o kadar güzel bir yasası, İlahi İlgi’nin o kadar âdilâne ve çekici bir ortaya çıkışıdır ki, insan ona nüfuz edebildikçe ve onun tükenmez anlamlarını yudum yudum kavrayabildikçe, yalnız çevresinde gelip geçen olayları anlayıp zekâsını arttırmak gibi tekâmül yolunun zorunlu fakat çorak bir kenarında yürümekle kalmaz, aynı zamanda her an karşısına çıkan bin bir türlü ıstırabın anlamlandırdığı güzelliği ve yaşamın sonsuz cilveleri nedenleriyle birlikte anlamak ve bundan dolayı mutluluğu doya doya deneyimlemek olanağını da elde etmiş olur. Böylece insan ruhu; yüksek, şuurlu ve kendinden geçecek derecede, kendisini yaratan Hâlık’a karşı duyduğu sevgi tufanı içinde akıp bizce bilinmeyen yörelere doğru gider.

  Selim akla sâhip olanlar bilir ki; nasıl olayla karşılaşırsa karşılaşsın, o olay yakın ya da uzak bir gelecekte kendisine mutlaka bir iyilik getirecektir. Fenalık sandığımız her şey gelecek bir iyiliğin müjdecisidir. Fenalık / kötülük gerçekte yoktur ama bu sözün anlamını böylece kabul edebilecek kaç kişi bulunur ! İşte bunun içindir ki, dünyada henüz ne kadar ıstırap, ne kadar çok gözyaşı ve bu gözyaşlarını besleyen ne kadar yanlış görüşler ve inanışlar vardır!

  Ben bilirim ve kabul ederim ki bana kötülük yapmak isteyen bir kimse, bilmeden iyilik yapmaktadır ve bu kimse çok zavallı bir gâfildir. Çünkü eğer bu kimse bana yaptığı bu “kötülük”ün büyük iyiliklere getireceğini bilecek kadar çok bilgili olsaydı, bu kötülüğü bana yapmazdı. Bu, benim bugüne kadar varabildiğim en yüksek realitemdir ve ben bunu yükseltici ıstırabın bağlı bulunduğu Sebep–Sonuç Yasası’ndan öğrendim. Bana kini, intikamı ve gelip geçici göreceli değerler ve kavramlar için boş yere kavgayı unutturan büyük bilgi bu oldu.

  Acaba herkes böyle düşünebilseydi, bundan dolayı olayları kabullenişlerinde belirecek birlik–beraberlik anlayışının; bugün en korkunç bir cehennemden beter olan dünyayı, ruhlar için biraz daha sâkin, biraz daha huzurlu bir köşe haline sokmasına yardımı olur muydu dersiniz?

  Fakat ne yazık ki, dünyanın belki daha çok uzun bir süre bir cehennem halinde kalması kaçınılmaz görünüyor. Çünkü orada o cehennemi hayattan ve onun sayısız acılarından yararlanarak yükselmek gereksinimi içinde bulunan birçok varlık vardır. Biz kendi hesabımıza, dünyayı bu durumda görmekten ne kadar ümitsizleşiyorsak, onlar hesabına da bu durumu o kadar zorunlu görüyoruz. Çünkü bu durum, nedenselliğin değişmez ve çok değerli bir ortaya çıkışıdır.

(ALINTIDIR)

5 Aralık 2013 Perşembe

Küçük Tavsiyeler



  • 1- Bilinçaltınızda her sorunun cevabı vardır.Uykuya dalmadan önce bilinçaltına ” Sabah altıda kalkacağım” emrini verirseniz sizi tam saatinde uyandıracaktır.
  • 2- Her gece yatarken kendi kendinize söylediğiniz olumlu ifadeler sağlığınızın ve yaşantınızın kusursuz olması yönünde olsun; bilinçaltınız Bu ifadeyi buyruk olarak algılayıp buyruğunuzu yerine getirecektir.
  • 3- Bir kitap ya da harika bir tiyatro eseri yazmak, fevkalâde bir konuşma yapmak istiyorsanız, bu fikri sevgiyle hissederek bilinçaltınıza iletin;o da size istediğiniz karşılığı verecektir.
  • 4- Asla “bunu yapamam” ya da “şunun olması imkânsız” gibi sözler söylemeyin. Bilinçaltınız bunu yalın anlamlarıyla alacak ve bu düşüncelerden dolayı yapmak istediğiniz şey için yeteneğiniz olmadığını kabul edecektir.
  • 5- Size zarar verecek ya da canınızı yakacak şeyler düşünmeyin. Çünkü neye inanırsanız onunla karşılaşacaksınız.
  • 6- En doğru şekilde düşünüp hissetmeye başlarsanız huzurlu bir zihne sahip olmanız kaçınılmaz olur. Bilinçaltınız, zihninizden geçirip doğru olduğunu iddia ettiğiniz her şeyi kabul edecek ve size bunu yaşatacaktır.
  • 7- Bilinciniz kapıdaki bekçidir. En önemli işlevi bilinçaltını, yanlış izlenimlerden korumaktır. İyi şeylerin olabileceğini ve şu anda olmakta olduğunu düşünmeyi her zaman tercih edin….
Handan Bucak

25 Kasım 2013 Pazartesi

BEYNİMİZİ GÜZELLEŞTİRELİM!



Cildimize, saçlarımıza, kilomuza çok özen gösteriyoruz.
Peki ya beynimize?
Bu sorunun yanıtı çoğu kişi için ”hayır!”
Oysa kişiliğimizi ve davranışlarımızı belirleyen bu çok önemli organ, gerçek güzelliğin de kaynağı.
Enerji ve zekâyla parlayan gözlere sahip, olumlu düşünen, yaratıcı fikirleri hayata geçirebilen bir insanın güzelliği nasıl da farklı olur, değil mi?
Çünkü bizi biz yapan ve ışıltımızı veren beynimizdir!
Bu yazımda size, beyninizin bakımı ve güzelleşmesi için bazı ipuçları vereceğim.
Bu ipuçlarını yakalar ve bırakmazsanız, bir süre sonra çok farklı bir ‘’siz” olacağınıza emin olabilirsiniz!
• İyi beslenin!
Beyniniz, vücut ağırlığınızın sadece %2’sini oluşturan ama vücuda giren enerjinin % 20’sini tüketen bir organ. Yani çok miktarda enerjiye ihtiyaç duyuyor! Onu, ihtiyacı olan kaloriden yoksun bırakmak, çalışma veriminin düşmesi demek. Bu da, odaklanma güçlüğünden baş ağrısına, gerginlikten başarısız zihinsel performansa uzanan bir dizi ciddi soruna yol açıyor. Çılgın diyetler veya kontrolsüz aşırı kalori tüketimi, beyin dokusuna büyük zarar veriyor. Yeterli ve dengeli beslenme, beyin sağlığı için çok önemli. Balık yiyerek veya besin desteği olarak alınan Omega-3 yağları, beynin sağlıklı çalışmasına büyük katkı sağlıyor.
• Toksik maddelerden uzak durun!
Alkol, sigara ve uyuşturucu kullanımı, çok hassas olan beyin hücrelerini öldürüyor. Bu maddelerin hepsi, beyin dokusunu bozan bazı toksinler içeriyor. Araştırmalar, ağır sigara tüketiminin, bunamayı % 172 oranında arttırdığını ortaya koyuyor. Gereksiz yere çok sık kullanılan antidepresan ilaçlar da beyin kimyasına zararlı. Beyninizi bu zehirli ajanlardan korumazsanız, sağlıklı bir beyne sahip olmanız çok güç olacaktır!
• İyi uyuyun!
Uyku, beynin ve bedenin kendisini onarma ve yenileme sürecidir. Bu süreç iyi değerlendirilmezse, zihinsel ve bedensel yaşlanma hızlanır. Hafıza ve odaklanma sorunları artar. Duygu yönetimi güçleşir. Uykusuzluğa yol açabilecek pek çok neden vardır. Bunların saptanması ve düzeltilmesi için, mutlaka çözüm arayın!
• Ruh sağlığınızı koruyun!
Endişe, stres ve depresyon, beyin kimyasını bozar. O nedenle, çok fazla ilerlemeden ve yan etkisi fazla ilaçlara başvurmadan, bu sorunlarla doğal yoldan başa çıkmanın yollarını araştırın. Kendinizi geliştirmenize yardımcı olacak ruhsal gelişim programları, meditasyon, akupunktur gibi bir çok seçenek, yan etki yapmaksızın, beyin sağlığınızı ve hayat kalitenizi yükseltecektir.
• Hareket edin!
Egzersizin, beyin dolaşımını arttırmak yoluyla onun daha iyi beslenmesine yardımcı olduğunu biliyoruz. Araştırmalar, düzenli egzersiz yapan insanların, beyinlerindeki hafıza merkezinin çok hızla gelişmeye başladığını gösteriyor. Fiziksel aktiviteyi, hayatınızın ayrılmaz bir parçası haline getirin! Ne kadar çok hareket ederseniz, o kadar sağlıklı bir beyine sahip olacaksınız.
• Yeni bilgiler öğrenin!
Beyniniz, hayatla başa çıkmada en önemli dayanağınız. Doğru şekilde yaşamanızı sağlayabilmesi için de, bilgiye ihtiyacı var. Ona yeni bilgiler kazandırın. Bol bol okuyun. Hobiler edinin! Yapıcı her aktivite, beyninizin yeni düşünce kanalları açarak daha hızlı çalışmasına yardımcı olacak ve yıkıcı düşüncelerle dolmasının önüne geçecektir. Hafızanızın da giderek güçlendiğini fark edeceksiniz. Okuma, beynin egzersiz programıdır.
• Sağlığınıza dikkat edin!
Beyniniz, bedeninizin bir parçası. Vücudunuzda yolunda gitmeyen her şey, yüksek tansiyondan, astıma, vitamin ve mineral eksikliklerinden hormonal sorunlara kadar her tür hastalığın beyninizi etkileyeceğini aklınızdan çıkarmayın! Kolesterol düzeylerine özen gösterin. İyi kolesterolün yüksek olması, beyni bunamaya karşı korur.
• Başınızı koruyun!
Başın travmaya uğraması, yani fiziksel sarsıntı geçirmesi veya yaralanması, beyinde ve hafızada kalıcı hasara yol açabilir. Bu nedenle, araba kullanırken kemer, bisiklet veya motorsiklet kullanırken kask giymek zorunludur. Kafanızı sarsıntı ve kazalardan koruyun, dikkatli olun!
Beynimiz, esnek bir organ ve bu özelliğine ”nöroplastisite” adı veriliyor.
Beyin her zaman yeni şeyler öğrenmeye ve gelişmeye açık.
Üstelik her yaşta bu mümkün!
Ona iyi bakın!
Doç. Dr. Şafak Nakajima

23 Kasım 2013 Cumartesi

Doç. Dr. Şafak Nakajima ÖLÜM VE MATEM ÜZERİNE…



Yoksul bir kadının, bin bir güçlükle büyüttüğü biricik evladı hastalanıp ölür.
Kadıncağız bu ölümü kabullenemez. İsyan eder.
Gözyaşları sel olur, ağıtları yürek parçalar.
Yakınındaki herkes çok üzgündür ama ellerinden bir şey gelmez.
Bir komşusu kadına, köyün yaşlı bilgesine danışmasını söyler.
Kadın, bilgenin kapısını çalar ve ondan, evladını hayata döndürecek bir çare, bir ilaç ister.
Yaşlı adam, ona yardım edebileceğini ama gereken ilacı yapmak için bir şartın olduğunu söyler.
Kederli kadına, tahta bir kâse verir ve ona:
”İlacı yapabilmem için, bu kâseyi, hiçbir yakını ölmemiş, hiç kimsesini kaybetmemiş bir ailenin evinden alacağın pirinçle doldurup bana getir!” der.
Kadın, umutlu bir telaşla ilk kapıyı çalar. Evin sahibi:
-Keşke sana yardım edebilsem, ama geçen yıl babam öldü, der.
İkinci kapının arkasındaki matemli ses, kocasını bir hafta önce toprağa verdiğini anlatır.
Kiminin dedesi ölmüştür, kiminin annesi. Evladını yitirenler de vardır aralarında, ağabeylerini, kardeşlerini de.
Kadın, eli boş, yaşlı adamın evine geri döner…
Yaşlı adam, kadına şunları söyler:
-Kederin çok büyük, bu acıyı yaşayacaksın! Ama gördün ki, ölüm, hayatın bir gerçeği. Ondan ve onun mateminden kaçmanın bir yolu yok. Şimdi evine dön ve bu gerçeğin, metanetle içine sinmesine izin ver!
………
Hayatın geçici ve ölümün biz de dâhil, herkes için kaçılmaz olduğunu bildiğimizi zannederiz.
Zannederiz diyorum; çünkü bu gerçeği hakikaten biliyor olsaydık, sevdiklerimizle buluşmayı bu kadar çok ertelemez, onlarla geçirdiğimiz anları, kavga ve gürültü ya da kayıtsızlıkla ziyan etmezdik.
O görüşmenin, belki de son görüşmemiz olacağı gerçeğiyle hareket eder ve birbirimize özenle yaklaşırdık.
Onlarla sevgimizi cömertçe paylaşır, ellerini bir an olsun bırakamazdık.
Pişmanlıklara yer kalmazdı hayatta!
Oysa hepimiz, ölüm yokmuş gibi yaşıyoruz.
Sevdiklerimizi mutlaka bir kez daha göreceğimizi, yapmak isteyip de tembellik edip yapmadıklarımızı bir gün gelip yapacağımızı zannederek, düşünmeden ve özensizce akıp gidiyoruz hayatın içinden…
Ölüm, böylesine bilincimiz dışında tuttuğumuz bir gerçek olduğu içindir ki, onun karşısında çok büyük bir şok yaşıyor, inanamıyor ve acısıyla başa çıkamıyoruz.
Bugün sizleri, ölüm ve matem üzerine düşünmeye davet edeceğim.
Bunu biraz, yaşamın ve sevdiklerinizin değerinin farkına daha çok varmanız için, biraz da, belki halen yaşadığınız veya gelecekte yaşayabileceğiniz matem süreçlerini anlamanız ve anlamlandırabilmeniz için yapacağım.
Yazı, her tür dini inanç veya inançsızlık çizgisinde, tüm insanlara yönelik yazılmıştır ve ölüm olgusuyla daha anlamlı ve sağlıklı başa çıkmanın yollarını anlatmaktadır.
Umarım, bu bilgiler, yakın zamanda hiç birimize gerekli olmaz!
Matemi Anlamak:
Ölüm, çok güçlü bir sarsıntıdır ve insanın içinde muazzam bir anafor yaratır. Anaforun diğer adı girdaptır. Girdap, suyun hızla dairevi bir döngüye girip ortasında bir boşluk bırakması ve bu boşluğa düşen her şeyi, hızla en dibe çekmesidir.
Ölümü izleyen ilk birkaç gün içinde, yitirilen insan, hayatın merkezindedir.
Ama bir süre sonra, kendi acımız o girdabın göbeğini oluşturur ve bize ait her şeyi dibe çekmeye başlar.
Neşe, sevinç, coşku, hayata dair umut, bedensel güç, iştah, uyku, kısaca her şey, artık girdabın insafına terk edilmiştir.
Oradan hiç çıkılamazmış gibi gelir insana.
Bu girdaba kapılma ve sonra da çıkma şiddeti ve süresi kişiden kişiye değişir.
Kimi insan birkaç günde günlük hayatına dönebilirken, bazıları için bu süre, aylar ve hatta yıllarla ölçülür.
Kuşkusuz, yitirilen insanın yakınlık derecesi, o insanın hayatımızda oynadığı rol, ölümden sonra değişen yaşam koşulları, ölenin yaşı ve ölüm biçimi de bu süreci belirlemede önemli rol oynar.
Kaza, cinayet ve intihar, ölüm acısının yanı sıra, ölüm biçimi nedeniyle de yakınlara büyük şok ve travma yaşatır.
Araştırmalar, yakınlarını kaybedenlerin %33 ile 50’sinin, birkaç hafta içinde günlük hayata geri dönebilecek duruma geldiklerini gösteriyor.
Yaklaşık % 10’luk bir kesim ise, bir yıldan daha uzun süreyle derin matem yaşamaya devam ediyor.
Ölüm Karşısında Ne Yapabiliriz?
Kaybımızın ardından yapabileceğimiz bazı şeyler, bu matem sürecini daha sağlıklı ve anlamlı geçirmemize yardımcı olabilir.
Yazının girişindeki öykü, çok evrensel bir gerçekliğe işaret ederken, aslında ölüm karşısında ilk yapmamız gereken şeyin ne olduğunu da bize göstermektedir:
1. Kaçınılmaz olanı kabul etmek!
Bu elbette, söylenmesi kolay ve yapması en zor şeydir ama aynı zamanda, ölümü metanetle karşılamanın ve öleni onurla yad etmenin tek yoludur. Ölüm evrensel bir gerçektir ve hiç kimse için, ondan kaçmanın bir yolu yoktur. Bu acıyı yaşama sırası, bu kez bizdedir yalnızca!
2. Duyguların farkına varmak!
Duyguları ne bastırmak, ne de ölümün hak ettiği sessizliğe gölge düşürecek biçimde abartılı biçimde ortaya koymak gerekir. Ağlamak çok doğaldır. Etrafımızdakilerin bunu engelleme çabalarını nazik bir biçimde geri çevirme hakkına sahibiz. Olduğumuzdan daha fazla güçlü görünmek zorunda değiliz.
3. Desteği reddetmemek, gerektiğinde talep etmek!
Günlük yorucu sorumluluklarımızı, bir süre için omzumuzdan almak isteyenlerin samimi önerilerini kabul etmeli, gerekiyorsa yakınlarımızdan yardım talep edebilmeliyiz.
4. Günlük sorumluluklarımızı yerine getirmek!
Öz bakımımızdan (yemek, vücut bakımı, uyku), etrafımızda bize ihtiyacı olan insanlara olan sorumluluklarımıza kadar her alanda, yapmamız gerekenleri yapmaya en kısa sürede başlamak, acımızın yıkıcı bir hal almasını engelleyeceği gibi, iyileşme hızımızı da arttırır.
5. Ölenin, yaşamın bize bir armağanı olduğu gerçeğini unutmamak!
Yitirmekle acı duyduğumuz her insan, bizim yaşamımızda güzel ve olumlu bir iz bırakmış demektir. Onu ve onunla geçen süreyi, çok kısa sürmüş bile olsa, güzel bir armağan olarak kabul edip bunun için şükran duymayı başarmak, yitirdiğimiz insanı anmanın, belki de en anlamlı şeklidir.
6. Yitirdiğimiz insana bir mektup veya onunla ilgili bir yazı yazmak!
Yazmak, o insanla olan anılarımızın bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçmesini, en güzel anıların yeniden yaşanmasını sağlar. Bir ödül olarak da, söylenmesi gerekenlerin ve sevginin kağıda dökülmesiyle, geride kalana büyük bir huzur yaşatır.
Yakın bir zamanda yitirdiğim teyzem için yazdığım anma yazısı, benim için çok değerlidir. Ona, yeniden ulaşmanın bir yolu olmuştur benim için adeta.
Elveda Güzel Kadın
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=699826106698604&set=a.656522597695622.1073741828.633864736628075&type=1&theater
7. İniş çıkışların olabileceğini kabul etmek!
Ölüm, bizim yaşam hikâyemizi değiştirir. Sarsıcıdır. Bizi kendi ölümlülüğümüzle yüzleştirir. Yalnızlaştırır. Bazen ciddi sosyal ve ekonomik zorluklara sürükler. Tüm bunlar, Herkülvari bir güç gerektirir, başa çıkmak için. Bazı günler güçlü, bazı günlerse kendimizi tamamen mahvolmuş ve çaresiz hissedebiliriz. Bu durumun doğal ama geçici olduğunu unutmamalıyız.
Eğer derin matemimiz, hayatımızı ve sağlığımızı çok yoğun etkiliyor ve birkaç aydan daha uzun bir süredir devam ediyorsa, bu konuda destek almamız gerekli olabilir.
Herkesin ölümle başa çıkma yolu farklıdır elbette.
Ama sanırım en önemli şey, hayatı ve ölümü, hep farkındalık ve bilinçle yaşamak!
Kaybımızı, onurla anmak!
Eğer mümkünse, kaybettiğimiz insanın ışığının yanmaya devam etmesini sağlamak!
1912 yılında Titanik gemisi yola çıktığında, içinde, Harry Elkins Widener’da vardır.
Harry, 27 yaşında, kitap aşığı muazzam bir okur ve Harvard Üniversitesi mezunu, pırıl pırıl bir genç adamdır.
Londra’ya da kitap almak üzere gitmiş, anne ve babasıyla beraber ülkesine geri dönmektedir.
Titanik battığı sırada, çok az sayıda kurtarma botundan birine annesini güçlükle bindirir. Kendisi ve babası ne yazık ki, yeterli kurtarma botu olmadığından, geminin batmasıyla birlikte, yaşamlarını yitirirler.
Oğluna çok büyük bir sevgi ve saygı besleyen annesi, onun ölümünden sonra, üç bin kitaplık koleksiyonunu Harvard Üniversitesi’ne bağışlar.
Fakat üniversitenin kitapları yerleştirecek bir kütüphanesi yoktur.
Onun üzerine annesi, üniversiteye, bir kütüphane inşa etmesi için büyük bir bağış yapar.
Böylelikle, bugün dünyanın en büyük kütüphanesine sahip olan Harvard Üniversitesi’nin, kütüphane merkezi olan ve eşsiz orijinal kitaplar barındıran Widener Kütüphanesi kurulur.
Bizlerin çoğumuzun, bu kadar büyük ve kalıcı eserlerle sevdiklerimizin anılarını yaşatma imkânımız elbette yok!
Ama onlar adına anlamlı insani yardımlar ve gönüllü hizmetler yapabiliriz.
Sevdiğimiz birini yitirdiğimizde, o bir anda gitmez.
Yavaş yavaş gider…
Önce haber alamaz oluruz…
Sonra yastığındaki, giderek evdeki kokusu kaybolur…
Gerçek manada kaybı ise ancak, zihnimizdeki kaybıyla yani unutulmasıyla mümkündür…
Onları, zihinlerde ve gönüllerde en güzel şekilde yaşatmamız demek, ışıklarının hala yanıyor olması demektir…
Doç. Dr. Şafak Nakajima

Farkındalığınızı Artıracak 5 Kişisel Gelişim Kitabı Bir Ömür Nasıl Yaşanır? – İlber Ortaylı “Kendimi geliştirmek istiyoru...